Cangül Örnek: “Avcıoğlu her başlığa sınıfsal bir anlayışla yaklaştı”
Yazar ve akademisyen Prof. Dr. Cangül Örnek, Doğan Avcıoğlu’nun müdahalesinin üzerinden çok zaman geçtiğine ve birçok şeyin değiştiğine dikkat çekiyor. Ancak bu siyasal düşünürün özellikle antiemperyalist yaklaşımıyla çok değerli olduğunu hatırlatan Örnek, “Avcıoğlu’nun bugün hâlâ güncel ve değerli olmasının nedeni, Kemalizm’in de radikal bir eleştirmeni olabilecek tarihsel ve derinlikli bir analiz gücü sergilemesinden kaynaklanıyor” görüşünde. Cangül Örnek, sorularımızı yanıtladı.
– “Türkiye’nin Düzeni” kitabı ve Doğan Avcıoğlu sizce 2024’te neden önemli? Neyin eksikliğini kapatmaya çalışıyor bu kitap veya onun sayesinde bugün nelerin “gereğinden çok fazla olduğuna” dikkat çekmek mümkün oluyor? “Türkiye’nin Düzeni” diye bir şeyden söz edebilir miyiz bugün?
CANGÜL ÖRNEK – Birkaç nedenle Doğan Avcıoğlu’nun bugün belki bundan bir 10-20 yıl öncesine göre daha önemli ve onu okumanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Birinci neden, halkçılığı. Her ne kadar Türkiye devrimine işçi sınıfının öncülük edeceği fikrine ikna olmamış olsa da, Türkiye’nin tarihsel sorunlarını yorumlarken ve geleceğinin nasıl kurulabileceğini tartışırken halkçı bir çözümün kilit olduğunu düşünen bir aydın olarak öne çıkıyor Avcıoğlu. Avcıoğlu’nun düşünsel serüveninin en fazla ihmal edilen ama bence en baskın yönü bu. Örneğin, 1960’lardaki seçimlerden gerici siyasi güçlerin kazançlı çıkması kendisinde büyük hayal kırıklığı yaratır ancak buna rağmen, seçim sonuçlarına bakıp “halkın cahil ve gerici” olduğunu söyleyenlere karşı çıkar.
Avcıoğlu için iki şey çok nettir: Halk, daha iyi bir yaşam istemektedir ve daha iyi bir yaşam isteyen halkı “cahil ve gerici” olarak suçlamak yanlıştır. Halkı suçlamanın sonucu, halksız bir değişim beklentisi olabilir ki, Avcıoğlu’nu yanlış bilenlerin zannettiğinin aksine, ona göre bu yol Türkiye devriminin yolu değildir.
Dikkat edilecek olursa, bu halkçılık yorumu, Kemalist halkçılık tezinden çok farklı. Kemalizmin sınıfları yok sayan ya da sınıfların birbirini tamamladığı ve aralarında çatışma olmadığı tezini reddeden Avcıoğlu, tahlillerinde işçilerin ve köylülerin çıkarlarının egemen sınıfların çıkarlarıyla çeliştiğini ısrarla vurguladı. Ona göre, Türkiye’nin kurtuluşu işçilerin ve yoksul köylülerin çıkarlarını temel alan yapısal dönüşümlerden geçiyordu. YÖN dergisinin ilk yıllarında bu yapısal dönüşümün 27 Mayısçı zümrenin ve o dönemin CHP’sinin gerçekleştireceği reformlarla mümkün olduğunu düşünse de zamanla reform kavramını devrim kavramıyla değiştirdi. Çünkü Türkiye’de halk yararına bir değişimin devrimsiz gerçekleşmeyeceğine inancı yeni gelişmelerle birlikte zaman içinde pekişti. Türkiye devrimine kimin öncülük edeceği konusunda tartışmalı görüşler öne sürmekle beraber, bu devrimin sınıfsal hedefleri konusundaki görüşleri tartışılmayacak kadar net.
ELEŞTİREL GÖZLE SAHİPLENMEK
– Bahsettiğiniz ikinci neden nedir?
