May 7, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Abdullah Kaygı, zanaat ve sanat: “Nazi sanatı diye bir sanat var mı?”

Abdullah Kaygı, zanaat ve sanat: “Nazi sanatı diye bir sanat var mı?”

İLHAN AYER

Uzun yıllar Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe dersleri veren Prof. Dr. Abdullah Kaygı, “Sanat Felsefesi ve Sinema Sanatı” kitabından hareketle kendisine yönelttiğimiz soruları yanıtladı.

– Kitabınızın giriş bölümünde sözünü ettiğiniz “tüm sanat eserlerinde olduğu gibi, sinema sanatı alanı içinde yer alan eserlerde de etik değerlerin ya da insandaki sırf ona özgü olanakların yani insan olanaklarının sunulması söz konusudur” kabulünün ne gibi sakıncaları olabilir? Kendi kendinizi eleştirmeyi deneyebilir misiniz?

ABDULLAH KAYGI – Sanat eserlerinde etik değerlerin ya da insana özgü olanakların sunulduğu savı bazılarının tüylerini diken diken ediyor. Çünkü bizim etik değerler dediklerimizi ezbere değerlendirmeler yaptıran değer yargıları sanıyorlar; çünkü etiğin ahlaklardan farklı bir felsefe dalı olduğunu kavrayamıyorlar, yani sanat eserlerinde etik değerlerin sunulmasından söz edişimizi tamamen yanlış anlıyor ve sanat eserleriyle ahlakların sunulmasından söz ettiğimizi sanıyorlar. Oysa biz burada ideolojik, dogmatik ahlakların savunulmasından söz ediyor değiliz, biz felsefenin bir dalı olan Etik’ten söz ediyoruz.

Aynı şekilde insan olanakları dediklerimizi de anlamıyor ya da yanlış anlıyorlar. İnsanı bir makine gibi gördüğümüzü sanıyorlar. Ya da dinsel bir sabit insan kavramından söz ettiğimizi sanıyorlar. Bizim etik değerler derken kastettiğimiz sevgi, saygı, dürüstlük, cesaret, minnet, sabır, güven gibi dünyanın her yerinde önemsenen değerlerdir, öyle ki, hiçbir toplum tümüyle bunları göz ardı ederek ayakta kalamaz. Bunlar sırf insana özgü olanakların da bir kısmını oluşturmaktadır. Öteki kısmını ise aynı zamanda “insan başarıları” dediğimiz bilim, sanat, felsefe, siyaset, hukuk, teknik gibi insan etkinliklerinin karşılığı olan olanaklar oluşturur.

Sanat eserlerinde, böylesi insan olanaklarına işaret edildiği savının ne sakıncası olabileceğini anlayamıyorum.

– Size göre, Leni Riefenstahl’ın sinemaya getirdiği yepyeni tekniklere rağmen, “İradenin Zaferi” filmini bir sanat eseri olarak değerlendirebilir miyiz? “Nazi Sanatı” diye bir sanat var mıdır? Öte yandan devrimci sinemacı Sergey Eisenstein’ın sinemayı sinema yapan özelliğin “kurgu/montaj” etkinliği olduğu görüşüne ve onun “sanatların temel görevi […] insanı yansıtma görevidir” sözleri üzerine neler söylemek isterdiniz?

ABDULLAH KAYGI – İradenin Zaferi filmi (Kant’ın dediği gibi) zanaat anlamında bir sanat eseri kabul edilebilir; fakat (yine Kant’ın dediği anlamda) “özgür sanat” eseri olarak kabul edilemez. Dolayısıyla, zanaat anlamında “Nazi Sanatı” vardır. Sergey Eisenstein sinemayı sinema yapan özelliğin “kurgu/montaj” etkinliği olduğunu söylerken zanaattan söz ediyordu; fakat “sanatların temel görevi […] insanı yansıtma görevidir” derken özgür sanattan ya da güzel sanat olarak sanattan söz ediyordu.

Leni Riefenstahl zanaatçı anlamında sanatçı sayılabilir, fakat güzel sanat anlamında sanatçı filan değildir. Kendinden sonraki dönemlerde etkili olabilmesi, sinema tekniği anlamında yarattığı yeniliklerle ilgilidir; yoksa eserlerinin söylediği ile, ne anlama geldiği ile ilgili bir etki değildir, yani güzel sanat anlamında sanatsal bir etki değildir. Sanatın bir özelliği de evrensel olmasıdır, Riefenstahl’in herhangi bir evrensel mesajı yoktur.

