January 13, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Çağdaş Sümer: “Avcıoğlu düşüncesi Türkiye ilericiliğinin büyük bir koludur”

Çağdaş Sümer: “Avcıoğlu düşüncesi Türkiye ilericiliğinin büyük bir koludur”

Yazar ve akademisyen Çağdaş Sümer, Türkiye tarihinin benzersiz bir ivme kazandığı bir dönemde, Doğan Avcıoğlu’nun iktidar stratejisini hitap ettiği potansiyel kitleyle, yani içinde sivil ve askeri bürokrasinin belirli kesimlerinin de dahil olduğu aydın kuşağıyla buluşturmak için “Türkiye’nin Düzeni” kitabını yazdığını hatırlatıyor. “Türkiye’nin Düzeni’nin bugün taşıdığı önemi anlayabilmek için, yayımlandığı dönemdeki bu siyasal ve stratejik değerinden yola çıkmak gerekiyor,” diyen Sümer, sorularımızı yanıtladı.

– Yeniden basılan ve üzerinde yoğun bir biçimde yeniden tartışılan “Türkiye’nin Düzeni” kitabı ve Doğan Avcıoğlu sizce 2024’te neden önemli? Neyin eksikliğini kapatmaya çalışıyor bu kitap veya onun sayesinde bugün nelerin “gereğinden çok fazla olduğuna” dikkat çekmek mümkün oluyor? “Türkiye’nin Düzeni” diye bir şeyden söz edebilir miyiz bugün?

ÇAĞDAŞ SÜMER – Türkiye’nin Düzeni’nin bugün neden önemli olduğuna dair bir şeyler söylemeden önce, sanırım onu 1960’lı yılların sonunda önemli kılanın ne olduğuna dair birkaç tespitte bulunmak daha anlamlı olacak. Kitabın ismiyle başlayabiliriz aslında. “Türkiye’nin Düzeni,” o düzeni değiştirmek isteyen ihtilalci bir aydının, önce o düzeni anlama ve anlatma çabasına işaret eden bir isim. Avcıoğlu, 1967 yılında Yön dergisinin yayın hayatına son verip, stratejik doğrultusu daha net, kendisinin ve arkadaşlarının iktidar arayışına daha doğrudan göndermede bulunan Devrim dergisini çıkarmaya başlamadan önce, inzivaya çekilip şaşırtıcı bir hızla kaleme aldı bu kitabı. Kuşkusuz kitap Avcıoğlu’nun uzun yıllara dayanan çalışkanlığının bir ürünüydü. Ama Türkiye tarihinin benzersiz bir ivme kazandığı bir dönemde, Avcıoğlu, iktidar stratejisini hitap ettiği potansiyel kitleyle, yani içinde sivil ve askerî bürokrasinin belirli kesimlerinin de dahil olduğu aydın kuşağıyla buluşturmak için yazdı bu eseri. Dolayısıyla Türkiye’nin Düzeni’nin bugün taşıdığı önemi anlayabilmek için, yayımlandığı dönemdeki bu siyasal ve stratejik değerinden yola çıkmak gerekiyor.

STRATEJİK DÜŞÜNME KABİLİYET VE KAPASİTESİ

Türkiye’nin Düzeni, Türkiye solunun bir döneme damgasını vurmuş, Türkiye tarihini ve toplumunu anlamayı ve açıklamayı amaçlayan “büyük anlatılar” ortaya koyma çabalarının bir parçası olarak görülmeli elbette. Türkiye’nin Düzeni, Düzenin Yabancılaşması, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Doğu Anadolu’nun Düzeni, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları gibi birbirleriyle konuşan, tartışan ve yeri geldiğinde çatışan birçok eser kaleme alındı kısa bir zaman dilimi içinde. Ama bunların arasında Türkiye’nin Düzeni, kullandığı devasa teorik ve ampirik meseleyi, doğrudan bir siyasal stratejinin zemini olarak kullanması açısından diğerlerinden daha cesur ve daha iddialı bir kitap olarak öne çıkıyor. Bugün gördüğü ilgide, başka şeylerin yanı sıra, Türkiye solunda ve aydınında eksikliği artık tahammül edilemeyecek bir noktaya varmış olan stratejik düşünme kabiliyet ve kapasitesinin belirleyici bir etmen olduğunu düşünüyorum. Söz konusu stratejinin o dönemki uygulanabilirliği ya da birkaç yıl içinde trajik bir şekilde yenilgiye uğramış olması bu kabiliyet ve kapasitenin değerini azaltmıyor bence.

