Kapitalizmin krizinde bir tehlikeli “dost”: ABD

İLHAN AYER
Kapitalist akıl nedir, diye soruyoruz. Strateji, taktik her şey kapitalizm için mi? Akıl ve pragmatist sisin arkasında neler kaldı, diye merak ediyoruz. İşte kalanlar: Hiçbir şeyi koruyamıyoruz. Ölen işçiler, orman yangınları, doğanın tahribatı, katledilen hayvanlar, hastanelerde yaşamlarını yitiren bebekler, kadın cinayetleri, savaşlarda öldürülen insanlar, çocuklar, kentlerde intihar saldırılarıyla hayatlarına son verilen insanlar. Milliyetçilik, din, iktidar savaşı uğruna işlenen cinayetler… Asgari ücret tartışmaları, emekli aylıkları, hayat pahalılığı ikinci dereceden sorunlardan sayılarak sabun köpükleri gibi havada uçuşmaktadır!…
Herkes gözünü stratejik akla dikmiş, kapitalist aklın dozerlediği yolda, gelecek için kazanılacak akçelerin peşinde… Gelecek bir umuda dönmüş: Siyaset tıkır tıkır işliyor, geçmişte olan bitenler değil, gelecekte olacak olanlar gündemi belirliyor. Geleceğe odaklanmak, belirsize yapışmak moda. Su bulandırılıyor, duygular, hayaller kullanılıyor. Sonuç, yine hüsran: Ezilenlerin çoğunluğu!
Stratejik aklın saldırdığı yerden kanlar fışkırıyor! Ölen insanlar kimsenin umrunda değil. Kafasını kaldırıp, aşağıya bakmak bile istemeyen insanlarla dolu dünya! Olan bitenler önemli değil, olabilecek olanlar önemli! Öyle, olabilecek olanlar da bitmeyecek tabii ki.
O zaman biz de biraz geçmişe, sonra da geleceğe bakalım.
Geleceği en iyi tasarlayan, tasarım gücü kuvvetli bir ülkeye gelelim: İşbirlikçileriyle kapitalist aklı en iyi kullanan ülkelerden biri ABD. Peki, ABD devlet aklı nasıl işliyor? Bu aklın mantık dışı yanları var mı? ABD devlet aklı hangi “izm”lerle ve mantık kurallarıyla ilerlemekten hoşlanıyor? Kapitalist dayanışma nasıl işliyor? ABD her istediğini yapabilen özgür bir ülke mi? ABD ile dostluk kuran herkesin eli yanıyor mu?
BÜYÜK BİRADERİN DEVLET AKLI
İşte yeni kitabı “Verhängnisvolle Freundschaft” ile bu “felaket dostluğa” ve sonuçlarına yanıt aramaya çalışan Alman felsefeci-yazar Werner Rügemer(*), ABD devlet aklının kurulduğundan bu yana izini sürüyor, geçmişten kalkarak günümüze ışık tutmaya çalışıyor. “Bu devlet aklı gelecekte neler yapabilir?” arayışıyla da okuyuculara kılavuzluk ediyor.
Werner Rügemer, kitabında ilk olarak ABD’nin ilişkiye girdiği ülkelerle önce nasıl dostane ilişkiler geliştirdiğini, sonrasında da nasıl birden bu ülkelere düşmanlaştığını göstermeye çalışmış. Örneğin, 1970’lerde ABD Başkanı Richard Nixon Çin Cumhuriyeti’ni tanımış, ekonomik olarak destek de vermiştir. ABD, Çin’in ekonomik olarak zayıf zamanlarında, Apple’ın, Microsoft’un Ford’un kârlarının yüksek olduğu zaman diliminde dost olarak kalmış; ne zaman ki Çin endüstriyel, teknolojik olarak güçlenmiş, refah dönemine geçilmiş, ücretler biraz olsun yükselmiş o zaman da Çin’e karşı yaptırımlar başlatılmış, Çin askeri yöntemlerle çember içine alınmaya çalışılmıştır.
