Hannes Hofbauer: Serbest ekonominin sonu

Korona Keynesçiliği ve askeri Keynesçilik de sosyal piyasa ekonomisi masalını paramparça etti. Hatta ondan da fazla: Solun, devlete daha fazla para aktarma yönündeki talebinin günümüzde tam tersine bir etki yarattığı ortaya çıktı.
Solun “neoliberalizme” karşı tavrı, artık çağa uygun değil. Uzun zamandır Keynesçiliğin bir biçimi olarak halkın devlet üzerinden mülksüzleştirilmesi gündeme egemen.
“Çok fazla özgürlük” eskidendi. 1980’ler, 1990’lar ve 2000’lerde solda ana ideolojik rakip olarak neoliberalizmi reddetmek yaygındı. “Piyasa radikalizminin” ekonomiyi ve pek çok insanın kaderini kaotik, ahlaksız güçlerin insafına bıraktığı söyleniyordu.
Bu sadece yanlış değildi, artık işe de yaramıyordu. Sorun şu ki, bu tür bir neoliberalizm karşıtı furya, atıfta bulunduğu gerçeklik çoktan değişmiş olsa da, insanların zihinleri üzerinde etkili olmaya devam ediyor. Milton Friedman tarzı ekonomik teorilerle artık mücadele etmeye pek gerek yok, zira bu teoriler de pratikte günlerini doldurdular. John Maynard Keynes’in yoğun devlet yatırımları ve yönlendirmesiyle ekonomiyi “desteklemeyi” öneren yaklaşımı yaygınlaşıyor. Belirleyici durumdadır. Devlet büyük yatırımcı olarak harekete geçmekte ve bunu yaparken de mevcut, neredeyse sınırsız miktardaki parayı kendi kasalarına doğru ustaca yönlendirmeyi bilen şirketlerin nefsini uyandırmaktadır. Bunu “koronavirüs” ve silahlanma özel durumlarında da gördük: Devlet, vergi yükümlülerinin sırtından ve yerleşik medyanın yardımıyla bu şirketlerin çıkarları için sadece devasa bir reklam aracı olarak hareket etmekle kalmıyor, aynı zamanda paraların vatandaşların cebinden büyük şirketlerin cebine büyük ölçekte akıtılmasını, böyle bir yeniden dağılımı da zorla gerçekleştirmiş oluyor.
Sol, çok uzun bir süredir, üstelik sadece Almanya’da da değil, zaten epeydir var olmayan bir neoliberal politikayla mücadele ediyor. Devlet bol bol para harcıyor ve borç freni çağrılarına da “aşırı harcama kararlarıyla” ya da, kendi tanımlarına göre, bütçeye yük getirmeyen milyarlarca dolarlık özel fonlarla yanıt veriyor.
HAYEK VE FRIEDMAN DÖNEMİ KAPANDI
Friedrich von Hayek ve Milton Friedman’ın zamanı geçti, gitti. Bunların, yani devletin ekonomik döngüye müdahalesinin reddedilmesi gerektiğini savunan klasik liberalizmin iktisat politikası ekolleri görevlerini tamamlamış bulunuyor. Serbest ticaret dogması da geçmiş bir döneme aittir. 1990’ların neoliberalizmi, yeni bir birikim döngüsünün zorlukları nedeniyle 2008’deki büyük küresel ekonomik krizde çöktü. O zamandan bu yana realizasyon [ürünlerin satılarak paraya çevrilmesi-çev.] krizi hissedilir hale geldi. Piyasalar doymuştu ve finans sektörünün spekülasyon balonu fena halde patlayıverdi. En son 2014 yılında Rusya’ya karşı ABD ve müttefiklerinin açtığı ekonomik savaşın başlamasıyla birlikte, ABD doları üzerine inşa edilen ekonomik küreselleşme (dünya çapında) bölgesel bileşenlere ayrışıp çözülüyor.
Kapitalist düzenin başlangıcından bu yana sermaye ve devlet, Sovyet iktisatçı Nikolai Kondratieff’e (1892-1938) göre yaklaşık her 50 yılda bir döngüsel olarak ortaya çıkan yapısal realizasyon krizi dönemlerinde hep aynı şekilde tepki veriyor. 1790’larda pamuklu dokuma endüstrisi, 1840’larda demiryolu endüstrisi, 1890’larda mekanik, elektrik ve kimya endüstrileri, 1950’lerde otomotiv sektörü ile petrokimya ve 1990’dan bu yana da bilişim endüstrisi gibi öncü sektörler, pazar doygunluğu nedeniyle kendi yükselişlerinin ardından büyüme potansiyellerinin sınırlarına ulaştıktan sonra, kâr sistemini sürdürmek için yeni öncü sektörlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu tür sektörler ekonominin yükseliş dönemlerinde düzenli olarak devlet desteği gerektirmektedir. Ve bu destek hiç de öyle az değildir. Piyasa güçlerinin serbest oyunu, kapitalist birikim sürecini yeni sektörler ve yeni teknolojilerle kâr bölgesine taşıyamayacak kadar zayıftır.