– Türkiye’nin Düzeni ve Avcıoğlu, AKP’nin toplumu tümüyle fethetmesine engel olan bir tür “halk kemalizmi”ne teorik stepne olabilir mi? Bu teorik temeli geçmişten aramak mantıklı mı? Yoksa burada sosyalizmle Türkiye aydınlanması (veya laik-toplumcu düzen) arasındaki geçişliliğe/devamlılığa bir örnek mi buluyoruz?

ÇAĞDAŞ SÜMER – Bu soruya yanıt vermek için AKP’nin toplumu tümüyle fethetmesine engel olan ‘‘halk kemalizminin’’ temel öğelerinin neler olduğuna bakmak ve bu öğelerle Avcıoğlu’nun az önce işaret ettiğim stratejik kabiliyet ve kapasitesi arasındaki ilişki üzerine düşünmek gerekiyor. Avcıoğlu’nun eserine baktığınız zaman, en öne çıkan tezin, Türkiye’nin emperyalizm ve sömürgecilik tarafından geri kalmışlığa mahkûm edilmesi olduğunu görürüz. Avcıoğlu’na göre Osmanlı, eğer sömürgeciliğin hedefi haline gelmeseydi, kendi dinamikleri sayesinde kalkınma yoluna girebilir ve kapitalist bir modernleşme yaşayabilirdi. Mustafa Kemal’in dümende olduğu kısa bir aranın ardından Türkiye’nin yeniden Batılı emperyalist güçlerin yörüngesine girmesi, Avcıoğlu için Türkiye’nin bir kez daha geri kalmışlık batağına sağlanması anlamına geliyordu. Dolayısıyla iktidar ve sonrasında kalkınma stratejisinin temelinde de emperyalizmle olan bağların bir daha restore edilemeyecek şekilde koparılması yatıyordu.

Bugün baktığımızda ne yazık ki bahsettiğiniz halk kemalizminde, emperyalizmle mücadelenin, hatta emperyalizme yönelik sağlıklı bir alerjinin bile başat motif olmadığını görüyoruz. Bunda ‘‘sol’’ liberalizmin on yıllardır süren emperyalizmi önemsizleştirme çabalarının, ulusalcıların sonunda AKP’ye payandalıkla sonuçlanan kof emperyalizm karşıtlıklarının, AKP’nin Yeni-Osmanlıcılığına eşlik eden göstermelik Batı karşıtlığının etkisi var elbette. Ama gelinen noktada, NATO’ya, ABD’ye ve Siyonizme karşı mücadeleyi, Türkiye’de siyasal İslamcılığa karşı verilen mücadelenin tartışmasız ve sürükleyici bir unsuru olarak veri kabul edemeyiz. Bunun yeniden, mahir ve ince bir şekilde örülmesi, inşa edilmesi gerekiyor. Avcıoğlu bu açıdan sosyalizmle Türkiye aydınlanması arasındaki işaret ettiğiniz geçişkenlikte kesinlikle göz ardı edilemeyecek bir isim ve eğer Türkiye’nin Düzeni yeniden ve yeniden okunup tartışılacaksa, odaklanılması gereken nokta her şeyden önce emperyalizm karşısındaki tavizsiz tutumu olmalı.

DEVRİMCİ DOĞAN: ANTİEMPERYALİZM

– Radikal cumhuriyetçi bir düşünür olarak Doğan Avcıoğlu’nun basit bir darbeci, bu arada Türkiye soluna son 30 yılda iyice sızan yeni moda bir linçle “Kürt düşmanı” olarak tanımlanması mümkün mü? Avcıoğlu Türkiye solundaki hangi vitaminlerin eksikliğine erkenden dikkat çekmiş oldu sizce? İktidar hırsı ve ona yönelik örgütlenmenin dışında hangi boşlukları öne çıkarmış sayılmalıdır? Dinciliği Türkiye’de iktidar yapan liberalizme karşı ülkemizdeki en etkili panzehirlerden birinin ve belki de birincisinin Avcıoğlu solculuğu (veya onun “radikal kemalizmi”) olduğunu söylemek, abartı mı olur?

