March 14, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Ceyda Karan ile Rusya-Ukrayna-Suriye hattı: Dünyayı büyük bir kapışma bekliyor

Ceyda Karan ile Rusya-Ukrayna-Suriye hattı: Dünyayı büyük bir kapışma bekliyor

Türkiye’nin kapısında süren savaşlardan biri de Ukrayna’da yaşanıyor. Gazeteci ve yazar Ceyda Karan bu savaşı ve Suriye’deki gelişmeleri başından itibaren çok yakından izleyen, dolayısıyla konuyu iyi bilen haberci ve analistlerden. Rusya’nın kaybeden olmadığını, ancak dünya barışının bir uçuruma sürüklendiğini hatırlatan Karan, “Pax Americana’nın sonu geldiyse, çiviyi çakacak olan Trump. Maalesef bizim kuşağın da kaçamayacağı bir büyük kapışma bekliyorum” görüşünü savunuyor. Ceyda Karan, sorularımızı yanıtladı.

– Yakından izlediğiniz bir konuyla başlayalım: “Rusya’nın bir anda çekilerek Suriye’yi şeriatçı militanlara bıraktığını, böylece ABD’nin Afganistan’da yaptığı işi yinelediğini” ileri sürenler, sizce, nerede haklı ve nerede haksız? Bir başka ifadeyle, Rusya Suriye’yi, Esad yönetimini sattı mı? Sattıysa neden ve nasıl? Satmadıysa, başka bir hesap güdüyorsa, bu ne olabilir?

CEYDA KARAN – Suriye yönetiminin uzun bir iç kargaşa, savaş ve ağır Amerikan yaptırımlarının (Sezar Yaptırımları) ardından beklenmedik bir hızla çöküşü, haklı olarak belirttiğiniz kanaatleri ortaya çıkardı. Ancak bu kanaati, neden-sonuçları ve bağlamlarıyla somut olarak doğrulayacak bir kanıt yok. Suriye bağlamında en başta “Böylesi bir çöküş Rusya’nın yararına mı?” diye sorulması ve yanıt verilmesi gerekli. “Komplo kurmak” yahut “satmak” gibi kanaatler belirtiliyorsa, ne gibi bir çıkar elde edildiğine yahut elde etmeyi düşündüklerine de anlamlı bir yanıt sunmak gerekir.

DİKKATİ DAĞILAN RUSYA

Rusya’nın kolektif Batı’nın Ukrayna üzerinden yürüttüğü vekalet savaşta askeri, siyasi, diplomatik ve ideolojik bağlamla dikkatinin dağıldığı söylenebilir. Suriye’nin çöküşüyle zorda kaldığı kesinlikle söylenebilir. Zira bu çöküşle, Suriye çatışması siyasi sürece girdiğinden beri bölgede istihbarat üssü ve Afrika operasyonları için elverişli üsleri tehlikeye girdi. Kiev’e meyleden ve Amerikan yaptırımlarını “gönülsüz” gibi yaparak uygulayan Türkiye karşısında el üstünlüğünü “yitirdi”. Şu an HTŞ’nin “meşruiyet” hesapları ve Suriye devletinin çöküşü sonrası diğer aktörlerin hesapları nedeniyle Rusya üsleri tamamen kapatılmamış olsa bile, önceki işlevleri yitirilmiş görünüyor. Putin’in “limanın insani yardım için kullanımı” ifadeleri gayet açıklayıcı. HTŞ, limanın sivil ayağını işleten Rus şirketinin anlaşmasını geçenlerde iptal ettiğini duyurdu. Tabii eğer Şam’daki HTŞ hükümeti “meşru” kabul ediliyorsa…

O zaman öncelikle Rusyalıların “intihara meyilli oldukları” gibi iddialarımız yoksa “Suriye’yi sattıkları” teması saçma. Rus devlet aklının “kendi ayağına kurşun sıkmak” gibi eğilimleri olduğunu düşünmüyorum. Ancak Batı medyasının da katkılarıyla ani gelen çöküşün yarattığı psikoloji, kimi çevreleri bu türden algılara itti.

