Milli takıma ne giydirdiler?
Ferit Edgü’yü bir hafta önce kaybettik. Önemli bir yayıncı ve edebiyatçımızdır. Pek bilinmez, Edgü, Vakko mağazasının kurucusu Vitali Hakko’nun da çok yakınıdır. Eskilere dayanıyor tanışıklıkları. Zaman zaman birlikte iş de yaptılar. Bunlardan biri 12 Eylül darbesinin hemen arkasına denk geliyor. 1981 yılının UNESCO tarafından “Atatürk Yılı” ilan edilmesi üzerine Hakko sanat danışmanı Ferit Edgü ile birlikte “Anadolu Güneşi” adlı bir etkinlik gerçekleştirdi. Çeşitli Avrupa başkentlerinde sergilediler, o dönemin gazetelerinde büyük övgüyle anlatıldılar. O dönemin gazeteleri, tahmin edilebileceği gibi cuntanın kontrolü altındaydı. Övgü, emir komuta zincirinde gerçekleşmiştir demek istiyorum.
Sebebi var, Vitali Hakko 12 Eylül’ün en heyecanlı destekçileri arasındaydı. Soldan ve işçi sınıfından nefret ediyordu çünkü. Hatta 15-16 Haziran’da onu işçilerinin elinden bir başka aydınımız, Bedri Rahmi Eyüboğlu kurtarmıştı. Tahmin etmişsinizdir, Vitali Hakko’nun Eyüboğlu ile de iş ilişkisi vardı. Ürettiği eşarplara onun desenlerini basıyor, birlikte kazanıyorlardı.
Vitali Hakko, önünde sonunda bir mağazacı. 1913 İstanbul doğumlu, Mahmutpaşa’da vitrin düzenleyerek çalışma hayatına atıldı. 1934 yılında şapka devriminin ilk günlerinde “Şen Şapka” mağazasını açarak işi büyüttü. Varlığını şapka devrimine borçludur. Şapka modası geçince eşarp, başörtüsü, üretmeye başladı. 1960’lı yıllarda artık palazlanmıştı. “Hayatının” söylediği Kemalist devrimlerle sermaye birikim süreci arasında da güçlü bağlar olduğudur.
Bu mağazacı ülkede hep çok önemsendi. Haliyle anılarını da yazdı ölmeden önce. Bastırdı, adını da “Hayatım Vakko” koydu. Artık bir “isim bilimine” sahibiz. “Hayyim”, İbrani’de “hayat” anlamındadır ve İtalya’da Hayyim yerine “Vital” kullanıldığını görüyoruz ve buradan “Vitali” ismine ulaşıyoruz. Vitali, “Hayatım” anlamındadır ve Hakko’nun adıdır. Anlaşılacağı gibi Vitali Hakko İbrani kökenli bir mağazacımızdır.
“Anılarını yazdı” derken sözün gelimidir, yoksa mağazacıların yazmadığını biliyoruz. “Kitabı siz mi yazdınız? Biri yardım etti mi?” diye sordular. “Ferit Edgü kaleme aldı. Sık sık birlikte tatil yapardık. Yalnız denizden değil, biraz da gölgeden faydalandık” diye yanıtladı. Demek ki bu mağazacının önemsenmesinde aydınlarımızın payı büyüktür. Peki neden? Bu iki mühim aydınımızın bir mağazacı ile birlikte tatil yapacak kadar ne tür bir ilişkisi olabilir. Soruldu mu, yazıldı mı, bilmiyorum, bakarız.
Hayatım Hakko’nun bir kez daha gündemimize girmesi Olimpiyat Milli Takımı’nı giydirmesi vesilesi ile oldu. Vakko tarafından çocukların üzerlerine geçirilen kıyafetler İkinci Dünya Savaşındaki toplama kampı kıyafetlerini hatırlatıyordu. Tabii buna bir kıyafet diyemeyiz, insanı aşağılamak, ufalamak için icat edilmiş üniformalardır. Demek ki insanımızı aşağılama niyeti hala ayaktadır. Ama tabii bu arada bu mağazacıların da içinde bulunduğu bir azınlık sermayedar topluluğu ülkeyi bir toplama kampına çevirmiştir. Şapka devriminde şapka yapan Vakko şimdi de toplama kampı üniforması dikmektedir. Ne fark eder, paranın devrimi karşıdevrimi yoktur.
Tabii, artık aydınlarımız soyu tükenmekte olan bir türdür. Bu toplama kampı üniformalarını savunmak da Oray Eğin gibi tuhaf tiplere kaldı haliyle. “Amerikalıların kıyafetleri de kötüydü” diye başladı, “Bu aşamada artık bu Olimpiyat kostümleri de beğen-beğenme meselesinin çok ötesine geçmiştir. Artık Vakko’ya sahip çıkmak entelektüel bir görev, ahlaki bir zorunluluktur” diye devam etti. Ama satır arasında açık etti, Vakko bu işi kafasına göre değil, devletin onayı ile yapmıştı. Demek ki artık AKP’ye biat etmişlerdir.
Dedik ya paranın devrimi karşı devrimi olmaz. Şapkadan başörtüsüne yatay geçiş yapan bu cumhuriyet zenginleri AKP karşı devriminin de gönüllü destekleyicileri oldular. Olurlar, 12 Eylül’den biliyoruz.
Bizim Serol Teber “Toplama Kampı Sendromu”nu kaleme almıştı vaktiyle. Görünüşe göre Nazilerin toplama kamplarını, bana sorarsanız Türkiye’yi anlatıyordu. Kamplardaki en önemli iş “Müslümanlaştırma”ydı. Bu kavram, kampa uyum sağlama, orada yaşamaya alışma anlamına geliyordu. Alışana kamp hayatı normal bir hayat olarak görünüyordu. Esası teslim olmaktır.
Toplama kampına doldurulduk, teslim olduk veya Müslümanlaştırıldık. Zorla giydirilen kamp üniformalarında bile entelektüel bir yan buluyoruz artık. Aydınımızla birlikte aydınlığımız da tükenmiştir.
Tükeneni üretmek görevimizdir. Demek ki o üniformaları yırtarak çıkacağız yola.