Devlet yardımı, başlangıçtaki destek finansmanı anlamına gelir. Bunu sürdürülebilir kılmak için -yeni bir büyüme döngüsünü yerleşikleştirmek anlamında- devlet talebi yaratılır. Büyük bir talep yaratıcısı olarak devlet, Keynesyen ekonomi teorisinin kilit unsurlarından biridir. Korona rejimi, işleyebileceği alan arayan sermayeye eşi benzeri görülmemiş tutarlarda bir devlet parasından yararlanma fırsatı sundu. Yatırım yapılacak yeni öncü sektörler biyoteknoloji, ilaç ve dijital kontrol endüstrileridir; geliştirilecek yeni teknolojiler ise nano ve katkı teknolojisi, robotik ve bilişsel bilimdir.
Korona anı, yeni bir sermaye realizasyonu döngüsü için kesin bir başlangıç sinyaliydi. Ekonomik döngüye büyük tutarda para aktı. Koronavirüs Keynesçiliğinin boyutları muazzamdır. Federal hükümet, 2020’den 2022’ye kadar olan dönemde pandemiyle mücadele adı altında toplam 440 milyar avro (1) harcadı. Aslında bu parayı -mevcut yapıları kurtarmanın yanı sıra- öncelikle yeni öncü sektörleri teşvik etmek için kullandı. Başka bir deyişle, ilaç ve kontrol endüstrisine devlet parası pompalandı. Bu üç yıl içinde aşı dozları, test kitleri ve maske üreticileriyle bunları dağıtanların hesaplarına 63,5 milyar avro aktarıldı.
DEVLETTEN GELEN TRİLYONLAR
Maliye Bakanı her türden ekonomik yardım için 66,2 milyar, Vergi Yardımı Yasası için 27,9 milyar, kısa çalışma düzenlemeleri için 24,2 milyar vs. harcadı. Toplamı: Üç yılda 440 milyar avro… Bu, 900 milyar avronun biraz altındaki yıllık vergi gelirleriyle karşılandı. Zorunlu testler ve sektörel aşı zorunluluğuyla yaratılan devlet talebinin, şirketler tarafında buna karşılık gelen kârlar yaratmış olması, artık kimse için şaşırtıcı değil. Yine de rakamlar incelemeye değer. Örneğin, Alman ilaç şirketi BioNTech, hiçbir aşı serisinin bulunmadığı 2020 yılında 15 milyon avro kâr elde etti. Bu arada mRNA enjeksiyonunun yapıldığı 2021 yılında BioNTech, yüzde 65000’lik efsanevi bir artışla 10,3 milyar avro tutarında kâr bildiriminde bulundu.
Avusturya’da da koşullar benzer durumdaydı. Testlerde dünya şampiyonu olan Avusturya’da, özellikle hızlı testler için devlet tarafından karşılanan maliyetler 5,2 milyar avroluk bir etki yaratmıştır.
AB Komisyonu tarafından 2020 yılında kurulan 750 milyar avroluk “Korona Yeniden İnşa Fonu”nu hatırlamakta fayda var. Brüksel ilk kez üye devletleri bypass ederek uluslararası sermaye piyasalarından borçlanabilmişti. Kurtarma fonundan gelen bu devasa tutar ile karşılaştırıldığında, 2021-2027 dönemi için 1075 milyar avroluk “normal” AB bütçesi nispeten mütevazı görünüyor. “NextGenerationEU” olarak da bilinen yeniden inşa fonundan para alabilmek için devletler planlarını sunmak zorundalar.(2)
AB Komisyonu bu planları, esasen yukarıda tanımlanan geleceğin sektörlerine gerekli sermayeyi sağlamaya yönelik 3 koşulluk bir ölçeğe göre derecelendirmektedir. Ödemenin yanı sıra siyasi küçük paraların da müzakere edildiği gerçeğini, bugünlerde Viktor Orbán ile katılım müzakereleri ve Ukrayna’ya mali yardım konusunda yaşanan tartışmalarda görmek mümkün. Macaristan’a yönelik koronavirüs fonları, Komisyon’un Macar mevzuatına yönelik her türlü eleştirisi nedeniyle daha önce dondurulmuştu. Macaristan, fonların kademeli olarak serbest bırakılması lehine, Ukrayna ile AB katılım müzakerelerine karşı abluka tutumundan vazgeçti, ancak -anlaşılır bir şekilde- Ukrayna’ya 50 milyar avro verilmeden önce, kalan ve halen bloke edilmiş olan 21 milyar avroluk korona yardım fonlarını cebe indirmek istiyor.
Koronavirüsten sonra olağanüstü boyutlardaki devlet talebinin azaldığına inanan varsa, bunlar fena halde yanılıyor. Almanya’nın ve diğer NATO ülkelerinin çoğunun ulusal bütçelerinde derin delikler açan, nispeten eski savunma teçhizatı sanayi sektörü ortada.
