Yaşasın mı cumhuriyet?
AHMET ÇINAR
Konserler, fener alayları, mesajlar, nutuklar… Dünden beri telefonuma gelen “kutlama” mesajları burdan Beştepe’ye ya da Nakkaştepe’ye (*) yol olur! Oysa soru şudur: Cumhuriyet nasıl yıkıldı, yıkılan bir cumhuriyet nasıl kutlanır? Gerçeğe ve nesnelliğe kapı aralamak gerekiyor… Cumhuriyetin olduğu yerde, AKP ve onun temsil ettiği islamcı despotizm olmaz, olamaz. Eğer AKP/sermaye despotizmi varsa, orada cumhuriyetten söz edilemez, edilmemeli… Peki “kutlanan” ne? Bu yanılsama ne? Hani cumhuriyet, hangi cumhuriyet, yaşasın mı cumhuriyet? Bitmiş, bitirilmiş, iğfal ve iğva edilmiş bir cumhuriyetin 101’inci yılını selamlama zamanı değil; cumhuriyeti eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden kurma iradesini örmek için ayağa kalkma zamanı…
Bugün 29 Ekim…
“Cumhuriyet Bayramı” diyorlar…
22 yıldır kutlanacak mı kutlanmayacak mı, törenle mi törensiz mi, Abdullah Gül rapor alacak mı törene gelecek mi, Erdoğan “Atatürk” diyecek mi demeyecek mi tartışmaları siyasi magazinin konusu olurken, 2024’e gelindi…
Eh, bu yıl kimi kutlamalar yapılıyor. Konserler, fener alayları, mesajlar, nutuklar, WhatsApp ve SMS mesajları… Dünden beri telefonuma gelen “kutlama” mesajları burdan Beştepe’ye ya da Nakkaştepe’ye yol olur!
Oysa ki… Tüm bu tartışmaları geride bırakmak, gerçeğe ve nesnelliğe kapı aralamak gerekiyor…
Hangi cumhuriyet, nasıl cumhuriyet, nerde cumhuriyet sorularına yanıt vermeye çalışmak gerekiyor…
Ortada “kutlanacak” bir cumhuriyet var mı, kaldı mı?
Kimi gazetelerin manşetlerine göz atacak olursak: “Yaşasın laik cumhuriyet” diyen de var, “Yolumuzu cumhuriyet aydınlatıyor” diyen de… “İlelebet cumhuriyet” diyen de var, “En büyük bayram kutlu olsun” diyen de…
Sosyal medyada ve bazı sol partilerin bültenlerinde, etkinliklerinde de korkunç bir yanılsama kol geziyor. Halen bir cumhuriyet varmış yanılsaması. Tehlikeli bir yanılgı. Bugün artık “kutlayabileceğimiz” değil, anısı 1920’lerde kalan bir cumhuriyet söz konusu. Ya da bir yol daha var: Yeniden kurma fikrini ve iradesini yükseltmek…
Her şeyden önce, cumhuriyetten söz edebilmek için halkçılıktan, kamuculuktan, laiklikten, aydınlanmacılıktan, bağımsızlıktan, eşitlikten ve özgürlükten söz edebiliyor olmamız gerekir. Edemiyorsak, bu değerlerin esamisi okunmuyorsa, bir cumhuriyetten de söz etmek olanaklı değil.
BU UCUBE DÜZEN “CUMHURİYET” DİYE YUTTURULMAYA KALKIŞILMASIN
Çok net söylemek lazım: Bugün Türkiye’de fiili olarak da, şekli/formel/biçimsel olarak da bir cumhuriyet yoktur… Bir kez daha vurgulayalım: Uygulamada da yok, kağıt üzerinde/teorik olarak da yok… Bundan 10 yıl kadar önce AKP rejimine “ikinci cumhuriyet” yakıştırmasında bulunanlar oldu. Hayır… Asla… “İkinci Cumhuriyet” diyerek AKP’ye herhangi bir cumhuriyet atfedilmemeli. AKP ile cumhuriyet kavramlarının yan yana getirilmesi bile abesle iştigal.