SANATIN İNKÂRINA DOĞRU

– Çağımız sanat kuramlarının bizi getirdiği yerin sanatın inkârı olduğunu iddia ediyorsunuz. Size göre bundan kurtulmanın yolu nedir? Siz, neler önerebilirsiniz?

ABDULLAH KAYGI – Bunun için felsefeye dönülmelidir diyeceğim ama bu da anlaşılmayacak, çünkü felsefeciler dahil insanların çoğu felsefe dendiğinde bundan dünya görüşlerini anlıyor, dünya görüşlerini felsefe sanıyor. Oysa dünya görüşlerinden beklenebilecek fazla bir şey yoktur, onlar kendi sorularına bile cevap bulamıyorlar. Benim felsefeye dönülmelidir derken kast ettiğim dünya görüşlerinden farklı, kendine özgü bir bilgi alanı olarak felsefedir. Bu felsefenin araştırma alanı yani bilgi ürettiği alan insana özgü fenomenlerdir.

Bu açıdan en basitinden Aristoteles’in ya da Kant’ın sanat görüşlerine başvurulabilir. Hatırlayabileceğiniz gibi Kant zanaat anlamındaki sanatın öğretilebileceğini fakat özgür sanat anlamındaki sanatın öğretilemeyeceğini, hatta sanatçının kendi yarattığı sanat eserini kendisinin bile nasıl yarattığını bilemeyebileceğini söylemektedir. Özgür sanat dehanın ürünüdür, dolayısıyla herkes sanatçı olamaz, herkes özgür sanat anlamında sanat eseri yaratamaz. Günümüzün anlayışına göre ise canı isteyen herkes sanatçı olur. Bu anlayışa göre, herkesin bu sanat eseridir dediğini sanat eseri olarak kabul etmek zorundaymışız! Kısaca demek istiyorum ki Kant’ın sanat görüşünü doğru olarak öğrenmek bile kişinin kendisini bu kaostan kurtarmasına yeterli olabilir. Bu kaosun böyle sürmesi ancak dehaların harcanmasına sebep olur. Aklı başında toplumlar dehalarını kaosa kurban etmezler.

NE TÜR BİR BİLGİ?

– Sanat, insanın yapısıyla, insandaki sırf ona özgü yönlerle ilgili bilgi sağlamada felsefeye öncülük edebilir mi? Bu bağlamda, Nicolai Hartmann’ın “has sanat eseri söyleyerek değil [yani hazır bilgi vererek değil], göstererek öğretir, tıpkı hayatın öğrettiği gibi” sözlerini nasıl değerlendirirdiniz?

ABDULLAH KAYGI – Elbette öncülük edebilir, etmektedir de. Fakat burada önemli olan “bilgi” sağlama derken bilgiden ne anladığımız, ne tür bir bilgiyi kastettiğimizdir. Günümüzde egemen olan anlayışa göre, sanat eserlerinin ayırıcı özelliği herhangi bir konuda bilgi vermemeleridir. Bu anlayışa göre örneğin bir metin bilgi veriyorsa sanat metni olamayacaktır! Sanat eserlerinin gerçeklikte olan biten tek tek şeylerle ilgili bilgi vermediği doğrudur; fakat bilgi derken sadece gerçeklikte olan bitenlerle ilgili bilgileri mi kastediyoruz?

Bilgi çeşitleri göz önünde bulundurularak dikkat edilirse, görülebilir ki insanı insan yapan bilgiler gerçeklikte olan bitenlerin bilgilerinden çok, olanakların bilgisidir. Aristoteles’in 2500 yıl önce söylediği gibi, sanat eserleri olanaklarla ilgili bilgi kaynaklarımızdandır. Olanak olarak var olma tarzını yok sayan, gerçek olarak var olmayı tek varlık tarzı kabul eden, bütün varlık tarzlarını gerçekliğe indirgeyen indirgemeci anlayıştaki düşünürler, sanat eserleri gerçeklikte olanlar hakkında bilgi vermiyor diye, bu yüzden onların hiçbir şekilde bilgi kaynağı olamayacağını sanmaktadır. Onlara göre bilgi dediğin gerçeklik hakkında olur, olanak bilgisi diye bir şey onlara göre sadece bir zırvadır.

