Frankfurt Okulu’na giriş: Alex Demiroviç ve “uyumsuz entelektüeller”

İLHAN AYER
Türkçeye çevrilse gerçekten iyi bir teorik sergileme hizmeti verecek, Frankfurt Okulu’nu derli toplu bir biçimde gösterebilecek, bu arada bazı katkılarıyla da tartışmaya yol açabilecek bir yapıt, yazıldığı dilde yeniden yayınlandı.
1952 yılında Federal Almanya’nın Darmstadt kentinde doğan Alex Demiroviç’in “Der Nonkonformistische Intellektuelle” (Uyumsuz Entelektüel) başlıklı kitabı, ikinci baskısını Kasım 2023’te yaparak, okuyucularıyla buluştu.
Demiroviç, Federal Almanya’nın Frankfurt am Main kentinde, Goethe Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve sosyoloji dersleri veriyor. Çalışmalarının ağırlık noktalarını, “Eleştirel Toplum Teorisi”, “Demokrasi Teorisi”, “Söylem Analizi” oluşturuyor. Demiroviç, bu çalışmasının bazı bölümlerini 1992 yılındaki profesörlük tezi sırasında yazdığını, 1999 yılındaki kitabının ilk baskısına kadar da kalan bölümleri eklediğini belirtiyor.
Demiroviç, bu geniş akademik çalışmasında, Nazi Almanyası sonrası Batı Almanya’da Marksist teorinin yenilenmesinde, Frankfurt Okulu teorisyenlerinin katkılarını ortaya çıkarmak istiyor. Öncelikle, akıl ve teori kavramlarının birbirlerine tekrar bağlanma zorunluluğu vardır. Öğrenciler, en iddialı bir şekilde felsefi kavramlarla, sivil toplumunun hareket yasalarıyla, ampirik yöntemlerle içli dışlı olmak zorundadırlar. Anti-otoriter entelektüeller, tarihteki güçlü eğilimlere yönelmemeli, tersine özerk düşünmeli, dirençli, demokratik olmalıdırlar. Demiroviç çalışmasında, Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno’nun kurumsal koşulları, yeni eleştirel entelektüel form için başardıklarını, bütünün değişimi söz konusu olan öğreti ve araştırmalarını, özgürleştirici hakikat politikasına nasıl olanak sağladıklarını irdeliyor.
“Eleştirel teori”nin varlığını sürdürmesi, teoriyi benimseyen, temsil eden, pratikte uygulayan doğal öznelerin varlığına bağlıdır. Bu kendi kendine gerçekleşmez. Teoriyi savunan insanlar tehdit edilebilir, zulme uğrayabilir, kovulabilir, izole edilebilir, susturulabilir, öldürülebilir. Bu nedenle teorinin pratik bir yanı vardır, yani insanları doğru olduğuna inanmaya, büyüklüğünü savunmaya ikna etmek gerekmektedir. Sömürün, baskının olmadığı, kuşatıcı bir öznenin, yani özbilinçli insanlığın gerçekten var olduğu, birleşik bir teoriden, bireyleri kapsayan bir “düşünmekten” bahsedebilmek henüz daha gerçekleşmemiştir.
HORKHEİMER, GRAMSCİ, FOUCAULT VE TEORİ
Kitabın giriş bölümünde bu teorik uygulamaya ilişkin bir kavram ortaya konuyor: Burada söz konusu olan teori, akıl ve gerçekliğin savunulmasıdır. Bunlar kendi başlarına durmazlar, tersine toplumsal ilişkileri temsil ederler.
Horkheimer’e göre teorinin geçerlilik anlayışı için mücadele etmek gerekir, çünkü teorik düşünce Horkheimer’de böylece zayıflatılmıştır. Demiroviç, Michel Foucoult’yu takiben, hakikatin statüsü hakkındaki görüş ayrılıklarının, hakikat siyaseti olarak tanımlandığını da belirtir. Ona göre, Antonio Gramsci ile birlikte, bu hakikat siyaseti her şeyden önce sivil toplumun üstyapılarındaki entelektüeller tarafından yürütülmektedir.
Demiroviç’e göre, 1950’lerin sonlarında başlayan öğrenci hareketleri, “eleştirel teori”, “yeni sol” büyük ölçüde koşullu bir süreçte eklemlenmiş bağlam oluştururlar. “Eleştirel teori” aracılığıyla, 1950’ler boyunca Marksist tartışmalarda bir yenilenme gerçekleşmiş, Horkheimer ve Adorno, genç kuşaklar arasından teorinin daha da geliştirilmesi için destek bulabilmişlerdir. Marksizmin somut biçimi olan eleştirel teori, Federal Almanya Cumhuriyeti’nde yeni solun kuramsallaşmasını temsil etmeye başlar; öğrenci hareketindeki önemli kişilikler, kendilerine ilişkin anlayışlarını “eleştirel teori”nin teorilerini kullanarak ifade ederler. “Eleştirel teori”, çeşitli protesto akımlarını, farklı sol pratikleri bir bütünlük içinde kapsayan bir gösterge haline gelir.