1920’lerde görünüp sonra hızla kaybolan cumhuriyete ait tüm kavram ve kurumlar birer birer tasfiye edildikten, cumhuriyet yıkıldıktan sonra; yerine yerleştirilmeye çalışılan rejim, tekellere ve tarikatlara dayalı vahşi kapitalist bir dinsel despotizmdir. Bu acımasız gerici despotizmde cumhuriyeti ve laikliği temsil eden, andıran, anıştıran, çağrıştıran ne varsa, büyük bir hız ve şiddetle süpürüldü. Cumhuriyet ile despotizm ayrı rejimlerdir. Cumhuriyetin olduğu yerde, AKP ve onun temsil ettiği islamcı despotizm olmaz, olamaz. Eğer AKP despotizmi varsa, orada cumhuriyetten söz edilemez, edilmemeli.
Hiç kimse, despotik bir harabeye dönüştürülen bu ucube düzeni bize “cumhuriyet” diye yutturmaya kalkmasın.
DESPOTİK DÜZENLERDE YASALAR GEÇERLİ DEĞİLDİR
Montesquieu’nun en sık tekrarladığı hakikatlerden biri de, despotik düzenlerde yasaların geçerli olmadığıdır.
“Despotizmin ilk ve temel özelliği, hiçbir yapısı olmayan siyasal bir rejimdir. Ne siyasal-hukuki, ne de toplumsal bir yapısı vardır. Montesquieu, despotik istibdat rejimlerinde yasaların olmadığını yineler pek çok kez; bu da en başta temel yasalarının olmadığı anlamına gelir” der Louis Althusser.
Montesquieu’nun bu despotizm tanımından hareket edersek, Türkiye’nin AKP yönetiminde tek adama dayanan gerici bir despotik rejime sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü despotik istibdat düzeni, temel yasaların, başta da en temel yasa olan anayasanın olmadığı rejimler olarak tarif ediliyor.
BÖYLE CUMHURİYET OLUR MU?
Türkiye’de kâğıt üzerinde bir “anayasa” var görünüyor. Ancak fiilen yok sayılan, askıya alınan, en tepedeki kişi tarafından sürekli ihlal edilen bir anayasa bu. Cumhurbaşkanlığı kararlarıyla, yönetmeliklerle, tebliğlerle, kanun hükmünde kararnamelerle, torba ve paket yasalarla ve de en önemlisi yaratılan fiili durumlarla sürekli ve sürekli delinen, yok sayılan, paçavraya çevrilen, tepelenen bir anayasadan söz ediyoruz.
Kamusal ve doğal varlıklarına, haklarına hukuklarına sahip çıkmak isteyen, yurttaşlık haklarını kullanan insanlara polisler acımasızca saldırıyorsa… En temel anayasal haklar, sarayda yaşayan bir kişinin iki dudağının arasına terk edilmişse… En ufak bir eleştiri ve itiraz, hukuk dışı soruşturmalarla, gece yarısı ev baskınlarıyla, gözaltılarla karşılanıyorsa… Hukuk güvenliğinin kırıntısı kalmamışsa… Şeriat rejiminin siyasal bayrağı türban akademiden adliyelere, TSK’den valiliklere kadar kamusal alanın her zerresine ve hücresine yerleşmişse… Şeriat örtüsü türbana CHP’si ve AKP’siyle yasal güvence getirilmeye çalışılıyorsa… O ülkede cumhuriyet değil, korkutmaya dayalı despotik bir rejim hüküm sürüyor demektir.
Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişi, etrafına topladığı patronlara “Mevzuat amcaya takılmayın, başarının sırrı pratik çözümdedir, ülke şirket gibi yönetilmelidir” diyebiliyorsa, artık o ülkeye ne cumhuriyet denir, ne laik.
