Askeri terör rejimi ‘NATO’ bir dünya savaşı istiyor
Dünyanın çivisi çıktı mı? Dillere pelesenk olan bu klişe soruyu sormak için haklı pek çok gerekçemiz var. 1945 sonrası inşa edilen uluslararası hukuk kurallarının artık tamamen ortadan kalktığı, tarihsel bir kırılmanın tam ortasındayız. Yasasız Cumhuriyetler ve yeni kurulan zorbalık rejimleriyle karşı karşıyayız.
İrlanda senatosunda ‘mülteci’ tartışmalarının gölgesinde Cenevre sözleşmesinin geçerliliği tartışılıyor. Sözleşmenin geçersizliğine dair vurgular büyük ve güçlü komşunun eski içişleri bakanı Suella Braverman’dan gelmişti. Emperyalizm yok ettiği hayatları, yoksul işçi sınıfına karşı silah olarak kullanmaya devam ediyor. ‘Vurun kahpeye!’ çığlıkları arasında küresel bir savaşın hazırlık safhası olan ‘uluslararası kuralların’ ilgası başlamış gibi görünüyor.
ABD ve müttefikleri, yani kendilerini Roma medeniyetinin devamı olarak gören güçler, Afganistan ve Irak savaşında insanlığa karşı acımasız suçlar işlediler. Aptallaştırılan kamuoyunun ve ırkçılık zehrini topluma zerk etmekle görevli gazetecilerin ‘Cenevre Sözleşmesinden’ anladıkları tek şey mülteciler.
Oysa kimse çatışma kurallarına ve savaşın sınırlandırılmasına dair güçlü hatlar çizen yasal belgenin esas içeriğine odaklanmıyor. İnsanlık kanlı bir yıkıma doğru sürükleniyor, abartıyor muyum?
Abartmadığımı gösterebilmemin tek yolu tarihe başvurmak. Küresel salgından beri İngiltere’yi yöneten askeri ve politik güçler bir küresel savaş şarkısı söylemeye başladılar. SSCB sonrası kurulan düzenin getirdiği ezberlerle konuşanların tamamı bu söylemleri ciddiyetle ele almadı. Üçüncü dünya savaşı kapıdaydı ve bu benim kişisel olarak komploya eğilimli, fantezi dünyasına boğulan insanlığın çarpık zihin dünyasından kötü bir biçimde etkilenmem değildi. İngiltere genel kurmayı bu mesajları veriyordu ve İngiltere nükleer başlık sayısını arttırma kararını açıklıyordu. İngiltere, insanlığa karşı verdiği sözü (nükleer başlıkları azaltma) yalayıp yutuyordu. Robot asker çalışmaları hızlandırıldı ve gökyüzü yıldız savaşları filminden çıkma lazer ışıklarıyla aydınlatıldı.
Türkiye, tüm bu ciddi gelişmelerin (çatışmanın) tam ortasında yer almasına rağmen kimse ‘bir şey olmaz’ korosunun güven verici çığlıklarını terk etmek istemedi. Oysa bu ‘bir şey olmaz’ çığlıklarının arasında koca bir ülke tüm insanlarıyla birlikte emperyalizmin geleceği uğruna ölüme sürüklendi. Milyonlarca Ukraynalı genç, emperyalist cephenin kıyma makinesinde yok edildi. NATO güdümlü milliyetçiliğin (Nazizmin) esiri olan toplumları bekleyen son, böyle bir kıyma makinesinde et parçası olmaktan ibaret. Türkiye’deki devlet yapısının geldiği durum bu yüzden iyi sinyaller vermiyor. Kurmay askerler bozkurt işareti yapıyor, Özel Harekat Dairesinin partizanları liderlerinin elini öpme kuyruğuna giriyor. Hepsi emperyalizmin gönüllü neferleri olmaya hazırlar. İlk başarılı görevlerini yerine getirdiler ve Anadolu’da komünizm denen belanın nefesini kestiler. Sosyalistleri ve devrimcileri toplumsal düzenden kovmuş ülkelerin geleceğinin ne olduğunu merak mı ediyorsunuz? Rusya’nın karşısına gamalı haçlarla dikilen zavallıların, ülkelerini getirdikleri hale bakın!
