April 23, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Sanayisizleşen demokrasi? Almanya’da karşıt kanatlarda ortak hedefler

Sanayisizleşen demokrasi? Almanya’da karşıt kanatlarda ortak hedefler

CEMİL FUAT HENDEK

Kapitalizmin bir türlü aşılamayan krizi sürmekteyken, emperyalist hiyerarşi içinde iyice yükselen gerilimi tartışıyorduk. Derken Trump’ın paldır küldür girişip ortalığı dağıtmasıyla farklı bir içerik düşüverdi önümüze: Dünyanın en gelişkin ülkelerindeki “sanayisizleşme”!  Tabii en başta ABD’nin durumu. Dünyanın en tepesine çöreklenmiş bu emperyal gücün “ithalat cenneti” haline gelirken dışa bağımlılığının da ne denli arttığı, kimseye hesap vermek zorunluluğu olmaksızın habire dolar basarken ne denli borca battığı iyice ortaya döküldü. Daha doğrusu, herkes, epey zamandan beri bilinen, ama sadece tek tük bahsi geçen bu konuyu tartışmaya başlayıverdi.

ABD ölçüsünde olmamakla birlikte Avrupa’da da aynı sorun geleneksel emperyal merkezleri -örneğin Almanya’yı- tehdit etmekte. Bu da tabii tekelci sermaye çevreleri arasında telaşa neden oldu.  Farklı çıkarları nedeniyle yaklaşımları da farklı olan bu sermaye çevrelerinin sadece tartışmakla yetinmeyeceği belliydi. Gerilimden boşalan enerjiyle beslenen taraflar şimdi giderek hırçınlaşarak iktidar mücadelesine girişmiş bulunuyorlar.

İki tarafı kabaca tarif etmek için şöyle diyebilirim:

Vur-kaçla sermayedar kasalarını tıka basa doldurmuş, yeni yeni milyarderler yaratmış olan düzenin devamından yana olanlar, yani borsa kumarbazları, tefeciler, korsanlar, kapkaççılar bir tarafta. Bunlar çekirge sürüleri gibi ülkeden ülkeye, borsadan borsaya uçarak sermayeleri süpürmeye devamdan yanalar. Onların karşısında da, emperyal konumlarını yitirme ve büyük krizlere sürüklenme tehlikesine karşı yeniden güç toplamak gerektiğini düşünenler. Bunlar da sadece  bir süreliğine gümrük sınırlarının içine çekilerek sanayilerini “tedavi etmek”, ekonomilerini sağlamlaştırmak istiyorlar. Bu grubu biraz da moda bir Türkçe ile ifade etmek istersek belki şöyle diyebiliriz: “Yerli ve milli” olmak isteyenler!

Ne var ki, bu iki siyasi yönelişin eskiden bulundukları kalıplar ve cepheler içinde olduğunu düşünmek bizi hata yapmaya götürebilir.

Siyasi yelpaze eskiden, sistem içinde kalmak koşuluyla kabaca şöyle ayrılıyordu: Bir yanda ucu faşistlere dek uzanan muhafazakâr/sağcı/daha otoriter yönetimlere eğilimi olan/silah üretimini teşvik eden/savaşa da bir olasılık olarak bakan/orduyu güçlendirmek isteyenler vardı. Onların karşısında da komünistlerden başlayarak ilerici/solcu/demokratik hak ve özgürlüklerin korunmasından yana olan/silah üretim ve ihracatını, ordunun güçlendirilmesini engellemek isteyen/savaş karşıtı, barıştan yana güçler yer alıyordu. Her iki taraf da finans sermayeye, uluslararası tekellere, ülkelerinin emperyalist çıkarlarına hizmette kusur etmemekle birlikte kendine özgü yol ve yöntemler kullanıyordu.

CEPHELER VE YÖNTEMLER KARIŞIYOR

Şimdilerde ise cepheler, yöntemler hepten karışmış durumda. Yukarıda özetlediğim tamamen karşıt doğrultudaki siyasi eğilimlerin, her iki cephede ve bütün partilerde temsilcileri bulunuyor. Bir benzetme yapmak gerekirse, siyasette istikamet belirleyen “toptancılar” tedirgin olup, pazar karışınca, ortalıkta dolaşan tezgâhtarlar da birbirine karışıyor. Şu sıralarda kim ne istiyor?  Kim kime karşı? Kim kimle yan yana duracak? Peşin olarak yanıtlanamayacak daha bir dizi soruyla karşı karşıyayız. 

Öte yandan, bu keşmekeş içinde bazı manzaralar da apaçık görünür hale geliyor. Örnek mi?

Sağım, solum, saklanmayan sobe! Ülkelerinde ister iktidarda olsunlar, ister muhalefette, halk arasında ister sağcı bilinsinler ister solcu… Tekelci sermayenin hizmetinde sıraya girmiş bütün düzene sadık siyasi partiler önlerine şimdi ortak bir görev koymuş oldular: Krizlerle örselenmiş ekonomilerini, ABD tarafından dayatılan gümrük vergileriyle yeni kayıplar yaşamasını ve  belirsizliğe sürüklenmesini engellemek ve yeniden güçlendirmek…

Bu görev doğrultusunda birbirinden farklı yöntemlere başvurmak üzere yola çıkıyorlar. Ne var ki, bazı yöntem farkları olsa da, birleştikleri bir ortak nokta var: Her iki kanat da emperyal çıkarlar için dünyayı tekrar gözden geçirmekle işe başladılar. Ve burada çok önemli bir başlık daha çıktı önlerine: İçeride rahatsızlık yaratma potansiyeli biriktirmekte olan işçi sınıfını iyice baskılamak! En yoksul ve eğitimsiz kesimlerden başlayarak toplumu olanaklar elverdiğince emperyal hedeflerin hizmetine gönüllü yazmak, zamanı geldiğinde ünlü Almanca deyimle top mermilerine yem olmak üzere heyecanla ve yarışırcasına siperlere koşacak hale getirmek için kolları sıvadılar.      

