March 14, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

İlber Ortaylı’ya ağıt!

İlber Ortaylı’ya ağıt!

ORHAN GÖKDEMİR

“Suriye bir ülke miydi? Hayır. Suriye’nin bir siyasi başlık olması istendi ama bu başarılamadı. Suriyeliler var, ancak birlikte hareket etmekten çok, bölünmeyi tercih ediyorlar.” Bu, işgal edilmesinden kısa bir süre sonra İlber Ortaylı’nın bir Suriye yazısının girişi. Suriye düştüğü için çok rahat tarihçimiz; bir ülke miydi diye soruyor. Çok açık, olsa düşmezdi.

Fakat tabii çok kullanışlı bir cümle bu. Suriye yerine İran veya Türkiye yazsak da gideri var, demek istiyorum. Sonuçta bölgedeki bütün ülkelerin geçen yüzyılın başına dayanan kısa bir tarihleri var. Çünkü Şah İsmail’den Rıza Şah’a miras kalanların tam bir bilançosuna sahip değiliz. Aynı şekilde Abdülhamit ile Mustafa Kemal arasındaki yol hakkında da oldukça kuşkulu ve tartışmalı bir toplam var elimizde. Haliyle adı geçen ülkelerin tamamının tarihi şunun şurasında bir yüzyıl civarında. “İran ve Türkiye’nin de bir başlık olması istendi ama bu başarılabildi mi bilmiyoruz” diyebiliriz haliyle. Suriyeliler olduğu gibi, İranlılar ve Türkiyeliler de var ama onlar da birlikte hareket etmekten çok, bölünmeyi tercih ediyorlar çünkü. Suriye’de olduğu gibi İran ve Türkiye de emperyalist güçlerin desteklediği “ücreti mukabili cihatçılar” tarafından ele geçirilseler ve İlber Ortaylı aynı yazıyı sadece Suriye’yi çıkarıp yerine İran ve Türkiye’yi koyarak yayınlasa yadırgar mıyız? Hayır. Ülkeleri birlikte tutan şeyler emperyalist güçlerin desteğinde bir bir budandı. Hoş, ABD birlikte hareket etme kabiliyetine sahip mi?

***

Tarihçi, akademisyen ve yazar. Biyografisi böyle başlıyor. Yazardan çok “konuşur” aslında. Konuşuyor, konuştuklarını derleyip basıyorlar, yazı oluyor. Türk Tarih Kurumu şeref üyesi. Uluslararası Osmanlı Etütleri Komitesi yönetim kurulu üyesi ve Avrupa İranoloji Cemiyeti ve Avusturya-Türk Bilimler Forumu üyesi. İyi ama neden Topkapı Sarayı Müdürü veya Kültür Turizm Bakanı Danışmanı “titr”leri biyografisine not edilmiyor. Küçümseniyor mu yoksa. “Kütüphanesini saraya bağışlayan adam” yazsalar, farz edelim, az şey mi?

Demek ki büyük tarihçimiz, hem de zirvede olduğu bir zamanda AKP memurluğunu tercih etmiştir. Yağmacı bir bakanlığa danışmanlık yapmakta sakınca görmemiştir. Kütüphane kısmına hiç girmiyorum. Fakat, doktora ve doçentlik tezlerinden sonra ne yazdığını bir söyleseler, feyz alsak, bildiği sayısız dilin ve derin ilminin keyfine varsak, onurlansak! “Tanzimat Sonrası Mahalli İdareler” ve “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu” dışında ne kalacak ondan geriye, öğrensek…

*** 

Cumhuriyetin cephaneliğine mermi taşısın diye kurulan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünde, Şerif Mardin, Halil İnalcık, Mümtaz Soysal, Seha Meray, İlhan Tekeli ve Mübeccel Kıray’ın öğrencisi olmuş. Sınıf arkadaşları arasında üretken aydınımız Zafer Toprak da var. Adı geçenler arasındaki Mübeccel Kıray’ın öğrencisi oldum ben de. Cumhuriyete, laikliğe şaşı baktığını hatırlamıyorum. Sıra arkadaşı Zafer Toprak Hürriyetin ve Cumhuriyetin tutanakçısı olmuştur. Onda bu tanışıklıklardan geriye sadece Şerif Mardin esintisi kalması ne kadar dramatik.