Bu bağlamdaki en önemli noktalardan birisi de sanat eserlerinin hazır bilgi veriyor olmamalarıdır. Aslında bu konuda yanlış anlamaları önlemek için sanat eserlerinin bilgi “vermesinden” değil, bilgi kaynağı olmasından söz etmek gerekiyor. Çünkü “verme” dendiği zaman hazır olan bilginin verilmesinin kastedildiği sanılıyor. Oysa sanat eserlerinde rastlantı dışında hazır bilgi bulunmaz. Sanat eserlerinin sağlayabileceği bilgi ancak felsefi bakışı olanlar tarafından edinilebilecek türden bilgidir. Felsefi bakışı olmayanlar ise, sanat eserlerinin ne diyor olabileceğini sezgileriyle bulabilmektedirler. Gerçek sanat eserleri karşısında, sebebini bir türlü anlayamadığımız halde etkilenmemiz, hatta bazen altüst olmamız bu yüzdendir. Sanat eserlerinin “hayatın öğrettiği gibi öğretiyor olması” da bu anlamdadır; hayatın içindeki olaylar da “bizden şu dersi al” ya da “şöyle ibret al” diye seslenmezler, kabiliyeti olan dersi ya da ibreti kendisi alır. Bazıları işte bu nedenle bir sanat eserinin verdiği “mesajdan” söz etmektedir. Herhangi birinin bu sanat eseridir dediği herhangi bir şeyin sanat eseri kabul edildiği dünyamızda, bu anlayışın doğal bir sonucu olarak “mesaj arayanlar postaneye gitsin” denilmektedir!

BİR FİLMİN ÖNERMESİ

– Bir filmin ne dediğini, neyi gösterdiğini, ne anlattığını bir önerme şeklinde belirtmekten siz ne anlıyorsunuz? Bir filmdeki önermeleri, temaları başka hangi boyutlarda tartışabiliriz?

ABDULLAH KAYGI – “Filmin önermesi” deyimi bana ait değildir, sinema alanındaki profesyonellerin yarattığı bir deyimdir. Ama onların da bununla kast ettiği, filmin içinde konuşulanların arasında bulunabilecek bir önerme değildir; yani hazır bilgi, ya da hazır önerme değildir söz konusu olan. Benim görebildiğim kadarıyla kastetmeye çalıştıkları, bir önermeyle dile getirilebilecek bir olanağın bilgisidir.

Sinema ile ilgili bir kitaptan aktardığım ve bir filmin önermesi olduğu söylenen bir önerme örneği vereyim: “Sevgi de kan bağı kadar derin bağlar yaratabilir.” Bu bir film izlendikten sonra ondan edinilen bilginin bir cümleyle ifade edilmesidir. Sevgiyle ilgili bir olanak bilgisidir; sevginin nelere “kadir” olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Bu elbette sevgi ile ilgili tek olanak değildir, sevginin başka yönlerini anlatan birçok sanat eseri vardır. Ama böyledir diye sevgi ile ilgili her şeyi öğrendiğimizi, başka film izlemeye ihtiyacımız olmadığını düşünmeyiz, çünkü sevgiyi ya da insanı hiçbir sanat eseri tüketemez. Her bir gerçek sanat eseri bize etik değerlerin farklı bir yönünü sunduğu içindir ki bazen, gerçeklikte olan bitenleri anlatan haberleri bırakırız ve kurmaca olan bir filmi izlemeyi tercih ederiz. İnsan olanakları ile ilgili hazır bilgi veren felsefi antropoloji bile insan olanaklarının tamamını listelemiş ya da adı konulan her bir insan olanağının bütün yönlerini ortaya koymuş değildir. Birçok sanat eserinde konu edilmesine rağmen, sevginin daha başka nelere kadir olabileceğini henüz bilmiyoruz; bu gelecekteki sanat eserlerinin konusu olacaktır.

TOPLUMSAL GERÇEKÇİ SİNEMA VE TÜRKİYE

– Türkiye’de kökleri 1955’lere kadar dayanan Toplumsal Gerçekçi Sinema ile 1970’lerde boy göstermeye başlayan Devrimci Sinema eserlerini, insanın toplum içinde bir “birey” olduğunu göz önünde bulundurarak, sanatın etik değerler ve insan olanaklarını sunmasını ölçü alsaydınız bizlere neler anlatmak isterdiniz?