Rusya’nın pozisyonu açısından ortaya çıkan durum açık: Türkiye’ye karşı el üstünlüğünün -tümden olmasa bile- yitirilmesi, Körfez bölgesiyle ilişkilerinde güç pozisyonunda zafiyet oluşturması, Ukrayna’da saldırgan bir kolektif Batı’ya karşı askeri, siyasi, ekonomik ve ideolojik bir mücadeleye tutuştuğu bir esnada dünya çapında imajını zedelemesi. Bugün Rus liderliğinin açıkça deklare edilmiş “pragmatik dış politika” uyarınca yönetmeye çalıştığı bir kriz var.

Bu tür algılarda, kanımca Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya Federasyonu’nun dış politika çizgisinin yeterince anlaşılmaması rol oynuyor. Öncelikle SSCB’den yetişme “son kuşak” diyebileceğimiz yönetici akıl, Doğu Avrupa’dan Afganistan’a Sovyet dönemindeki “müdahaleler” tarihinden “anti-müdahalecilikle” çıkanlardan oluşuyor.

– Kimler bunlar? Ya da nasıl bir müdahale var?

CEYDA KARAN – Örnek verelim. Gürcistan, 2008 vakası… W. Bush idaresinin desteği ve aleni kışkırtmasıyla (Hemen öncesinde Tiflis ziyaretindeki mitingi) Tiflis yönetimi Güney Osetya/Abhazya’daki donmuş çatışma bölgesine saldırıp Rusya barış güçlerini öldürerek savaşı başlatmıştı. O zamanki Rusya ordusu Tiflis’in kapılarına kadar gitti, ancak ne dönemin lideri Saakişvili’ye dokundu ne rejim değişikliğine soyundu. Saakaşvili “kravatını yemekle” başbaşa bırakıldı. Rus birlikleri Güney Osetya/Abhazya meselesini “halledip” çıktı. Esasen Ukrayna özel harekâtı da Gürcistan senaryosuyla başlamıştı.

Rusya’nın “dış müdahale” çerçevesi Suriye sahasında da benzer izlekle anlaşılabilir. 2015 koşullarında IŞİD olgusu ve Suriye yönetiminin çöküşünün eşiğine geldiği (dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry IŞİD’in rejimi devireceğini görerek izlediklerini alenen itiraf etmiştir) bir ortamda, Rusya Şam ile savunma anlaşmasından hareketle özel güçleriyle sınırlı askeri yardıma koşmuştu. Bu zor bir karardı. Rusya’da SSCB tarihsel deneyimleri eşliğinde “müdahale tartışmaları” kopmuştu. Devlet Başkanı Vladimir Putin’in daha işe başlarken, “Suriyeliden fazla Suriyeli olmayacağız” sözleri bunun açık ifadesidir.

Rusya’nın Suriye macerası, “rejim değiştirmek, inşa etmek” gibi hedefler taşımaz. Elbette SSCB döneminden kalma ilişkiler ve üslerin varlığı ile ABD karşıtı küresel bilek güreşinde jeopolitik hesaplar barındırır. Ama somut olarak 2010’lu yıllarda yeni İslamcı ve cihatçı yükseliş ile Kafkasya ve Orta Asya üzerinden doğrudan Rusya’yı etkileyecek sonuçları bakımından yaklaşılmıştır. Bu durum açıkça ifade de edilmiştir.

“RUSYA SATTI” MI GERÇEKTEN?

Bu hamle en baştan Şam’ın iç işlerine, siyasi süreçlerine müdahale barındırmaz. IŞİD mağlup edilip, Halep kurtarıldıktan sonra siyasi-diplomatik sürece dönülmesi şaşırtıcı değildir. O noktadan itibaren Rusya açısından daha da karmaşıklaşan küresel resimde ‘ortaklıkla’ ifade edilen ülkelerin uzlaştırılması söz konusu olmuştur.