Yarattıkları islâmofaşist diktatorya, Türkiye’nin potansiyel her türlü zenginliğinin, varlığının, gücünün, olanaklarının patronlarca sömürülüp yok edilmesi için kurulmuş bir anonim şirkettir. Bu şirket düzeninde, hukukun adı da “mevzuat amca”dır! Bu kahrolası sistemde yargı, bir despota râm olur, hukuk “burjuvazinin fahişesi” kılınır. Fahişeliği reddedenler yok edilir.
Gelinen yer burasıdır. Fiili olarak yarattıkları kanunsuz, hukuksuz, gayrimeşru şeriat rejimini, değişik düzeylerde idari kararlarla, yönetmeliklerle, tebliğlerle, kanun hükmünde kararnamelerle, torba yasalarla “hukukileştirmeye” çalışıyorlar akıllarınca. Yarattıkları örgütlü sömürü, örgütlü cehalet, örgütlü kötülük rejimine, sözde “hukuksal” bir zemin yaratmaya çalışıyorlar. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dedikleri ucube bu!
PEKİ “KUTLANAN” NE?
Kutlanmaya çalışılan Cumhuriyet Bayramı’nın “konusu” kalmamıştır ülkede. Yarım yüzyıldan fazladır adım adım, tuğla tuğla aşındırılan, yıkılan cumhuriyet, son 22 yıldır da tepelenmekte… Cumhuriyet tepeleyicisi siyasi iktidar, halen tepemizde… Cumhuriyet ancak ve ancak, yeniden kamucu, laik, eşitlikçi, özgürlükçü bir rejim kurulursa kutlanabilir.
Bir var oluş-yok oluş mücadelesi bu…
Yeniden var olmak, yeniden yurttaş olmak, yeniden insan olmak mı istiyoruz? O halde cumhuriyetçi olmaya; aynı anlama gelmek üzere laik, kamucu, eşitlikçi, özgürlükçü bir cumhuriyeti kurmaya sadece mecbur değil, aynı zamanda mahkumuz da…
Eğer aramızda, içimizde cumhuriyetin yaşadığına hâlâ inananlar varsa, bu gerici diktatörlükten de asla kurtulma olanağımız yoktur.
Fark etmek gerekiyor: Bu kutlamaların narkoz verici, uyuşturucu yan etkileri var… Kutlamalar, insanlarda “orda bir cumhuriyet var uzakta, gitmesek de görmesek de yaşamasak da, o cumhuriyet bizim cumhuriyetimizdir” duygusunu uyandırıyor… Sanki “bulutların üstünde, uzaklarda bir yerlerde, zamanlar ve mekanlar üstü, sınıflar ve tarihler üstü bir cumhuriyet var ve o cumhuriyet bir gün gökyüzünden inecek, sandıktan çıkacak gelip bizi bir şekilde kurtaracak” duygusu… Bu, edilgenleştirici ve pelteleştirici bir yanılsama.
Bitmiş, bitirilmiş, iğfal ve iğva edilmiş bir cumhuriyeti “nostaljik” duygularla kutlama, 101’inci yılını selamlama zamanı değil… Cumhuriyeti yeniden, en baştan kurma zamanı… Halkçı, kamucu, aydınlanmacı, eşitlikçi ve özgürlükçü bir cumhuriyeti ilmek ilmek örme iradesini dosta düşmana gösterme zamanı… Yeni bir cumhuriyeti ileriye ve en ileriye taşıma zamanı. Bu topraklardaki 200 yıllık ilerleme düşüncesinin ve devrimci geleneğin verdiği ilhamla, yeniden yurttaş olmanın erdemlerine kavuşmak için mücadele etme zamanı.
Cumhuriyete, kamuculuğa, aydınlanmaya, laikliğe, eşitliğe, özgürlüğe düşman olan sağlı-sollu AKP payandalarına inat; YAŞASIN CUMHURİYET.
(*) Beştepe: RTE’nin yaşadığı kaçak sarayın bulunduğu yer… Nakkaştepe: Koç Holding’in merkezinin bulunduğu yer… Beştepe ile Nakkaştepe -fizik dünyanın aksine- aslında aynı yerdir!