Rusya’nde 1917 yılında sosyalist bir devrim olmuştu. Wall Street bankerleri bu devrimle birlikte, değişen hükümetle ilişki kurarak çok para kazanacaklarını düşünmüşlerdi. ABD, Sovyetler Birliği’ne yardım etme kararı aldı. ABD’nin de katıldığı askeri yardımlarda Ford, General Electric, Radio Corporotain of America, Harriman &Co. desteklendi. Yapılan bu “yardımlar” sayesinde Sovyetler Birliği daha hızlı endüstrileşebildi, insanların yaşam standartları yükseldi.
1933 yılında ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt Sovyetler Birliği’ni tanıdı. Ama Ford başta olmak üzere firmalar bir anda Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanlaştı. Stratejik olarak Hitler’in ordusunu desteklemeye başladılar. Amaç Sovyetler Birliği’ni yok etmekti. ABD 19’uncu yüzyılın sonlarında da Küba’da Jose Marti önderliğindeki demokratik ayaklanmayı kolonyalist İspanya’ya karşı desteklemişti. Zaferden sonra, malum, diktatörle yönetme sevdasına girişildi.
Hepimiz biliyoruz ki, ABD kendi arka bahçesi saydığı Latin Amerika ülkerinde ve Asya’da defalarca otokratları başa getirmeyi denemiştir, çoğu zaman başarmıştır da. Versay’daki barış görüşmelerinde Wilson Vietnam’ın Ho Chi Minh önderliğindeki kurtuluş savaşını reddetti. Ardından ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya karşı savaştığından kısa bir süre Ho Chi Minh’i destekledi. Fakat savaştan sonra Vietnam düşman ilan edildi. Kolonyal güç Fransa, Ho Chi Minh’e karşı silahlandırıldı. Sonuçta yıkıcı bir savaş yaşandı, geriye sadece ölüler kaldı.
Rügemer’e göre ABD, öncelikle Amerikan eyaletlerinde kanlı savaşlara girişti, Kızılderililere karşı soykırım yaparak egemenliğini kurdu. Sonrasında Kuzey Amerika ve arka bahçesi saydığı Güney Amerika’da sayısız askeri darbelerde bulundu. ABD, 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren de Avrupa, Asya ülkelerinde içsavaşlara neden olarak, diktatörlere yapılan darbe destekleriyle, kredilerle, askeri, istihbarat güçleriyle iktidarları ele geçirmek için huzursuzluklar yarattı.
Avrupa ülkeleriyle örneklerimize devam edelim: İlk faşist diktatör Mussolini İtalya’da demokratik ve işçi hareketini acımasızca ezmişti. Mussolini’ye ABD tarafından krediler açılmıştı ve Amerika’da politik bir star olmuştu! General Franco İspanya Cumhuriyeti’ne karşı darbe yapmıştı. General Franco ABD’li silah ve petrol şirketleriyle desteklenmiştir. Mussolini ve Hitler’den de askeri yardım almıştır General Franco.
Hitler, Hollywood’un yardımıyla ABD’de medya yıldızı yapılmıştı. Nazi lideri, Amerikan Olimpiyat Komitesi’yle beraber İngiltere, Fransa, Japonya, Finlandiya, Güney Afrika’nın yardımıyla, 1936 Olimpiyat Oyunları’nda, uluslararası ve Yahudilerin boykotuna karşı korunmuştur. Sonrasında da Berlin, Sovyetler Birliği‘ne karşı silahlandırılmıştır.
ABD VE LATİN AMERİKA ÜLKELERİ
ABD devletinin kapilalist aklı hangi ilkelerle yol alıyor? Gerçekten ABD kapitalist ülkelerin lideri olarak tanımlanmayı yeterli mi buluyor, yoksa dünya kapitalizminin kendi önderliğinde sürdürülmesini mi istiyor?
Bu durumu yerinde görmek için Latin Amerika ülkeleri ve bazı Asya ülkeleri tarihinden başlayalım: Küba, Porto Riko, Filipinler, Guam, Hawaii, Meksika, Guetemala, Kosta Rika, Honduras, Nikaragua, Dominik Cumhuriyeti, Panama, Haiti. Bu ülkelerin 19’uncu yüzyılın sonlarından beri ABD’nin ilgi alanına girdiler. ABD, bu ülkelerin yönetimlerini hiçbir zaman rahat bırakmadı, kimi zaman diktatörlere finansal açıdan, seçim hileleri ile birlikte yardımlarda bulundu, kimi zaman da generallere destek sunarak darbe yapmalarına izin verdi.