Bunun bir ayağı Türkiye ile Suriye’yi uzlaştırmak çabasıdır. Diğer ayağı da Suriye içi uzlaşma olmuştu. Moskova aslında bugün Suriye devletinin çöküşünün ülke kaynaklarını -tarım arazileri, petrolü- yıllarca ellerinde tutarak asıl müsebbipleri olan kuzeydoğuda doğrudan ABD destekli yapı ile Şam’ı uzlaştırmaya çalıştı. Hatta Rus diplomasisi ironiktir: Bugün HTŞ ile SDG arasında müzakere konusu edilen “Kürtlere kültürel özerklik ve adem-i merkeziyetçilik” içeren kapsamlı bir öneriyi de sunmuştu. Elbette dayatma değil tartışmalara zemin olarak…

Velhasıl bugünkü tablo “Rusya sattı” argümanının altını doldurmuyor. Görebildiğim şu: Rusya bugün “büyük güç” pozisyonundan sahadaki durumu yönetmeye çalışıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyesi olarak Suriye’deki süreçten tamamen dışlanmaları mümkün değil. Siyasi iddiaları bakımından ideolojik planda haklı eleştirilerle de karşı karşıya kalıyorlar. Moskova için Suriye’deki çöküşün “küçük kaybedeni” İran için de -bölgesel idealleri düşünüldüğünde büyük kaybeden- diyebiliriz. Tabii yarın ne olacağını bilmiyoruz. 

Bu süreçte Rusya yönetiminin yaptığı Suriye Cumhurbaşkanı Esad’a resmi sığınma vermek oldu. Bu da ülkenin siyasi gelenekleriyle uyumludur. “Esad’ın iade edilebileceği” gibi iddiaların temeli olduğunu düşünmüyorum. Oldukça “legalist” bir devlet olan Rusya’nın sığınma tanıdığı bir siyasi lideri, genel duruşuyla örtüşmeyen bir yapıya teslim edeceğini hiç zannetmiyorum.

Kimilerinin sorduğu “Rusya neden çöküşten önce yeterince yardım etmedi?” sorusu belki daha anlamlı. Ve asıl yanıt da Şam’da saklı.

Burada öncelikle Suriye devletinin “rijit” karakterini dikkatten kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. Devlet geleneğinin Hafız Esad’la şekillenen Arap Sosyalist hareketi BAAS’ın dış yardımı “sömürgecilik” olarak algılayan tutumunu hesaba katmak gerekir. Rusya’nın kredi yahut ordu eğitimi sunmayı önerdiğinde Şam tarafından reddedilmesi, veyahut Çin’in birkaç yıl önceki girişimlerinin de geri çevrilmesi Türkiye’de doğrusu pek de tartışılmadı. Sadece son dönemde Arap ve özellikle Körfez devletlerine yönelim anıldı. Belki daha gerçekçi sebep olarak, Esad yönetimi etrafında bol paralar kazanan yerel iş âleminin Rusya ve Çin gibi ülkelerin sermayesini istememiş olması düşünülebilir.

– Almanya-Rusya ilişkileri nereye gidiyor sizce? Rusya’nın ucuz enerji katkısı olmadan Almanya’nın bir “jeoekonomik güç” olarak varlığını sürdürmesi mümkün mü? Bu çıkmazdan kim kârlı çıkar, kim zararlı çıkar? Bu tablo Avrupa merkezli uluslararası siyasete nasıl yansır?

CEYDA KARAN – Ukrayna çatışması Rusya-Almanya denklemini topyekûn altüst etti. Kısa vadede düzelmesini mümkün görmüyorum. Kuzey Akım-2 boru hattının ABD operasyonuyla imha edilmesi sonrasında Berlin’in aldığı tavır sadece Rusları değil tüm dünyayı şoke etti. Almanya gibi bir sanayi ülkesinin kritik altyapı projesinin sabote edilmesini sineye çekmesi çok çarpıcı. Kendi ekonomilerinin imhasını izlediler. Rasyonel akılla izahı yoktur.