Bunları nasıl punduna getirecekleri konusunda henüz anlaşmamış olmalarına karşın birleştikleri bir nokta daha var: Ekonomik zorlukları aşmak için 1980’lerde Almanya’da olduğu gibi ya da 2008 krizinde Avrupa bankalarını, yatırım şirketlerini ve borsaları çukurdan çekip çıkarmak için başvurdukları yolu devreye sokmak: Devletlerin kasalarında birikmiş trilyonlarca avro serveti tekellerin hizmetine sunmak. Ona paralel olarak Avrupa Birliği kasalarını da boşaltmak. O da yetmediğinde devletleri borçlandırmak. Böylece tekelleri teknolojik yenilenmeye, yeni üretim alanları yaratmaya teşvik etmek. Ayrıca bu kaynaklardan yararlanarak emperyal etki alanlarını genişletmek. Yardım ya da karşılıklı işbirliği anlaşmalarıyla maskeleyerek ekonomik, siyasi, kültürel alanlarda yatırımlara yönelerek görece daha az gelişkin ülkeler üzerinde her alanda hâkimiyeti yeni aşamalara yükseltmek.

DOLUDİZGİN MİLİTARİSTLEŞME

Bu noktada çok ağırlıklı bir kalem olarak askeri alan ve ülkenin militaristleştirilmesini ayrıca saymak gerekiyor. Bu da sadece silah üretimine hız vermek, orduları büyütmek, sınır dışında kara, deniz ve hava üsleri kurmak, oralarda asker bulundurmaktan ibaret görülmemeli. Avrupa ülkelerinin savaş hazırlığına girişmesi, ülke içindeki hemen bütün toplumsal alanlarda da yeni yatırım ve değişiklikler anlamına gelmektedir. Bunun için gündeme gelecek bir listenin, hastahanelerden başlayarak birçok kamu hizmetinin askeri gereksinime uygun hale getirilmesinden tutun da hızlı yolların aynı zamanda uçak pisti olarak hizmet edecek şekilde güçlendirilmesine dek nerelere kadar uzanacağını, mali bilançosunun kaç sıfırlı olacağını hiç kimse hayal edemez. Maliyetin en ağır şu iki kaleminin ise, iş işten geçtikten sonra bile tam hesaplanamadığını insanlık nicedir öğrenmiş olmalı: Birincisi hazırlık sırasındaki sömürü, halkın sırtına vurulan yükler… İkincisi de kışkırtılan savaşın getirdiği ölüler, sakatlar, dul, öksüz ve yetimler…

Avrupa’da siyasi yelpazedeki partilerin çok ezici çoğunluğu şimdilik işte bu doğrultuda birleşmiş görünüyor.

Ezici çoğunluk dediysem de bunlar siyaset kulvarlarının stratejik noktalarına yerleşmiş, oransal olarak bir avuç diyebileceğimiz asalaklardan ibarettir. Asıl ezici çoğunluk, milyonlarca işçi, emekçi, dürüst insan ise bunları durdurabilecek gücünün bilincinde olmaksızın ve başlarına geleceklerden habersiz bu kulvarların dışında, örgütsüz dolaşmakta.

“YERLİ VE MİLLİ” İDDİALARINA ZORUNLU NOT

Bitirmeden, “yerli ve milli” üzerine zorunlu bir notum var: Yazının bir yerinde, Avrupa’da düzen solunun da benimsendiği bir yaklaşımı tamamen ironiyle “yerli ve milli” olarak adlandırmıştım. Sakın ola ki, yanlış anlamaya meydan vermiş olmayayım. Bu yolu benimseyen, devletin koruyucu elini tekellere destek için pazara sokmaktan yana olanlar, “gümrük duvarları”ndan, “devletin kaynaklarına başvurmak”tan falan bahsetmekle birlikte emperyal doğaları gereği kesinlikle “yerli ve milli” değildirler. Bu konuda Avrupa Parlamentosu’na bağlı komisyonlar, komiserlikler de şaşmaz biçimde aynı görüşle çalışmakta. Tek tek projelere verilecek fonlar da, daha en başından, henüz bütçeler ayrılırken “yerli” amaçlara hizmet ediyor görünse bile, emperyal hedeflere hizmet edecek şekilde formüle edilmektedirler. Burada dolaylı olarak söylenenin somut tercümesi şöyledir: “Bu fonu istiyorsan, bizim çizdiğimiz kalıplara uyacaksın!”

Kısacası bu emperyal güçler arasında “yerli ve milli” olan herhangi bir şeye en ufak bir tahammül yoktur!

Buna rağmen AB’de “züccaciye dükkânındaki davranışlarını” uzaktan seyrediyor, adet yerini bulsun diye mırıltı halinde eleştirir gibi yapıyor, sonra da kulaklara “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının devamının arzulandığı” fısıldanıyorsa… Bundan yapılacak ilk çıkarsama şu olmalıdır: Bizdeki iktidar çevrelerinin “yerli ve milli” olma iddiasının ciddiye alınacak hiçbir yanı yoktur!