ABD, Katolik kiliselerini her zaman yanı başında bulundurmuştur. Gidilen ülkenin oligarkları başlarının tacı olmuştur. ABD’nin büyük kredi kuruluşları zaman zaman savaşan taraflara krediler vermiş, zaman zaman da savaşan bir tarafa verdiği krediyi durdurmuştur. Rotschildlerin Küba savaşında, İspanyollara verdiği krediyi iptal etmesi gibi. ABD’nin gelenekselleştirdiği bir etkinlik vardı ki, o da, ABD’li yatırımcıların arka bahçesi saydıkları bu ülkelerdeki girişimleriydi. ABD yatırım şirketleri, gözlerini her zaman bu ülkelerdeki petrol ve altın yataklarına, şeker, muz, tarım üretimlerine, demiryollarına, telefon, radyo, posta nakliyat şirketlerine dikmiştir.
ABD, bağlantılı olduğu şirketlerle bu sektörleri kontrol altına almayı çalışmıştır. ABD diğer taraftan, IMF, Dünya Bankası ve Uluslarası Kalkınma Bankası aracılığıyla ülkelerin zayıf finansal durumundan yararlanarak, ekonomileri yeniden düzlüğe çıkarma balonlarıyla, kendine bağlama amacı gütmüştür. Ayrıca Wall Street becerebildiği zamanlamalarıyla gerekli hisse senetlerini piyası sürmüştür.
ABD bu ülkelerin kimilerinde askeri üsler açarken, kimilerinde de isyancılar için işkence üsleri kurmuştur. ABD ve diktatörleriyle çıkan ulusal kurtuluş savaşlarında ve isyanlarında binlerce isyancı ve sivil öldürülmüş, işkence edilmiş, kovuşturulmuştur. Hıristiyanlık, özellikle Katoliklik kimlik olarak kullanılmış, bazı Müslüman Asya ülkerinin halklarını din değiştirmeye zorlamışlardır. Misyonerlik faaliyetlerine önem vermişlerdir. Kimi ülkelerde de işgal ettikleri ülkelerin halklarını zorla çalıştırmaya kalkmışlar, sonunda her zaman arkalarında ezilen kitleler bırakmışlardır!
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA ABD VE AVRUPA
Birinci Dünya Savaşı öncesine geldiğimizde Avrupa’daki savaş hali, düşmanların saf tutması ABD için bulunmaz bir fırsattı. Birinci Dünya Savaşı şartlarına bakılacak olursa, Avrupa kapitalist devletlerinin kendi üretebileceklerinden daha çok silaha ihtiyaçları olduğu aşikârdı. Toplam 70 milyon asker silah altındaydı. ABD çoktan anlaşmaları hazırlamıştı bile. Müttefik devletleri, kredi koşullarına göre, ABD’li şirketlerden mümkün olduğunca çok şey almak zorunda kalmışlardı. Bu ürünler, ülkelerinin orduları için gerekli olan mühimmat, savaş teçhizatı, gemi, uçak motoru, petrol, benzin, tahıl, konserve, askeri bot ve türleri, üniformalar gibi ihtiyaç kalemleri idi. Ancak, ABD’nin ikili yardım sistemi yerinde sayacak değildi, ABD hükümeti henüz İttifak Devletleri’ne (askeri) savaş ilan etmediği sürece, ABD’li şirketlerden, özellikle Almanya’ya gerekli ihtiyaçlar götürülmüştü.
Böylece ABD iki tarafla da çalışmış oluyordu. Savaş kredilerinin sonunun geleceği pek öngörülmüyordu! Savaşın da öyle! ABD hükümetinin ve Wall Street’in onayıyla, kongrenin haberi olmadan Birleşik Krallık’a 3 milyar dolarlık kredi onaylanmıştı. 1914 ile 1917 yılları arasında, ABD’li demir ve çelik girişimcileri Avrupa’ya olan ihracatlarını beşe katladılar, ortalama kâr oranları yüzde 7,4’ten yüzde 28,7’ye yükseldi. Mühimmat ve patlayıcı ihracatı da savaşın ilk iki yılında on kat arttı.