ALMANLARIN İRRASYONELLİĞİ

Aynı irrasyonel akıl bizi başka yerlere de götürüyor, maalesef. Üç yıllık savaş sürecinde Alman siyasilerin adeta bilinçaltlarının tezahürü olarak 1945’te takılıp kaldıkları izlenimi edinmemek zor. Almanya’nın nazi geçmişini “lanetleme” halinden Kiev’de İkinci Dünya Savaşı’nın nazi işbirlikçilerini alenen yücelten yapıya kol kanat gelmesine varan durumun Alman halkının dikkatinden nasıl kaçırıldığını anlamakta zorlanıyorum. Medyanın rolü olsa bile, bu nasıl bir hafızasızlık.

Ruslar, Almanların bu irrasyonel halini “ABD’nin vasallığını” üstlenmek olarak görüyor. Berlin’in ulusal çıkarlar bağlamında bağımsız hareket etme iradesinin olmadığı görüşündeler.

Rusya’nın bakışını yansıtan son örnek çarpıcı: Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un son makalesindeki benzetme. Lavrov, Trump’ın “Önce Amerika” sloganını eleştirirken, Hitler’in nazi Almanyası’nın “Deutschland über Alles” şiarı ile paralellik kurdu. Bu aynı zamanda Almanya açısından manidardır. Hele de 23 Şubat seçimleri öncesi Alman siyasetinin tartışmaları düşünülürse…

– Berlin’de “Almanya için Alternatif” (AfD) bir iktidar olasılığı şu anda bile. Ortaklıklar için bastırıyor. Siz nasıl görüyorsunuz bu gelişmeyi?

CEYDA KARAN – Seçimlerde ipi Hristiyan Demokratların (CDU/CSU) kazanması beklenirken, AfD’nin yükselişinin kaygı verici görüldüğü anlaşılıyor. Peki AfD aslında CDU/CSU’nun “makyajsız hali” değil mi? Belki Almanya siyasetini çok daha yakından izleyen sizler daha iyi yanıt verebilirsiniz. Görebildiğim kadarıyla sol cephede Sahra Wagenknecht’in, küçük ve orta burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki ittifakın tesisiyle daha olumlu bir rol oynaması mümkün olabilir, belki de. Ve Avrupa’da benzerlerinin yükselişi tersine dalga yaratabilir. Neoliberal küreselleşmenin ağır maliyetleri anılmadan artık soldan nasıl bir analiz yapılabilir?

Almanya’nın yeniden jeoekonomik bir güç olmasını açıkçası tahayyül edemiyorum. Rusya’dan ucuz enerji yerine ödenen üç kat bedellerle, bu mümkün mü? Artık denklemde bir de Avrupa’ya gümrük tarifeleri koyacağını söyleyen bir Trump var…

Özetle Rus liderliği artık Almanya öncülüğündeki Avrupa’yı Ukrayna krizinde yapıcı bir aktör olarak görmüyor. Avrupalılar ise, ABD’ye rağmen Ukrayna savaşını sürdürmekten, silah vermekten söz ediyorlar. Bu yolda ısrar Avrupa’nın kaçınılmaz olarak yeni entegrasyon ve saldırganlık yörüngesine girmesi anlamına gelir. Diğer yandan AB projesini sarsacağı açık. Doğrusu bu “savaşçı” politikalarını daha ne kadar sürdürebileceklerini merak ediyorum. Bugün sorunu AfD’ye atıyorlar. Ancak devam ederlerse, silahlanmaya ayıracakları paralar eşliğinde Avrupa’dan 1930’ların hayaletlerini hortlatma potansiyelleri bulunduğu düşüncesindeyim. Umarım yanılırım.

KAZANANLAR VE KAYBEDENLER

– Analizlerinizden, programlarınızdan Rusya’nın Ukrayna’daki savaşın kazananı olduğunu, Batı’nın bu açık gerçeğin üzerini örtmek için büyük çaba harcadığını, özellikle medya üzerinden manipüle edilmiş haberlerle kampanyalar açmaya çalıştığını öğreniyoruz. Rusya’nın bu çatışmada neler yitirdiğini ve neler kazandığını çözümlerseniz, neleri öne çıkarırsınız?