CANGÜL ÖRNEK – İkinci neden, Avcıoğlu’nun anti-emperyalizmi. Döneminin diğer sol aydınları gibi, Avcıoğlu da Tanzimat’la başlayan modernleşme sürecini bir yarı-sömürgeleşme süreci olarak yorumladı. Bu açıdan örneğin Niyazi Berkes gibi önemli isimlerle aynı noktada buluştuğunu söyleyebiliriz. Modernleşme tarihinin bu şekilde yorumlanmasına hak veremiyorum. Ancak Avcıoğlu, Türkiye’nin güncel durumunu incelerken ABD’ye bağımlı iktisadi ve askeri yapıyı büyük bir sorun olarak gördü. 1960’ların ikinci yarısında bu vurgu gittikçe daha fazla ön plana çıktı. Bu yıllarda Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan kritik gelişmeler ile Ortadoğu ve genel olarak Üçüncü Dünya’daki bağımsızlıkçı mücadelelerin kazandığı ivme, Avcıoğlu’nu emperyalist bağımlılığı birincil sorun olarak görmeye sevk etti.
Avcıoğlu’nun diğer görüşleri gibi anti-emperyalizmini de eleştirel bir gözle sahiplenmek gerekir. Çünkü örneğin emperyalizme bağımlılığın Türkiye’nin birincil önemdeki sorunu olduğu vurgusu bazı sorunlar barındırıyordu. Her şeyden önce, kendisi dışındaki milli demokratik devrimci aydınların ve hareketlerin de etkisiyle, anti-emperyalizmi sınıflar üstü bir politika olarak görme eğilimi yıllar içinde güçlenir. Bağlantılı olarak, “komprador burjuvazi” kavramını benimsemesi, yani sermayeyi işbirlikçi ve milli olarak ayırmaya başlaması, Avcıoğlu’nun analizindeki önemli sorunlardan biri. O dönem bir şey ifade etmiş olsa bile bugün Türkiye burjuvazisinin bir bütün olarak Türkiye’nin alt-emperyalist eğilimleriyle ve genel olarak emperyalizmle uyumu artık tartışma götürmeyecek kadar açık.
ANTİEMPERYALİZM VE SINIFLAR
– Söylediklerinizin ışığında Avcıoğlu güncel olarak ne ifade etmiş oluyor?
CANGÜL ÖRNEK – Bence bugün Avcıoğlu okurken, yazdıklarını nesnel gelişmelerin de ışığında rahatlıkla eleştirebilmeliyiz. Ancak aynı zamanda, örneğin, son birkaç ayda Suriye başta olmak üzere bölgemizdeki gelişmelerin emperyalist müdahalelerle ilişkisini göz önüne aldığımızda ve böyle bir ortamda Türkiye solunun kavram dünyasından emperyalizm kavramını bir süredir çıkarmış olmasının garabetini düşündüğümüzde, Avcıoğlu’nun anti-emperyalizminin kıymetli olduğunu da bilmeliyiz. Özellikle kendisini iktidar muhalifi olarak konumlandıran ama Batı’dan iktidarı frenlemesini bekleyen kesimlerin bu yaklaşıma çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Özetle: Avcıoğlu’nun görüşlerinin etkili olduğu 1960’lardan bugüne Türkiye’de ve dünyamızda çok şey değişti. Ancak bana kalırsa geri çağırmamız gereken, özellikle Türkiye’deki aydınların ve muhalif kitlelerin geri çağırması gereken, Avcıoğlu’nun sınıfsal halkçılığı ve bugün artık büyük sermayenin iştahla arzuladığı yayılma ve emperyalist bağımlılık ilişkilerini mahkum etmek üzere anti-emperyalizmidir.