General Smedley Butler her şeyi açık seçik ortaya seriyordu: Savaştan sonra, savaş ekonomisi 21 bin yeni milyoner ve milyarder yaratmıştı. Ayrıca, ABD finans sektöründe daha o yıllarda, National City Bank aracılığıyla Çin, Hindistan, Japonya, Birleşik Krallık, Filipinler ve birçok Güney Amerika ülkelerinde şubeler açarak elini güçlendirmişti.
Öte yandan, Birleşik Krallık ve Fransa da, kolonileri olan Hindistan, Çin ve Çinhindi’ndeki halkları askeri yöntemlerle, yerel işbirlikçileriyle sömürmüş, baskı altına almış, milyonlarca insan açlıktan ölmüştü.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ALMANYA
Nereden nereye? Birinci Dünya Savaşı sonrası ABD hangi fikirlere saplandı da, Almanya askeri bir düşmandan dost bir müttefik haline geldi? ABD tarafından Versay anlaşmasında listenen 901 savaş suçlusu Alman, hangi nedenlerle görmezlikten gelinerek cezasız kaldılar? Öncelikle şunları söyleyebiliriz: İkinci Dünya Savaşı öncesinde ABD ve Almanya’nın kapitalist elitleri birbirlerine benziyorlardı.
Her iki devlet de özel girişimi destekleyerek yüksek kârlar elde ediyorlardı. Her iki devletin enternasyonal kartelleri vardı. Almanya, bilimsel, teknolojik açıdan, diğer Avrupa ülkelerine göre daha ilerideydi. Bunun yanı sıra Almanya, Avrupa’nın en büyük nüfusuna ve pazarına sahipti. Bu nedenlerden dolayı Almanya, modern kapitalizmi tüm Avrupa’ya, Sovyetler Birliği’ne, Avrasya’ya yaymak için en elverişli olanıydı. Almanya’nın en büyük kömür, çelik, kimya ve silah sanayicileri olan Stinnes, Kirdorf, Duisberg ve Krupp 1914 yılında savaş hedeflerinde şunları söylüyorlardı: Avrupa’da Alman ekonomisi için yeni kapılar açılmalı, ilhaklar gerçekleştirilmeliydi!
Almanya 1924 yılında, Dawes planı çerçevesinde, ABD’den 800 milyon (altın) mark kredi aldı. Bu parayla savaş tazminatlarını ödedi. İleriki yıllarda Alman sanayiciler de sık sık ABD’li bankaların kapılarını çalarak krediler temin ettiler.
Buna karşılık ABD’li şirketler, Almanya’da birçok şirket satın aldılar, hisseler satın alarak ortak olma yoluna gittiler. Öyle ki, 1930’lu yıllarda ABD’nin Almanya’daki yatırım payı yüzde 9,1 idi. Bu oran, ABD’nin yabancı ülkelerdeki yatırımlar içinde Almanya’nın önemini gösteriyordu. Bu arada bu iki devletin büyük kartelleri ortaklaşa şirketler kurdular.
Bu şirketlerden bazıları, daha sonra savaş sanayiine hizmet edecekti! 1930’lu yıllarda, ABD, Standart Oil aracılığıyla Alman İmparatorluğu’na petrol, benzin ve mazot satmıştır. IG Farben de ABD’li ortağının patentleriyle önce Alman İmparatorluğu’na sonra da Nazi Almanya’sına benzin ve uçak yakıtı tedarik etmiştir.
Ford, GM, Chrysler 1935’lerden beri Batı Avrupa ülkeleri ve Nazi Almanyası için ağır vasıtalar ve askeri araçlar üretmiştir. Alman sanayicileri, ABD’li ortaklarıyla beraber, savaş sanayii için teknolojik seviyelerini yükseltmişlerdir. Birleşik Krallık hükümetleri bile savaş öncesinde Nazi Almanyası’na yüksek miktarlarda madenler satmıştır. ABD’li şirketler Uzakdoğu’yu unutmamış Japon savaş sanayiine büyük destekler vermişlerdir. ABD emperyalizmi kurduğu iş ortaklıklarının yanı sıra kültür emperyalizmi için Holywood’u devreye koymuş, Katolik kiliselerini ve Vatikan’ı öne çıkarmaktan da geri durmamıştır.