ABDULLAH KAYGI – Bu uzmanca bir araştırmayı gerektirir, böyle bir araştırma yapacak zaman ve zemini ne yazık ki hiç bulamadım. Fakat şu kadarını rahatlıkla söyleyebilirim ki, ülkemizde de dünya çapında konuşulan sinema dilini konuşabilen, bunu öğrenip öğretebilen yönetmenlerimiz var. Bu bizim zanaat bakımından yeterince ustalaşmış olduğumuz anlamına geliyor. Fakat öğretilmesi söz konusu olmayan, dehanın ürünü olan “güzel sanatın” farkında olup olmadığımızdan emin değilim. Neden örneğin Oscar ödülü alamadığımızı anlayamayışımızın sebebi bu gibi görünüyor.

Güzel sanat anlamında her bir sanat eseri devrimcidir, yani gerçek sanat eserleri daha önce bilinmeyen bir şeyi insanlara gösterir. Fakat dahi sanatçılar bile yarattığı deha ürünü bir sanat eserini nasıl yarattığını bilemeyebilir; yani gerçek sanat eseri yaratmanın bir reçetesi olmaz; reçeteler hep mevcutlara göre üretilir, bu ise mevcutların taklit edilmesi demektir; oysa gerçek sanat eserleri mevcutları taklit ederek büyük sanat eseri olmaz, nitekim Kant’ın sözünü ettiği gerçek sanat eseri olan her bir “sanat eserinin kendi evrenselini birlikte getirmesi” bu demektir. Bunun anlaşılabilmesi için felsefe bilmek gerekmektedir. Birey kavramının anlaşılabilmesi için de felsefe bilmek gerekmektedir: kişinin yaşadığı toplumun ezbere değerlendirmeler yaptıran değer yargılarından bağımsız olması önemli bir özelliktir; fakat değer yargılarından bağımsız olmak ile etik değerlerden bağımsız olmak aynı şey sanılırsa, bu yolla ancak nihilizme varılabilir, nihilist olmak ile birey olmak aynı şeymiş gibi düşünülür.

Öte yandan elbette bir sinema eserinin yaratıcı niteliği ille de sırf yönetmenden kaynaklanmak zorunda değildir; dehanın ürünü olan bir senaryo sadece zanaat bakımından ustalaşmış bir yönetmenin elinde bizi dünya çapında amaçlara götürebilir. Ama bu tür senaryoların bollaşabilmesi için bu alanla ilgili hukuki zeminin de müsait olması gerekir. Hukukçularımızın bundan çok daha acil konularda bile yeterli olup olmadıkları tartışma konusudur.

SİNEMA DİLİNİ ÖĞRENDİK, YA ŞİMDİ?

Sanat Felsefesi ve Sinema Sanatı eserinizdeki kabullerin ışığında, Türkiye’deki son dönem sanat filmlerine bakışınız nasıl? Sinema sanatçılarına, emekçilerine özellikle bağımsız sinemacılara neler söylemek isterdiniz?

ABDULLAH KAYGI – Yukarıda da söylediğim gibi sinema dilini en yüksek kalitede öğrenmiş durumdayız. Zanaat olmayı aşmış, güzel sanat anlamındaki her sanat eseri devrimcidir. Fakat bu anlamda sanat eserinin nasıl yaratılacağı öğretilip öğrenilemez; her bir sanat eseri Kant’ın dediği gibi kendi evrenselini birlikte getirir. Bu, gerçek sanat eserlerinin (daha önce zaten bilinen bir evrenseli tekrar etmek yerine) yeni ve evrensel bir şeye işaret etmesi demektir. Senaristler ve sinemacılar bu türden eserler yaratabilecek hale gelmek için felsefe öğrenmelidirler, felsefi bakış diye bir şeyin olduğundan haberdar olmalıdırlar.

Felsefenin bir dalı olan Etiğin ne olduğunu, ahlaklardan tamamen farklı, apayrı bir alan olduğunu öğrenmek, öğrenene dünyaya yepyeni bir bakış açısıyla bakabilme olanağı verir. Aynı olayı felsefe bilmeyen birinin anlatışı ile felsefe bilen birinin anlatışı çok farklı olacaktır. Örneğin bir ahlak açısından bakarak bir olayı anlatan, o olayı kendi toplumunun yöresel kültürü açısından anlatacaktır; etkileyebileceği insanlar da kendi toplumuna mensup olanlardır. Oysa aynı olayı etik bilgiye dayanarak, etik bilinçle anlatan bir sanatçı, o olayı tüm dünyada benimsenebilecek bir bakış açısıyla anlatabilecektir.

Görsel: Ömer YAPRAKKIRAN