ÇAĞDAŞ SÜMER – Avcıoğlu’na yönelik Kürt düşmanı tanımlamasının ciddiye alınır bir yanı yok. Kürt meselesinin sadece bir kalkınma ya da geri kalmışlık sorunu olmadığını, aynı zamanda etnik bir sorun da olduğunu söyleyerek, hatta Kürtlere yönelik politikaların sömürgeci yöntemlerle olan benzerliğine atıfta bulunarak bu tartışmayı bence kendisi kapatmıştır. Buradaki mesele kanımca, Avcıoğlu’nun milliyetçiliğini ve daha genel olarak milliyetçiliğin farklı tarihsel süreç ve kavşaklarda yüklendiği anlamları yeniden tartışmaya açma ihtiyacımız. Bağımsız ve egemen bir ulus-devlet kurma ve bu devletin kendi ulusunu yaratma projesi, bütün dışlayıcı, ayrımcı ve baskıcı veçheleriyle birlikte eleştirel, ama sağlıklı ve dünya tarihsel bağlamlara gerekli hassasiyeti gösteren bir yeniden sorgulamayı hak ediyor. Avcıoğlu’nun pozisyonu bu açıdan da ufuk açıcı olacaktır.

Darbecilik meselesine gelince, silahlı kuvvetler eliyle bir devrim yapma fikrinin darbecilik paketine sığdırılabileceğini pek sanmıyorum. Burada yine Avcıoğlu’nun içinde yazdığı ve eylediği dönemin asli özelliklerinin, emperyalizmin stratejik önceliklerinin ve bu öncelikler karşısında Sovyetler Birliği’nin aldığı tutumun gözden kaçırılmaması gerekiyor. Nasır’ın Sovyetler Birliği Komünist Partisi Kongresi’nde en önemli misafirlerden biri olarak ağırlandığı sırada, Mısır’da komünist parti üyelerinin infaz edildiği bir dünyadan söz ediyoruz. Avcıoğlu pratiğini darbeciliğe indirgemeden önce sanırım biraz tarih okumak gerekiyor.

Avcıoğlu’na baktığım zaman, biraz önce de değindiğim gibi öne çıkardığı esas boşluğun anti-emperyalist mücadele ve Türkiye’nin emperyalizme olan bağımlılığını kırma iradesi olduğunu görüyorum. Bu açıdan ne şanslıyız ki Türkiye sosyalist hareketinin ana gövdesiyle Avcıoğlu arasında, artık radikal kemalizmi belirli açılardan ve belirli kesimler için alternatif haline getirebilecek bir mesafe bulunmuyor.

– Türkiye’deki devrimci hareketi vuran, bunu da önce medyayı elinde tutarak yapan liberal mikropların bir merkez karargâhı var: Birikim. Bu karargâhın tüm versiyonlarıyla uzak tutulduğu, gerçekten sosyalist bir öfke ve eylem tutkusu içeren çevrelerde bile Avcıoğlu’nun yeterince anlaşılabildiği söylenemez. Bu anlayış eksikliğinin kaynakları sizce nerede? Liberal ideolojilerde mi?

ÇAĞDAŞ SÜMER – Türkiye’de Birikim’in amiral gemisi olduğu liberal saldırının en öncelikle hedefi Türkiye ilericiliğinin silahsızlandırılmasıydı. Anti-Sovyetizm, anti-Kemalizm, kimlikçilik, aydınlamacılığa karşı kibirli tutum, milliyetçiliğin şeytanlaştırılması ve kozmopolitanizmin parlatılması, bunların tümüyle Türkiye ilericiliğinin elindeki silahları almak amaçlandı. Bu saldırının bütünüyle başarısız olduğunu söyleyemeyiz. Bugün kendisine ilerici, solcu, yurtsever vs. diyen kesimlerde gizli bir İsrailperverlik hâlâ gözlemlenebiliyorsa, Suriye düşerken birileri heyecanlanıyor ya da heyecanlananları anlamak gerektiğinden söz ediyorsa silahlarımız elimizden düşmemiş olsa bile, paslanmış diyebiliriz sanırım.