CEYDA KARAN – Öncelikle motifleri ve geçen üç yılı doğru anlamalı… Rusya’nın Ukrayna savaşına hiç istemeden ve mecburiyetten girdiği saptamasını yapmak gerekir. Ukrayna dosyasının çözümü 2014’teki Kiev darbesinden -ve hatta 2004’teki Amerikancı “Turuncu” karşıdevrime rahatlıkla götürülebilir- sonraki 8 yıl boyunca müzakereli çözüm arandı. Savaş 2023’de başlamadı, benim 2018’de bizzat gidip gördüğüm ülkede içsavaş vardı.

Esasen Kiev yönetiminin 16 Şubat 2022’de başlayan saldırısına (bkz. AGİT’in birkaç gün içinde 2000 ateşkes ihlali kaydı) 24 Şubat’ta Rusya’nın verdiği yanıt, yukarıda izah ettiğim Gürcistan senaryosunun tekrarı olarak başlamıştı. Yaklaşık 100-120 binlik bir güçle Ukrayna gibi Avrupa’nın en büyük ülkesinin istilası akıl dışıyken (ABD Ukrayna’nın yarısı kadar olan zayıf Irak’ı 250 bin askerle işgale girişmişti) 2014’ten bu yana BM Güvenlik Konseyi (2202) onaylı anlaşmanın uygulanmamasının sonucuydu. Elbette hukuki argümanlar tartışılabilir ama bunun acılı tercihler içeren büyük bir siyasi dosya olduğu unutulmamalıdır.

Bu üç yıl içinde Batılılar güçlü medyalarıyla “anlatıyı” belirledi. Temel izlek, bizzat kendilerinin Rusya’ya niyetler ve hedefler belirlemesi, mevzu bunlara uymayınca “mağlubiyet” biçmesi oldu.

Öncelikle her şey kısa sürmesi beklenerek başlamıştı. Rusya güçlerinin asıl harekât bölgesi Donbass dışında başkent Kiev’i üç koldan sarması, Mart ayında Belarus ve İstanbul’a taşınan süreçte Moskova’nın Minsk çerçevesiyle uyumlu taleplerini kabul ettirmek içindi. Anlaşma sabote edilmemiş olsaydı, Gürcistan’da 8 günde biten iş burada üç-dört haftada bitmiş olacaktı. Bugün eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett’in ve Ukrayna heyetinin başındaki David Arahamya’nın anlatımlarından biliyoruz. Boris Johnson’ın başrolü oynadığı Batı sabotajıyla İstanbul anlaşması hakiki bir savaşa dönüştü.

Bu süreçte Angela Merkel’in 2022 sonundaki röportajlarından, BM Güvenlik Konseyi 2202 sayılı kararıyla onaylı, yani uluslararası hukuk niteliğindeki Minsk anlaşmasının “Rusya’yı oyalamak, Ukrayna’yı silahlandırmak için kullanıldığını” açıkça dile getirdiğini biliyoruz. New York Times’ın 2023 baharındaki haberinden Ukrayna’nın sekiz yıl boyunca Rusya’ya karşı örtülü savaş için kullanıldığını da…

AB’nin dış ve güvenlik politikasının başına getirdiği küçük Baltık ülkesi Estonya’dan Kaja Kallas, “Rusya’yı küçük parçalara ayırmak gerektiğini” söylüyor. Yeni değil. Batılı siyasi elitler senelerdir söylüyor.

RUSYA VE MOTİVASYONLARI

Rusya’nın motivasyonunun iki ayağı ortada: İlki, kendilerinden saydıkları “kardeş halk” ve Rus/Sovyet yaratımı bir ülkenin bizzat Rus ve Rusça konuşan nüfusu. İkincisi, Batı’nın doğrudan Rusya’yı hedef alması. Yani SSCB’nin çöküşünde “yarım kalan” işin tamamlanması. Engin doğal kaynaklara sahip çok uluslu bir devlet yerine Yugoslavya modelinde bir parçalanma, rejim değişikliğine girişmesi.