– Radikal cumhuriyetçi bir düşünür olarak Doğan Avcıoğlu’nun basit bir darbeci, bu arada Türkiye soluna son 30 yılda iyice sızan yeni moda bir linçle “Kürt düşmanı” olarak tanımlanması mümkün mü? Avcıoğlu Türkiye solundaki hangi vitaminlerin eksikliğine erkenden dikkat çekmiş oldu sizce? İktidar hırsı ve ona yönelik örgütlenmenin dışında hangi boşlukları öne çıkarmış sayılmalıdır? Dinciliği Türkiye’de iktidar yapan liberalizme karşı ülkemizdeki en etkili panzehirlerden birinin ve belki de birincisinin Avcıoğlu solculuğu (veya onun “radikal kemalizmi”) olduğunu söylemek, abartı mı olur?
CANGÜL ÖRNEK – “Kürt düşmanı” kavramından başlayayım. Avcıoğlu, Kürt düşmanlığıyla suçlanabilecek son isimlerden biri. Burada konuyla ilgili bazı yazılarını hatırlatmak istiyorum.
1966 yılında YÖN’de yazdığı “Kürt Meselesi” başlıklı yazı, bugün bile pek çok insanın cesaret edemeyeceği bir açıklıktadır. Avcıoğlu, herkesin “Doğu sorunu” diye bahsettiği sorunun adını açıkça “Kürt sorunu” olarak koymuş, bunun sadece bir geri kalmışlık sorunu olmadığını belirterek etnik yönünü cesaretle vurgulamıştır. Bu açıdan öncü bir isimdir Avcıoğlu. Onu Kürt düşmanlığı ile suçlayanların, örneğin 1980’lerin Yeni Gündem’inde sorunun adını koyamayan ya da koymaktan korkanların yazıları meraklısı için arşivlerde duruyor.
KÜRT SORUNUNA BAKIŞ: BİRLİKTE OLMAK
Devrim dergisinde de bu konuyla ilgili yazılar yazıyor. Irak’taki Barzani hareketinin muhtariyet kazanması üzerine yazdığı ve Türkiye’de Kürt devleti kurulması tartışmalarını ele aldığı yazısında herhangi bir Türkçü ya da ırkçı ifadeye rastlayamazsınız. Dediği şudur: Kürt devletinin kurulması halkların yararına değildir. Hatta bu görüşünü desteklemek için Sovyetlerin politikasına işaret eder. Ancak Avcıoğlu şunu söylemekten de geri durmaz: Türkiye’de bir sorun vardır ve Irak’taki gelişmeler Türkiye’de de Kürt sorunu konusunda bir dizi reform yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu reformları sıralarken de bölgenin etnik özelliklerinin gözetilmesi gerektiğini özellikle vurgular. Yani Kürt devleti kurulmasını, birlikte mücadele etmesi gerektiğini düşündüğü halkların yararına saymaz ama Kürt sorunu olduğunu kesinlikle inkar etmez ve sorunun çözülmesi için önerilerde bulunur.
Bir noktaya daha dikkat çekeyim: Avcıoğlu okumadan İsmail Beşikçi’yi de anlayamazsınız. Türkiye’nin Düzeni ve Doğu Anadolu’nun Düzeni birbirini tamamlayan kitaplardır ve bir aydın kuşağının ortak bir kamusal tartışmayı köşetaşı eserler ortaya çıkaracak şekilde nitelikli çalışmalara dönüştürebildiklerini gösterir.
– Darbecilik suçlamaları konusunda ne söylersiniz?
CANGÜL ÖRNEK – Bu konuya gelince… Avcıoğlu’nda Türkiye solunun genel eğilimine paralel bir düşünsel gelişim gözlenir. 1960’ların ilk yarısında parlamento yoluyla mücadeleden umutludur. Hatta sosyalizme demokrasinin sağladığı yollardan gitmenin mümkün olduğu görüşündedir. Ancak zamanla parlamentonun Türkiye’deki gerici güçlerin bir aracı haline geldiğini gözlemler. Adalet Partisi’nin seçim başarıları, Türkiye İşçi Partisi’nin seçim başarısına bağlanan umutların suya düşmesi, ülkenin büyük bir ekonomik buhrana sürüklenmesi, halkın yaşadığı sıkıntılar ve ülkenin dışarıya bağımlılığının iyice ayyuka çıkması, Avcıoğlu’nu yeni yöntem arayışlarına iter. Avcıoğlu, Türkiye’de halkçı devrimci bir dönüşüm isteyenlerin yaşadığı sıkışmışlığı yaşamaktadır. Bu açıdan dönemin silahlı eylemi benimseyen devrimci hareketlerinin çıkış noktası onun da çıkış noktasıdır.