Ancak bu ittifak, protestolar sırasında derin çatlaklar yaşar. Çatışmanın ana hatlarından biri, teori-pratik anlayışıdır. Adorno’ya göre protesto hareketi teori, akıl ve hakikatin önemini yeterince ciddiye almaz, bunları savunmaktan vazgeçer. Protesto hareketi temsilcileri ise pratik teorinin gerçekleştirilme zamanının geldiğine inanırlar. Demiroviç’e göre, her iki taraf da kendine özgü açılardan yanılmaktadır: Daha devrim olmadan önce, hayal edilen beklentilerden yeni pratik toplumsal değişiklikler ortaya çıkmıştır. Teori, akıl, hakikat için; temelde, kapitalist toplumunun değişimleri ve “eleştirel teori”nin deneyimleri yeni formlar içinde ele alınmalıdır. Şöyle ki: Marksist teori, zamanın içinde yenilenmelidir.
MARKSİST TEORİ VE SİYASİ BİLGİ KURAMINA KATKI
Alex Demiroviç, bu eseriyle, Marksist teorinin siyasi epistemolojisine bir katkı yaptığını düşünüyor. Yazar, teori, akıl, hakikat, diyalektik ve felsefe kavramlarını, yüksek değerli kavramlar olarak kabul etmiyor, tam tersine bu kavramları, somut pratiklerin maddi analizinin nesnesi haline getirerek araştırmasının belirleyici bir güdüsü haline getiriyor. Ona göre bu yaklaşım, Gramsci ve Foucault’nun düşüncelerine çok şey borçludur.
Demiroviç, düşüncesini ilerletmek için kimi soruları sormayı da ihmal etmiyor:
– Tahakküm tarafından zayıflatıldığı teşhis edildiğinde teorik düşünceye yeni bir anlam kazandırmak için ne yapılır? Teori, gücünü yeniden kazanmak için acaba nasıl bir biçim almalıdır?
– Akıl ya da hakikat hakkında konuştuğumuzda hangi toplumsal çelişkiler ortaya çıkıyor?
– Entelektüeller teoriyi, aydınlanmayı, aklı, bilimi savunduklarında; akıl, bilim anlam değiştirdiğinde, kendileri tahakküm pratikleri haline geldiğinde ne yaparlar?
– Neden bir akıl krizinden söz edebiliriz? Akıl, hakikat, teori güçlü bir toplumsal etki geliştirdiğinde beklenti nedir?
– “Eleştirel teori”, ne tür bilgi ne tür davranış ve kurumlar için geçerlidir?
– Teori hangi hakikat ve akıl güç ilişkileri içinde işler?
– Teoriyi hangi güçler organize eder?
– Hangi hakikat politikası, hangi hakikat etiği ortaya çıkar?
– Marksizmin kendi kendine uygulanması somut olarak neye benziyor?
– Batı Almanya ve solun, o özel konjonktüründe “eleştirel teori” ve Batı Marksizm’i somut olarak neydi?
AKLIN YOK EDİLMESİ VE PİŞMANLIK
Demiroviç, Horkheimer ve Adorno’nun Marksist tartışma geleneğinin yok edildiği bir Almanya’ya dönmüş olmalarını önemsiyor: O yıllara gelindiğinde, çoğunlukla pratikte, işçi hareketinde, solda aktivist olarak temsil edilen on binlerce kişi zulme uğramış, sürülmüş ya da öldürülmüş; sol tartışma bağlamları, bilgi aktarımı, dergiler, yayınevleri dağıtılmış, edebiyat yok edilmişti. Federal Almanya Cumhuriyeti’nin resmi imajında, aklın bu şekilde yok edilmesinden pişmanlık duyulmuyordu; bunun yerine, galip Batılı güçlerle varılan antibolşevik ve antikomünist mutabakat öne çıkarılıyordu.