Açıkçası “liberal hayır” diye sunulan bu hedefleri, bırakın Rusya liderliği ve güvenlik devletini, Rusya kapitalizmiyle gelişen orta sınıfın küçük bir kesimi dışında Rusya’da kimseye kabul ettiremezsiniz. Rusya Federasyonu halkları devrim ve yıkımlar üzerine sadece konuşan değil, bizzat deneyimlemiş bir yapıya sahip.

Çatışmanın maliyetlerine gelince… Rusya için kolay olmadığını belirtmek gerekir. Elbette çok sayıda insanlarını yitirdiler, dünya kapitalizminin en büyük mali güçlerinin hedef oldular ve haliyle ekonomilerinde güçlüklerle karşılaştılar. Ancak büyük zarar gördükleri yahut çöktükleri/çökecekleri anlatısı doğru değildir. Abartılı anlatılardan yanlış analizler çıktı.

– Bu abartılara örnekler verebilir misiniz?

CEYDA KARAN – Tabii, örneklerle açalım… Deniyor ki, “Rusya çok asker kaybetti.” Batı medyası, bugün Trump’ın da kulağına söylenenlerden tekrarladığı “400 bin kayıptan” söz ediyor. Kimse BBC’nin de dahil olduğu açık kaynaklar, cenaze törenleri vs. derlenen verilerle elde edilen “Mediazona” projesine bakmıyor. Rusya’nın asker kayıpları en son baktığımda 85 bin veriliyordu. Bunu yaralılarla birlikte 100 bine ve 120 bine çıkaranlar var. Benim itibar ettiğim kaynaklar, Rusya ve Ukrayna kayıplarını 1’e 8 ve hatta 1’e 10 olarak vermekte. Ukrayna kaynakları bugün BM’nin üç yılda 8 bin olarak verdiği sivil kayıpları (Gazze ile kıyaslayın) yükseltmek ve askeri kayıplarını da az göstermek için sayılarda kaydırma yapmaya çalışıyor. Tek gerçeği değiştiremiyor: Kiev cepheye sürecek asker bulamaz, askerlik yaşını 18’e indirmenin eşiğine gelirken, Rusya’da her ay gönüllü toplama sayıları 18-25 binle ifade ediliyor.

Her koşulda hem Rusya hem Ukrayna için insan kaybı üzücüdür. Moskova’nın 2021 Aralık ayında NATO ve ABD’ye iki anlaşma taslağını müzakere etselerdi, başka hedefleri olmasıydı, bu çatışma hiç yaşanmazdı…

– Rusya toprak kazanamadı, iddiaları da var…

CEYDA KARAN – Evet, yine bir başka anlatı… “Rusya toprak kazanamadı, şurayı alamadı, burayı alamadı”. Buradaki sorun da yine Batı’nın Rusya adına koyduğu hedeflerle ilgili. Rusya özel harekâta, “şurayı alacağız, burayı alacağız” diye girişmedi. Esasen bilerek belirsiz bıraktılar. Putin’in ortaya koyduğu hedefler, hatırlarsanız, “demilitarizasyon” ve “denazifikasyon”. Bunun anlamı, askeri makinenin imhası ve ideolojik anlamda banderacılığın yenilmesi. Yine askeri strateji temelinde 2022 sonbaharından itibaren izlenen “yıpratma savaşı”.

YIPRATMA SAVAŞINDAN HIZLI ÇÖKÜŞE

Sovyet askeri doktrini uzmanı olan eski NATO görevlisi Jacques Baud’ya bakarsanız, “Rusya üçüncü Ukrayna ordusunu imha etmekte”. Sovyetlerden kalma silahların ezici kısmı ve daha deneyimli askeri personel imha edildi, yerlerini Batı silahları ve onları kullanmakta zorlanan, Batı tarafından eğitilenler aldı.