CUNTA, ZİNDE GÜÇLER VE HALK HAREKETİ
Parlamento gerici güçlerin egemenlik aygıtıdır ve bu aygıtın dönüştürülmesi başarılamamıştır. O zaman ne yapılmalı? Devrimci gençlerden farklı olarak, “zinde güçler” dediği sivil-asker aydın çevrelerin öncülük ettiği bir iktidar stratejisi geliştirir. Ancak her seferinde iktidar değişikliğinin tek başına bir cunta ile gerçekleşemeyeceğini, devrimin zinde güçlerin öncülüğünde ancak kesinlikle bir halk hareketiyle birlikte başarıya ulaşabileceği kanaatindedir. Başka bir yönden bakarsak; ordu içinde kendisini takip edenlere halk için ve halk hareketi olmadan yapılacak bir askeri müdahalenin yanlışlığını anlatmaya çalıştığını düşünüyorum.
Avcıoğlu’nun görüşlerinden, “ordu vesayeti” tartışmalarının yapıldığı 2000’lerde AKP’ye destek veren sol çevrelerce bir cuntacılık karikatürü çıkarılmıştır. Hiçbir sınıfsal derdi olmayan bu çevreler, 1960’lı ve 1970’li yılların dünyasını da o zamanın Türkiye’sini de, bu koşullarda devrim için bir çıkış arayan Avcıoğlu gibi aydınları da bilinçli olarak ve ne yazık ki AKP Türkiye’sini yaratmak üzere çarpıtarak gündeme getirmişlerdir. Bu aslında siyasi ve entelektüel bir istismardır.
Üstelik şunu da belirtmek gerekir: Avcıoğlu’nun Kemalizm ve Cumhuriyet eleştirileri, Türkiye’nin düzeninde nelerin yanlış olduğuna ve bu yanlışların yol açtığı kötü gidişatın nasıl engellenebileceğine ilişkin görüşleri, Türkiye’deki sol liberal çevrelerin Kemalizm eleştirilerinden daha Marksist, daha radikal ve daha devrimcidir. Sanırım unutmamamız gereken çok önemli bir nokta, küfür ile radikal eleştirinin aynı şey olmadığıdır. Avcıoğlu’nun bugün hâlâ güncel ve değerli olmasının nedeni Kemalizmin de radikal bir eleştirmeni olabilecek tarihsel ve derinlikli bir analiz gücü sergilemesinden kaynaklanıyor.
HER BAŞLIKTA SINIF ANALİZİ
– Türkiye’de 1923’ün tarihsel meşruiyetinin altını çizen ve buradan sol bir cumhuriyet projesine yürüyen Avcıoğlu’nun yarım yüzyıl önce önerdiği çözümlere dönüş önermek, acaba onu doğru anlamak mıdır? Yoksa onun açtığı kapıları genişletmek, bulgu ve saptamalarından hareketle yeni sosyalist bir yol mu inşa etmek gerekiyor? Nasıl?
CANGÜL ÖRNEK – Avcıoğlu’nun Türkiye’nin düzenine ilişkin eleştirilerinin haklılığı bugün bakınca çok açık. Üstelik sadece yapısal sorunlar açısından da değil. İktidarların uyguladığı politikalara ilişkin eleştirileri bile pek çok açıdan güncel. Örneğin iktisadi buhran yıllarında sermayenin vergi ödemediğini, vergi yükünün emekçilerin sırtına yüklendiğini uzun uzun eleştirdiği yazıları vardır. Bu yazılarında sermaye için yüksek vergi talep eder. Tarihini değiştirerek bugün aynı yazıları yayınlasak güncel durumu bile ne kadar isabetle anlattığını görürüz. Kuşkusuz bunun nedeni her başlığa sınıfsal bir anlayışla yaklaşmasıdır.