TERÖR REJİMİ
Roma nedir? Askeri tarihçilerin getirdikleri en isabetli tanım Roma’nın bir askeri terör rejimi olduğu yönünde. Evet, Roma dünyanın diğer halklarını köleleştirmek üzere ekonomisini inşa etmiş ve bu ekonominin gereği olarak korkunç bir askeri terör rejimine dönüşmüştür. Profesyoneldir ve sömürenler açısından dünyada onun örneğinin eşi benzeri yoktur. Sömürgenlerin tamamı başına geçireceği defne yapraklı tacın rüyasına yatmaktadır. NATO’nun son zirvesi, başarısız suikastlar ve tüm işaretler askeri terör rejiminin harekete geçtiğini gösteriyor.
Bir şeyi bir türlü idrak etmeyen zihinlere şu gerçeği tekrar hatırlatmakta yarar var: Üçüncü dünya savaşının kitlesel bir çıldırma halinde başlamasının ya da başlamamasının bir anlamı yok. Buraya odaklanmak, sağlıklı düşünme ve sağlıklı düşünmenin sonucu olarak eyleme geçme gücümüzü sakatlıyor. Hali hazırda yoksulların yaşamları, savaşlarla bir yanıp bir sönüyor. Filistin’de soykırım yaşanıyor. SOYKIRIM! Bunun ne demek olduğunu gerçekten biliyor ve bu kelimenin ağırlığını kavrayabiliyor muyuz? Bence bunun cevabı, kocaman bir hayır! Eğer gerçekten kavrayabilseydik, dünya barışı için bir dakika dahi beklemeden mücadeleye atılırdık. Muhalefetin (burada düzen muhalefetini kast etmiyorum) üzerinde sinsi bir atıllık bulutu geziyor. Avrupa, bu sisi Filistin konusunda kısa bir anlığına yırtmış gibi göründü; ancak güçlü bir enternasyonal mücadelenin olmadığı dünyada kara bulutlar hızla yeniden gökyüzünü kapladı. Neticede bu kayıtsızlar düzenini inşa edebilmek için önce toplumu çürüttüler.
Tekinsiz sokaklarda yürüyor musunuz, Cumhuriyet’in çocukları? Hiçbir işe yaramayan, omuzlarında yüzlerce yıldız taşımış NATO eskisi emekli komutanların sözlerine ve vatanseverlik masallarına kanmaya devam mı ediyorsunuz? Sadece kısacık bir an için çöp ve pislik deryasına dönen sokaklarınızda zihninizi tamamen boşaltarak yolculuk yapabiliyor musunuz? O sakaklar uyuşturucuyla, fahişelerle, ülkesinden kovulmuş küçücük çantasıyla sıcak bir yuva arayan çocuklarla dolup taşıyor. Yeni bir dünyayı yaratmak için sana söylenen milliyetçi, artık tamamen bir hayalete dönüşmüş olan Kemalist cumhuriyetçilikle oynamaya devam mı ediyorsun? Öyleyse merak etme dehümanizmin ve küresel cehennemin kapılarını ardına kadar açmaya devam edeceksin. Zorbanın hükümeti, Cumhuriyet’i yıkarken ve komşumuz olan bir halkı korkunç bir iç savaşta kırarken, sen sadece teröre karşı kahramanlık nidaları atıyordun. Türkiye’de sorunun kendisi, küresel olandan bağımsız falan değil. Örneğin: İngiltere’de sorunun kendisi İşçi Partisi liderinin kişisel tercihleri hiç değil. Bu ülkelerin Roma’nın (NATO’nun) askeri terör rejimi tarafından işgal edilmiş olması, sorunun esas kaynağı. Tüm dünyada bu askeri terör rejiminin ajanları ve elemanlarına karşı gerçek bir temizlik yaşanmadan insanlığın bundan kurtulması kolay görünmüyor.