Batı İstanbul anlaşmasını sabote ettiğinde Putin, 2022 Temmuz’unda  “Daha başlamadık bile” demişti. Anlamı, Gürcistan senaryosu işlemeyen Moskova’nın “uzun savaş” için hazırlanmasıydı. Sonbaharda kısmi seferberlik ilan edildi, 2023 yazındaki Batı destekli Kiev yaz taarruzuna karşı Surovikin hattı kuruldu. 2023 yazı Kiev için bozguna döndüğünden beri “yıpratma savaşı” yaşanıyor. Bunun anlamı hızla alan kazanmak değil, hasım gücün askeri kapasitesini imha. Bu olduğunda, zaten hızlı çöküş gelecek.

Bu süreçte Batı savunma sanayilerinin pahalı ürünlerinin Rusya’ya engel olabilecek “mucize” silahları olmadığı anlaşıldı. Leopard’lar, Abrams’lar, Challenger’lar, ortalıkta görünmeyen F-16’lar… Hiçbiri oyun değiştirici değil. ATACMS’lar yahut Storm Shadow’lara Rusya hava savunması adapte oldu, büyük çoğunluğu imha ediliyor. İHA’Larla Rusya askeri yapısına yahut yakıt depolarına verilen küçük hasarların bir şey değiştirmeyeceğini herkes biliyor.  

Velhasıl, Rusya’nın mücadelesini ikili açıdan, mikro düzeyde Ukrayna sahası/makro düzeyde küresel siyasi, ekonomik hedefleri doğrultusunda anlamak gerekir. İkinci resimde Çin’le, Hindistan’la derinleşen ilişkiler, Küresel Güney mefhumu, BRICS var… Ve tabii ABD’de Trump’ın başa gelmesiyle buğulu bir resim.

RUS TOPLUMUNDA KONSOLİDASYON

“Rusya neler kazandı, neler kaybetti” faslında söyleyebileceğim, öncelikle “toplumsal konsolidasyon” olurdu. Özel harekâtın başında Moskova ve Peterburg gibi kentlerdeki orta sınıftan yükselen cılız itirazlar bir tarafa, toplumu birleştirdi. Böylesi zorlu koşulları yöneten Rusya liderliğinin, soğukkanlı duruşu toplumdaki karşılıklarıyla birlikte yönetmesi, doğrusu incelenmeye değer. Elbette konsolidasyonda Batı’da ırkçılığa varan, Rus kültürüne, sanatçılarına, ölmüş gitmiş yazar ve şairlerine ve hatta kedilerine varan saldırganlığın etkisi var.

Rusya’ya 20 binden fazla yaptırım uygulanıyor. Ülkeyi batırmadığı gibi bumeranga dönüp ucuz enerjiden olan Avrupa’yı vuruyor. Son dönemde Rusya’da yükseldiği söylenen enflasyon oranları çöküş alameti değil. Rusya’da ‘savaş ekonomisi’ uygulandığı iddialarına da şüpheyle yaklaşmakta fayda görüyorum. Tam aksine hizmet sektörü, tarım sektörü, enerji dışı sektörlerde durum ‘çöküşten’ uzak.

– Batı bir yetersizlik sendromuna mı kapılacak?

CEYDA KARAN – Batı savunma sanayinin kâr amaçlı örgütlenmesi ile pahalı saldırı aletlerinin yetersizliği karşısında Rusya’da “planlamacılığıyla” tanınan Savunma Bakanı Belousov altında örgütlenme modelinin sonuçları dikkat çekici. Maalesef insanlık için kötü olan savaşlar teknolojiyi dönüştürüyor. Bunu Ukrayna sahasında görebiliyoruz. Durum o hale geldi ki, Batılılar Sovyetler Birliği refleksleriyle çalışan Rusya savunma sanayi örgütlenmesinin kendilerinden daha üretici olmasından şikâyet ediyorlar.