ÖRNEKLER ÇOĞALTILABİLİR
ABD’li şirketler, 1943’ten savaşın sonuna kadar Sovyetler Birliği’ne ürettikleri malzemeyi göndermeye etmeye başladılar. 400.000 cip ve ağır vasıta, 13.000 lokomotif ve vagon, 90 gemi, 18.700 bombardıman ve avcı uçağı, 7.000 tank, çok sayıda uçaksavar, makineli tüfekler, telefon kabloları, sahra telefonları, yüksek kalite benzin, alüminyum, askeri botlar, üniformalar ve yiyecekler yapılan sevkiyat listesidir. Ancak Sovyetler Birliği teslim alınan malzemelerin ödemesi için Batılı müttefikler gibi kredi anlaşmalarıyla değil, o zamanki değerli parasıyla, çoğunlukla manganez ve krom cevheriyle, kalanını da altınla ödemiştir.
ABD’nin dost ve düşman tarafıyla ikili çalışmalarının örneklerini çoğaltabiliriz. Ford şirketi kurucusu Henry Ford’un oğlu Edsel Ford 1943’teki ölümüne kadar Ford Werke Köln denetim kurulu başkanı olarak kalmıştır. Ford, 1934 yılından başlayarak Alman ordusu (Wehrmacht) için askeri araçlar üretmiştir. Üretilen askeri kamyonların sayısı 1943 yılında 17.472 iken, 1944’te 13.015’tir. Ayrıca, Köln’deki Ford, Alman ordusunun işgali altındaki Fransa, Belçika, Hollanda ve Danimarka’daki Ford fabrikalarını da kontrol ediyordu. Ford, aynı zaman diliminde ABD ordusu için de araç üretmeyi ihmal etmiyordu.
Diğer yandan, General Motors’un yan kuruluşu Opel, Almanya’da Naziler için üretim yaparken, General Motors’un Birleşik Krallık’taki yan kuruluşu Vauxhall müttefikler için askeri üretimler yapıyordu.
NE YAPACAĞI BELLİ OLMAYANLAR
Görüldüğü üzere ABD tehlikeli bir dost. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan, pragmatist, üzerinde kesin bir bilgi edinilemeyecek bir devlet aklı! Yaptığı tek iş, dünyanın her yerinden işbirlikçiler bulmak! Kapitalist olanından! Dost ve düşman tarafları karşı karşıya getirmek, her iki tarafa tedarikler sağlamak. Savaşın sonunda da en uygun tarafa geçmek. ABD’nin en büyük hedefi, kendi önderliğindeki kapitalizmi sürdürmek, geliştirmek.
Savaş ticareti yapmak, devletleri borçlandırmak, işine gelen gümrük tarifelerini uygulamak ABD devlet aklının önceliklerinden. ABD’nin Truva atları uluslarası şirketlerdir ve bu şirketler gerek savaş öncesi gerekse savaş sonrası dönemlerde her zaman ordularla ve devletlerle iç içe geçmişlerdir.
Rügemer’in bu yapıtından anladığımız, en geride duran, sürekli hareket eden, ettiren güç, finans dünyasıdır. Bankalar, şirketler, yatırım bankaları, devletler, ordular ve yönetimler paranın, kredilerin sayesinde hareket ettirilmekte, savaşlara yol açmakta, her zaman kâr peşinde koşulmakta, kapitalist iktidar ise hasımların zayıflıklarıyla kurulmaktadır.
Yazar Rügemer, bu yapıtıyla bizlere, kapitalist dayanışmanın kaçınılmaz kötülüklerini bir kez daha göstermek istiyor. Zengin verilerle gerçekten akıl açıyor.
(*) Werner Rügemer, Verhängnisvolle Freundschaft – Wie die USA Europa eroberten – Erste Stufe: Vom 1. zum 2. Weltkrieg, PapyRossa Verlag, Köln, 2023.
GÖRSEL: Ömer Yaprakkıran