Tüm bu yazılanlara somut bir örnek verelim. Türkiye’nin artık Suriye’de uzun bir işgali finanse edecek ne mecali ne de gücü kaldı. Bu yüzden zorba, tahmin edilenin ötesinde bir hızla Suriye’deki yönetime doğru yaklaşıyor, hatta yeniden ailece tatil planları yapıyor. Ancak terör rejiminin başındaki güç ABD bu yakınlaşmaya fren koyuyor.
Herkes Suriye, Türkiye’ye nasıl bir cevap verecek diye tartışırken emekli Asker Ahmet Yavuz, ‘X’ platformu üzerinden iktisatçı Sait Çakır’a verdiği yanıtta şunu yazdı: “Esad o talebini ön şart olmaktan çıkardı”. Buradaki ifade çok açık (Esad, Türkiye’den işgal ettikleri bölgeden çekilmesini şart koşmayacak), aslında ‘şunu demek istedim’ gibi açıklama çabalarının bir anlamı yok. Ülkesi işgal edilen bir liderin böyle bir ön şart sürmeyeceğini iddia etmek, ancak ideolojik körlüklerle mümkün. Evet, Türkiye işgalci bir ülke ve emekli askerlerin gerçeği bu biçimde kabul etmeleri ideolojik aidiyetleri gereği çok zor.
Neden buralara kadar geldik? Çünkü, ülkeyi felakete sürükleyen ‘aklı’ açık ve net bir biçimde görmemiz gerekiyor. Türkiye’yi faşist cuntalar aracılığıyla NATO’nun askeri terör rejimine eklemleyen bir yapının ve o yapı içerisinden sağ salim çıkabilen ‘kahramanlarımızın’ hâlâ topluma akıl verir pozisyonda olması, ülkemizi felakete sürükleyen en önemli etken.
İnsanlık ve elbette güzel ülkemiz dehşetli bir çürüme içerisinden geçiyor. Bu çürümenin en bariz işaretleri, toplumlara karşı yapılan açık barbarlık çağrılarıdır. Yoksullar, kendileri gibi çaresizleri diri diri yaksın diye vahşi katliam çığlıkları atılıyor! Çanlar küresel bir çatışmanın eşiğinde olduğunu duyabilmemiz için çalıyor! Ancak çanların acı çığlıklarını duyacak kulaklar, askeri terör rejiminin elemanlarının barbarca olan nihai çözüm önerileriyle dolduruluyor.
Onlara gereken cevabı belki John Williams verebilir. Topyekûn felakete sürüklenirken, daha fazla işgale değil parasız eğitime, parasız sağlığa ve insanca yaşayabileceğimiz bir toplumsal düzene ihtiyacımız var. Bunu terörü meşru silah olarak kullanan ve emekçi çocuklarını gözünü kırpmadan sahaya süren NATO’nun generalleriyle değil, ancak yoksul işçilerin içerisinden çıkacak olan önderlerle gerçekleştirebiliriz…
“Roma yalanını ne kadar zamandır yaşıyoruz? Kesinlikle kendimi bildim bileli; belki ondan yıllar öncesinden beri. Peki, bu yalan enerjisini hangi kaynaktan emiyor da hakikaten daha güçlü olabiliyor? Biz Cumhuriyet adına cinayetler gördük, hırsızlıklar ve talanlar gördük ve adına, hürriyet için ödenmesi gereken bedel dedik. Cicero, servete tapınan bozulmuş Roma ahlakına hayıflanıyor ama kendisi kabekat zengin, villalarının birinden diğerine yüz köleyle birlikte seyahat ediyor. Bir konsül barış ve huzurdan bahsediyor, sonra da gücü çıkarlarını tehdit eden bir meslektaşını öldürtmek için ordu kuruyor. Senato özürlükten bahsediyor, sonra da bana, istemediğim ama Roma’nın ayakta kalması uğruna kabul edip kullanmak zorunda olduğum yetkiler veriyor. Yalana verilecek hiçbir cevap yok mu?” (Williams, 2023: 23-24)
- https://x.com/yvzah/status/1807908209367093672 Erişim Tarihi: 17/07/2024
- Williams, John (2023). Augustus. İstanbul: YKY yayınları