***

Biliyorsunuz, Türkiye’de “parlamenter demokrasi” bitti. Meclisin yasama yaptığı, yürütmeyi kendi içinden çıkardığı sistem gitti, yerine “başkanlık sistemi” denen bir ucube geldi. Bir kişinin hem cumhurbaşkanı hem parti genel başkanı hem hükümet başkanı; hem yürütmenin hem idarenin hem yasamanın başkanı olduğu tuhaf bir yapının içindeyiz. Aslında buna yapı demek doğru değil. Cumhuriyetin yıkıntıları üzerinde bir gecekondu kurma girişimi.

Bu arada bu gecekonduyu kuranlar büyük olanaklara sahip. Sağa sola ulufe dağıtıyorlar. Yargıyı sarayda hizaya dizip, ayar veriyorlar. Ödül de dağıtıyorlar arada. Alan yeryüzünden silinip gidiyor yalnız. Her ne ise, Abdülhamit döneminde bile olmayacak şeyler oluyor Türkiye’de.

İlber Ortaylı da sarayın ödül verdiği kişiler arasında. Ödülü eline tutuşturduktan sonra televizyondaki partneri çıktı dedi ki, “Benim demokrasiye karşı bir sempatim yok… aslında ideal yönetim şekli monarşi. Bir kişi olur, bir grup olur ama her halükârda böyle olması demokrasiden iyidir.” “Tamek Celal”den söz ediyorum. O da bol ödüllü bir şahıs malum. Bok yemeye meraklı, Kenan Evren’in ardından ağıt yakan tek kişi. Demokratik parlamenter sistem hakikaten şişirilmiş bir efsaneydi ve trajik bir şekilde yıkıldı. Ama bundan yola çıkarak, monarşinin iyi bir yönetim biçimi olduğunu söylemek de ancak “öğrenmiş ama çocuk akıllı kalmış” bir öğretim üyesine yakışır. Televizyona çıktıkları zaman bir tür allame-i cihan. Her konuda ansiklopedik bilgileri var. Her konuda konuşabiliyorlar. Uzmanlar. Sayısız diplomaları var. Batıda pek çok üniversitede itibar görmüşler. Gelin görün ki ülkenin sorunları hakkında bir çocuk kadar bile bilgileri yok.

Sürekli ipe sapa gelmez laflar etmelerinin iki sebebi olabilir haliyle. Ya hakikaten cahil olduğu konularda konuşuyorlardır. Ya da muktedirin kendisine de ödül vermesini, sarayda ağırlamasını istiyorlardır. İkisi de mümkündür.

***

İlber Ortaylı, vaktiyle, Samanyolu TV’de katıldığı bir televizyon programında Gülen’le görüştüğünü anlatıyor. Program sunucusunun kendisine “Pensilvanya’da Fethullah Gülen Hocaefendiyle de bir görüşmeniz oldu” demesi üzerine, “ilk defa olmuyor, bazı şeyler söyledim” diyor. Sunucunun “İlk defa olmuyor derken? Daha evvel İstanbul’da mı görüştünüz?” deyince “İstanbul’da da görüştüm birkaç kere, hep görüşürüm” diye yanıtlıyor. Fethullah’ın düzenli görüşmecisidir. Örgütün “Kutlu Doğum Haftalarında” konuşmacıdır. Fethullah okullarını öven kitaplarda yazıcıdır. Öyle ki, bugün o kitaplardan birinin evinizde bulunması hayatınızın karartılması için yeterlidir. Tarikatın yayınevi Timaş’ın en gözde yazarıdır. Mustafa Kemal’e, cumhuriyete hakaret ederek geçimini sağlayan gerici-islamcı Mustafa Armağan ile birlikte bile kitap yazmıştır. Bir vesileyle kızıp “hödük” dediği bu tuhaf tipe övgüler düzebilmiştir ortak kitaplarının önsözünde.

Muktedire yanlayan, iktidara yalakalık yapan, arkaik rejimleri öven aydın olur mu? Peki ya tarikat övene, tarikat şeyhi etekleyene aydın diyebilir miyiz?

Diyemiyoruz. Arkasından ağlıyoruz; tarihçiliği değil AKP memurluğunu tercih etmiştir. Ömrü memuru olacak iktidar arayışıyla geçmiştir; üzülüyoruz.

Sorusunu onun yerine tekrarlıyoruz; “Türkiye bir ülke midir?” Hayır. Çünkü bu tiplerin aydın sayıldığı ülkeler birlikte kalamazlar, birlikte davranamazlar, bütünlüğünü koruyamazlar.

Düzenin aydınına erken bir ağıttır bu. Ayakta olmasına, konuşmasına, yiyip içmesine bakmayın. Geride iz bırakmadan öldü gitti rahmetli!