Çözüm önerilerine, daha doğrusu değişim için önerdiği stratejiye gelince… 12 Mart askeri müdahalesi, zinde güçler öncülüğünde bir radikal dönüşüm stratejisini tarihsel olarak yanlışlamıştır. Avcıoğlu aslında çok daha öncesinde, NATO’ya bağlı ordunun sınıfsal olarak halktan koparıldığının farkına varmıştı. Bunu yazmıştır. Ama ordu içinde bu dönüşüme direnen unsurlar olduğuna ve bu unsurların dengeleri değiştirebileceğine inanmıştır ya da inanmak istemiştir. Yanıldığını kendisi de acı şekilde öğrenir. O yüzden 12 Mart’tan sonra entelektüel enerjisini tarih araştırmalarına yoğunlaştırır.
Aynı şekilde milliyetçi güçlerin anti-emperyalizm ekseninde birleşmesini önerdiği yıllarda Türkiye’deki çelişkinin ana aksını emperyalizm-milli güçler ikiliğine yerleştirir. Az önce de bahsettim, sermayenin emperyalizm sayesinde büyüyen kesimini “komprador” olarak niteler. Bu niteleme, Avcıoğlu çok vurgulamasa da sermayenin “milli” bir kesimi olabileceği varsayımına dayanır. Halbuki kapitalizm ve emperyalizm ilişkisi birbirinden koparılamayacağı için kapitalist sınıfın emperyalizmle bağları da birbirinden kopmaz. Avcıoğlu teorik olarak bunu bilir ancak güncel politik kaygılarla Türkiye kapitalizminden “milli” unsurlar çıkarmaya çalışır. Bu da açık bir şekilde yanlışlanmıştır. O yüzden bugün büyük sermayeden, örneğin Koç’tan, Eczacıbaşı’ndan ilericilik bekleyenler için Avcıoğlu’nun yanlışları derslerle doludur.
Öyleyse Avcıoğlu’ndan bugün sol bir cumhuriyet projesi için nasıl yararlanabiliriz sorusunu sormamız lazım.
SOL BİR CUMHURİYET PROJESİNE AÇILAN KAPI
Bu noktada ilk soruya verdiğim yanıta geri dönmek istiyorum. Avcıoğlu, Cumhuriyet’in başarısızlığının nedenini, her şeyden önce yanlış sınıfsal tercihlerde bulur. Cumhuriyet, işçinin ve köylünün cumhuriyeti olamamış, sermayenin ve toprak sahiplerinin cumhuriyeti olmuş, varlığını bu sınıflara dayandırmıştır. Halka dayanmadığı ölçüde de attığı ileri adımları bile tek tek terk etmiştir. Çünkü Cumhuriyet devrimleri bir süre sonra bu egemen çevrelerin çıkarlarıyla açıkça çatışmıştır.
Cumhuriyet, yönetici sınıfının anti-komünizmi ve Soğuk Savaş’ta Batı ittifakı ile kurduğu bağlardan ötürü de kaybetmiştir. Örneğin Köy Enstitüleri’ni toprak sahipleri ve anti-komünist bürokratlar istemediği için kendi eliyle yok etmiştir. Demek ki yeni bir Cumhuriyet için sınıfsal çıkarların varlığını reddetmek yerine onları esas almak gerekiyor. Türkiye’yi çürüten anti-komünizmden ve Batı ittifakını kutsal sayan yaklaşımdan hızla uzaklaşmak gerekiyor. Bunlar birer siyasi ilke olarak benimsenmeden de bugün örneğin laiklik için mücadele verebilirsiniz, Cumhuriyet’in mevzilerini terk etmemek üzere direnebilirsiniz ama buradan yeni bir atılım çıkaramazsınız.
SIRADAKİ: Gamze Yücesan-Özdemir: “Avcıoğlu bu topraklardaki devrimci ve sol tarihin mirasıdır”
(Yazı dizimizdeki tüm mülakatlara aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz…)