AVCIOĞLU’NUN ADRESİ SOLDA

– Türk demenin utanılacak bir eyleme dönüştüğü bir zaman aralığında “Türklerin Tarihi” ve “Milli Kurtuluş Tarihi” genç kuşaklara yeni bir yol açabilir mi?

ÇAĞDAŞ SÜMER – Biraz önce dile getirdiğim fikirden devam edecek olursak silahlarımızı yeniden kuşanmamız gerekiyor. Hem de daha ağır bir biçimde. Bu noktada Avcıoğlu’nun tüm eserleri birer silahtır. Genç kuşakların bu silahlarla haşır neşir olmalarından ancak mutluluk duyulabilir. Ama burada bir uyarıda bulunmak gerekiyor. Silahlar kadar silahları kullananlar da önemli. Türkiye’de toparlanmaya ve kendisini ifade edebileceği yeni mecralar bulmaya çalışan sadece radikal kemalizm değil. Siyasal İslamcılığın iflası ve sosyalist hareketin henüz geniş halk kesimlerini sosyalizm davasına bağlayacak araç ve dolayımları yaratmamış oluşu bir tür sağ İttihatçılığa da alan açıyor ve seküler milliyetçilikle sağ popülizmin melezi bir ideolojik merkez şekilleniyor. Ne Avcıoğlu ne de Türkiye’nin aydın birikiminden başka tek bir isim bu merkezin kullanımına terk edilebilir. Evet Avcıoğlu, Türkiye’de sol İttihatçı damarın en parlak ismidir, ama bu İttihatçılığın temeli de ihtilalciliktir. Sokakta Abdülhamit’in paşalarına kurşun sıkan İttihatçılar da, 9 Mart’ın beyni olan Avcıoğlu da bu ihtilalci gelenekten soyutlanıp, kof bir devlet ve iktidarseverliğe dayanak yapılamaz. Bu açıdan sosyalist aydınlarımıza, tarihçilerimize büyük işler düşüyor.

– Türkiye’de 1923’ün tarihsel meşruiyetinin altını çizen ve buradan sol bir cumhuriyet projesine yürüyen Avcıoğlu’nun yarım yüzyıl önce önerdiği çözümlere dönüş önermek, acaba onu doğru anlamak mıdır? Yoksa onun açtığı kapıları genişletmek, bulgu ve saptamalarından hareketle yeni sosyalist bir yol mu inşa etmek gerekiyor? Nasıl?

ÇAĞDAŞ SÜMER – Avcıoğlu’nun gözünü diktiği sivil ve askerî bürokrasinin belirli kesimlerini de kapsayan Türkiye’nin aydın birikimi bugün bütünüyle devletin dışına çıkarılmış durumda. Cumhuriyet yıkıldı ve artık söz konusu olan dümeni sola kırmak değil, Cumhuriyeti, bu kez sol ve emekçi bir Cumhuriyeti yeniden kurmak.

Bu noktada ihtiyaç duyduğumuz şey Avcıoğlu’nun stratejisini yeniden masaya yatırmaktan ziyade, onun stratejik düşünme kabiliyet ve kapasitesini yeniden üretmek, emperyalizm karşısındaki tavizsiz duruşunun bu stratejik düşünce içindeki merkezî konumunu sahiplenmek ve bu duruşun toplumdaki karşılığını genişletmek ve son olarak Avcıoğlu’nun temsil ettiği ihtilalci damarı gözle görülür, elle hissedilir hale getirmek. Avcıoğlu düşüncesinin Türkiye ilericiliğinin büyük ve kuruması mümkün olmayan kollarından biri olduğunu unutmamalıyız.

SIRADAKİ: Celil Denktaş: Bizim “Doğan Avcıoğlumuz” ve genç kuşağın ilgisi