Batı’nın pahalı silahları işlevsiz kalırken, Ruslar hâlâ yol açtığı hasar dünya kamuoyuna gösterilemeyen Oreşnik (Arieşnik okunuyor) adı verilen yeni füze sistemi ile nükleer silaha başvurmayı gerektirmeyen bir üstünlük sağlamış görünüyor.

Batı’nın diplomatik tecrit iddiaları da geçersiz kaldı. Gelişmekte olan ülkeler dahil Asya’dan Ortadoğu’ya ve Afrika’ya Batı dışı dünya ile Rusya’nın ilişkileri kesilmedi, tersine güçlendi.

– Moskova nasıl bir gelecek öngörüyor bu çerçevede sizce?

CEYDA KARAN – Rusya açısından bugünkü sorun, nereye kadar gidileceği… Ukrayna’nın Bandera ideolojisini sahiplenen halk kesimlerinin yaşadığı batı bölgeleriyle ilgilendiklerini zannetmiyorum. Bu uzun yıllar başlarına dert olacak bir belaya dönüşebilir…

Siyasi liderliğin tercihlerinin ne olacağını kestirmek zor. Trump’la birlikte yeni sürecin biçimlenmesine bakmak gerekecek. Adını net koyalım: “Trump, Batı adına bu mağlubiyeti nasıl yönetecek?” Ben açıkçası yönetebileceğini düşünmüyorum ve barış sağlayacağını zannetmiyorum. Fakat Rusya’nın tercihlerinde Trump’ın tavırları etkili olacaktır.

“AMERİKAN VASALLIĞI” VE SONUÇLARI

Unutmamak gerekir ki, savaşlarda koşulları kazananlar koyar, Rusya’ya koşullar dayatabilecekleri noktayı çoktan geçmiş durumdalar.

– Birçok gözlemci ve analiste göre, dünya kapitalizminde neoliberal dönem kapanıyor. ABD İmparatorluğu ve Pax Americana gerçekten de ağır darbeler aldı. Türkiye’nin de bir parçası olduğu Avrupa, acaba yeni dönemde nerede olacak? Amerikan vasallığı sürebilir mi yeni koşullarda?

CEYDA KARAN – Açıkçası ABD’de Trump yönetimiyle birlikte küresel düzeyde belirsizliklerin arttığı, zorlu bir dönem açıldığını düşünüyorum. Trump’ın “barış yapıcı” söylemlerini samimi bulmuyorum. Çin’le kapışmaya hazırlandıklarını düşünüyorum. Soğuk Savaş dönemindeki gibi Çin ile Rusya’nın işbirliğini sabote etmeyi hedefleyen bir çizgi izlemeye çalışacaklarını da…

Tarihin tekerrür edeceğini zannetmiyorum. O yılların Çin’i, devrim sonrası kıtlıkların yaşandığı, büyük sarsıntılar dönemindeki tercihleri doğurmuştu. Bugün öyle bir Çin yok. Aynı şekilde SSCB deneyiminden çıkarken, Batı neoliberal modeline öyle yahut böyle direnen bir Rusya mevzubahis. 

Pax Americana’nın sonu geldiyse, çiviyi çakacak olan Trump. Sorun yerini neyin alacağı. Maalesef bizim kuşağın da kaçamayacağı bir büyük kapışma bekliyorum. Umarım yanılırım.

Bu resimde Avrupa’nın askeri, siyasi, ve ekonomik etkinliği Ukrayna sonrası artık tartışmalıdır. Ama hâlâ önemli güçler olduğunu unutmamak lazım. Neoliberal modelin Avrupa için ürettiği krizler ve bunların yönetilme biçimine bakıldığında Avrupa siyasi liderliği umut vermiyor. AB’nin nazizm benzeri her türlü ideolojik musibete yatkın hale geldiğini düşünüyorum. Ki Ukrayna projesi bile bunun görüntülerini verdi. Avrupa siyasi liderliğinin kendilerini “predator” bir ABD’ye adapte etmekle uğraşacağını düşünüyorum.