Alman bütçesi şu ana kadar Ukrayna’ya 18 milyar avroluk silah yardımı sözü verdi.(3) Bu askeri Keynesçiliğin kazananlarını saptamak kolay: Silah şirketleri. Almanya’nın en büyük silah üreticisi Rheinmetall, 2022 sonunda 26,6 milyar avroluk rekor bir sipariş hacmi bildirdi ve vergi öncesi kârı bir önceki 2021 yılına kıyasla yüzde 27 artarak 750 milyon avroya ulaştı; 2023 bilançosu için yeni bir rekor rakam bekleniyor.
Rheinmetall, Lockheed Martin, Raytheon Technologies, Northrop ve savunma sanayinin diğer büyükleri, Ukrayna’ya silah sevkiyatının yanı sıra NATO ülkelerinde artan devletin yaptığı askeri harcamalardan da memnun olabilir. Sadece Berlin, 2022 baharında Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline “yanıt” olarak 100 milyar avroluk özel bir silahlanma fonu sözü verdi.
Koronavirüs ve askeri Keynesçiliğin halkı neden yoksullaştırdığı ortada. Korona rejimi ve savunma harcamaları on yıllardır devlet kasalarına yük oluyor. Sosyal güvenlik harcamaları için geriye hiçbir şey kalmadı.
Yaşlılıkta yoksullaşma ve konut sıkıntısı artıyor, sağlık hizmetleri ve sosyal güvenlik altyapısı daralıyor. Ama bu, politika neoliberal bir yol izlediğinden ötürü falan değil, Big Pharma ve savunma şirketleri için borçlandığından ötürü böyle, yani -devasa- devlet harcamaları yaptığı için.
Serbest ticaretin (neo)liberal dogması da geçmişte kaldı. Korumacılık ilk olarak ABD Başkanı Donald Trump’ın görevdeki ilk döneminde küçük dozlarda kullanıldı. O zamanlar hâlâ büyük ölçüde küreselleşmiş olan dünya ekonomisinin liderleri, Washington’daki ekonomi politikasının bu “U dönüşü” karşısında yine de şaşkınlığa uğradılar. Daha önce merkantilist, korumacı iktisat politikaları yükseliş ya da telafi edici kalkınmayı yakalama dönemlerinde izlendiği için bu daha da şaşırtıcı oldu. Trump, gerileme dönemindeki ABD ekonomisini Çin-Asya rekabetinden korumaya çalışıyordu.
SERBEST TİCARETİN SONU
Nisan 2014’te sadece birkaç sektör ve şirketi etkileyen ve 2023/24’e girerken her şeyi kapsayacak hale gelen Rusya’ya karşı ekonomik savaşın 9 yılını geride bıraktık. Avrupa Birliği 12’nci yaptırım paketini tartışıyor, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Şubat 2022 sonunda el konulan 300 milyar ABD doları tutarındaki Rus Merkez Bankası parasının yasal olarak kusursuz bir şekilde nasıl çalınabileceği üzerine düşünüp duruyor. Kanada zaten yasal olarak bunun yolunu açmış durumda. Artık serbest küresel ticaretten eser kalmamıştır. Bunun yerine, dünyanın çeşitli bölgelerinde kendilerini ekonomik açıdan giderek birbirlerine kapatan alanlar ortaya çıkıyor.
Solun bazı kesimleri bu dönüm noktasının sonuçlarını ve etkisini hâlâ anlayabilmiş değil. Bu durum, savaş sonrası Avrupa’da Keynesyen politikaların sosyal alanlarda devlet harcamalarını içermesinden de kaynaklanıyor olabilir. O zamandan bu yana Keynesçilik yanlış bir şekilde olumlu bir imaja sahip olmuştur. Ancak daha 1980’lerin başında, Ronald Reagan petrodolarları geri gönderme politikasıyla savunma sanayiinin sipariş defterlerine muazzam devlet fonları aktardığı zaman, Keynesçiliğin askeri versiyonunu anlamak mümkündü. Yıldız Savaşları projesi o dönemde başarısız oldu, ancak devlet talebi politikası yine de Pershing II ve Cruise Missiles füzelerinin yanı sıra ABD’nin dünyadaki askeri varlığının genişlemesi için işe yaradı.
Korona Keynesçiliği ve askeri Keynesçilik de sosyal piyasa ekonomisi masalını paramparça etti. Hatta ondan da fazla: Solun, devlete daha fazla para aktarma yönündeki talebinin günümüzde tam tersine bir etki yarattığı ortaya çıktı.
Ancak, daha az devlet harcamalarıyla daha fazla sosyal yardıma ulaşılmayacağını da belirtmek gerekir. İkilem, büyük. Ancak bu ikilemi görmezden gelmek de onun çözümüne yardımcı olmayacaktır.
______________________________
NOTLAR:
(2) https://www.planradar.com/de/eu-wiederaufbaufonds/
(3) https://www.bundesregierung.de/breg-de/schwerpunkte/krieg-in-der-ukraine/lieferungen-ukraine-2054514
GÖRSEL: Ömer Yaprakkıran
KAYNAK: https://www.manova.news/artikel/das-ende-der-freien-wirtschaft