Savaş sonrası Federal Almanya’sında özellikle Adorno’nun bireysel çabalarıyla sosyoloji, üniversitelerde bağımsız bir bölüm olma yolunda güç kazanmıştır. Sosyal bilim bilgisi, devlet deneyimi, yönetimsel eylemler, politika önemli hale gelmiştir. Adorno ve Horkheimer, ABD’deki deneyimlerine dayanarak, modern- demokratik bir devlete gerekli olan bilgi ve eğitilmiş personelin yokluğu halinde, büyük sorunların olabileceğinin farkına varmışlardır. Adorno ve Horkheimer’e göre, bir eğitim konusu olarak sosyoloji, egemen yönetim mantığının aksine, öğrencilerin büyük soruları ve genel sosyal gelişimin kapsamlı perspektiflerini gözden kaçırmamaları için felsefe kavramlarıyla bağlantılı kalmalıdır.
Frankfurt Okulu’nun özellikle Adorno ve Horkheimer’in kültür endüstrisi üzerine olan çalışmaları ilgi çekicidir. Horkheimer ve Adorno gözlerini, sermayenin döngüsüne ve temel- üstyapıdaki değişimlere odaklamıştır. Onlara göre, kültür bir meta haline geldikçe ve kapitalist kullanım süreçlerine maruz kaldıkça, genel burjuva ilişkileri içindeki konumu da değişmiştir. Sermaye üretim süreci artık kültürel malların üretimi, boş zaman, zevk ve tüketim yoluyla da şekilleniyordu. Bu yeni durum, temel ve üstyapı arasındaki ilişkide tektonik kaymalara yol açmıştır. Kültür, tabana karşı eleştirel-mesafeli işlevinden yoksun bırakılmış ve bu alanda ücretli işçi haline gelen birçok yeni entelektüel kategorisi için karmaşık bir ilişki haline gelmiştir.
Yazılanları göz önünde bulundurarak, Frankfurt Okulu’nun günümüz Federal Almanya’sına ne gibi etkileri oldu diye soracak olursak şunları söyleyebiliriz: Federal Alman müesses nizamının, teknokratların, bürokrasinin, siyasetçilerin, hukukçuların, toplum bilimcilerin ne kadar Frankfurt Okulu’nu bildiklerini, bu okulun düşüncelerini ne kadar devlette uyguladıklarını kestirmek güç.
Ancak bildiğimiz şu ki: Federal Almanya’ya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, birtakım yenilikler geldiği de açık. Yönetim biliminde karşıt düşünceleri, kapitalist rejime entegre ettiklerini görebiliyoruz. İktidar mücadelesi sırasındaki kavgaların eşitsizliği, demokratik mücadele sınırlarını aşsa da pragmatizm tavan yapsa da iktidara gelindikten sonra, yönetirken demokratik olma konusunda karşıtların çatışmasına, aykırılıklara yer verdiklerini söyleyebiliriz.
Özel ve kamu kuruluşlarında gelenek haline gelen yönetim kurulları-işçi kurulları karşıtlıkları; devlet kurumlarında, memurların en az iki kişiyle çalışıp, birbirlerini denetlemeleri; kamu kuruluşlarındaki yönetim kurullarına özel veya tüzel kişiliklerden yönetici atanması “ikici yapının” göstergeleridirler.
Öte yandan, herhangi bir siyasi konunun kamuoyunda uzun süre tartışılması, özel hukuk sigorta sisteminin varlığı, sendikaların toplumsal baskısı, eğitimin sisteminin kamucu olması, buna karşın sivil toplum kuruluşlarının devlet tarafından desteklendiğini, özel ve sivil toplum kuruluşlarının sadece yetişkinlere eğitim vermeye izinli olduklarını sistemin özelliklerinden biri olarak görüyoruz.
Federal Almanya’nın uzun yıllar boyunca koalisyonlarla yönetilme kültürü de siyaset sosyolojisinin özel bir konusudur. Federal Almanya’nın, sistemi kendini içinde birbirine bağlarken, sistemi yürütürken, her türden radikalleşmeyi de törpülemektedir; bunun farkındayız. Federal Almanya’nın göze çarpan en belirgin özellikleri, kamu alanıyla, özel alanının konumlanışlarıdır. Ne nereye aittir, buna karar vermiş bir devlet erkânı, sapla samanı birbirine karıştırmamaya çalışmaktadır.
Ne kamunun özelleşmesi ne de özel girişimin kamulaşması söz konusudur.
Her şey, önceden yasallaşmıştır; her şey, kapitalist sistem içinde yerli yerindedir. Kamu-özel alan karşıtlığında aradaki uçurumun açılmasına pek izin verilmemektir. Gördüğümüz sadece, kendi kendine yürüyebilen, denetlenebilen, Bonapartist, akılcı kapitalist bir hukuk sistemidir.
(KAYNAK: Alex Demirović, Der nonkonformistische Intellektuelle – Von der kritischen Theorie zur Frankurter Schule, Mandelbaum Verlag, Wien-Berlin, 2023.)