March 16, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

10’uncu “sene-i devriyesi”: Üzerinden atlanmış bir belgeselden inciler

10’uncu “sene-i devriyesi”: Üzerinden atlanmış bir belgeselden inciler

EVİN NAGEHAN

Gecikmiş bir yazı bu, fakat İslamcı gericiliğin gencecik yaşamları soldurmaya devam ettiği, ona dümen olan liberalizmin metastaz yaptığı bir dönemde ne yazık ki hâlâ güncel: “Kur’an dersleri, yani İslami din bilgisi, yalnızca Diyanet İşleri tarafından organize ediliyordu. Camide ve cemaat içinde kendi din derslerini vermek yasaktı. Cami dışında herhangi bir dini ibadet gerçekleştirmek yasaktı. Yani başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, örneğin, insanlar evlerinde Kur’an okumak veya ibadet için bir araya gelirlerse bu yasaktı ve illegal bir aktiviteydi. Çocukluğumda, 1960’lı yıllarda gazetelerden, polis ya da köylerde jandarmanın gizlice ibadet eden insanları tutukladığını hatırlıyorum.”

Ahmet İnsel 2014’te Belçikalı bir belgesel ekibiyle yaptığı görüşmede böyle bir Cumhuriyet tarihi yazıyordu. Bir iktisat profesörünün çocukluktan aklında kalanlarla tarih yazmasının yöntemsel sorunları değil konumuz. Herhalde 1990’larda olsaydık taşralı RP yöneticilerinin, 2000’lerde de AKPli olanlarının ağzından böyle saçmalıklar duyardık… Ama bazı yalanlar mikrofonda “entelektüel bir akademisyen” olunca ve Molière’in dilinde söylenince daha cazip oluyorlar.

Şöyle diyordu devamında İnsel:

Tabii ki Mustafa Kemal laikliği getirdi dediğimizde, evet, ama bu gerçek, Fransız tarzı bir laiklik değildi, bu çok daha otoriter bir laiklikti.”

Türkiye’de laikliğin Fransa’dan daha otoriter bir şekilde uygulandığı iddiasında bulunan birisinin her iki ülkedeki laiklik mücadelesini de anlamadığından şüphe etmiyoruz. İhtilal-i Kebir’den sonra Fransız halkının, kanını emen aristokratlara ve din tüccarlarına uyguladığı devrimci şiddetin benzerini biz de bu topraklarda tecrübe etmiş olmak isterdik Bay İnsel, Paris Komünü’ndekini de… Beğenseniz de beğenmeseniz de laiklik artık bu toprakların devrimcilerinin vazgeçilmez ilkelerindendir, her ne kadar uzun süredir laik bir ülkede yaşamıyor olsak da.

Ama keşke öyle olsaydı Bay İnsel, keşke yeterince otoriter olabilseydi Cumhuriyet laiklik konusunda. Biz de tarikatların köklerinin tamamen kurutulmuş olmasını isterdik Türkiyemizde. Öyle olsaydı tarikat yurtlarında çocuklarımız canlı canlı yanarak ölmezlerdi, öyle olsaydı genç bir üniversite öğrencisi tarikat yurdunda ölüme sürüklenmezdi, öyle olsaydı Narinlerimize dokunamazlardı.

İnsel sözlerini şöyle sürdürüyordu:

“Dini alanı devlet tarafından kontrol etmek isteyen bir laiklikti, dini ibadetleri devlet tarafından sınırlandırmaya çalışan bir laiklikti. Mustafa Kemal bir diktatör gibi yönetiyordu. Mustafa Kemal bir diktatördü, modernleştirici bir diktatördü.  Öyle pek kanlı bir diktatör değildi ama yine de diktatördü.”

O “diktatörler” neler neler yaptılar, bir bilseniz… Stalin’den biliyoruz, köylü bir tarım toplumunu alıp modern bir sanayi toplumu kurdular, işgalci Nazileri hem ülkelerinden kovdular hem de Avrupa’nın doğusunu özgürleştirdiler. Mustafa Kemal’den biliyoruz, o “diktatörler” Anadolu’da işgalcileri kovdular, halifeliği ve saltanatı kaldırdılar, köhne bir imparatorluğun enkazı altında kalan bir yurdu sanayileştirdiler. Komünarlardan biliyoruz, Paris’te üç aydan kısa bir “proletarya diktatörlüğü” kurdular. O “diktatör” diye andıkları devrimcilere müteşekkiriz; yapmadıklarını, yapamadıklarını yapma iddiasındayız (Komünarların unuttuğu merkez bankasına el koymak hariç değil).

Şöyle devam ediyordu İnsel:

“Ama yine de gerçek ve tutkulu bir modernleşme iradesi olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Kadınlara oy verme hakkı bir işaretti. İkinci ve önemli bir işaret daha vardı ve bunun sonuçları hem olumlu hem de talihsizdi: Alfabenin değiştirilmesi. Türkiye 1928’de acımasızca ama gerçekten acımasızca, 3 ay içerisinde, Arap alfabesini kaldırdı. Bu değişimin olumlu sonucu Türkiye’nin batıyla ilişkilerinin kök salması oldu çünkü modernizasyonun sebebi batılılar gibi olmaktı… Ama bunun talihsiz sonuçları da oldu. 1930’lardan sonra yetişenler dede ve ninelerinin harflerini okuyamıyorlardı. Yani toplumda çok önemli bir hafıza kaybı var.”

İlginçtir, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Dünyada hangi millet vardır ki dedesinin mezar taşını okuyamaz” sözünü belgeselin yayınlanmasından sonra, Aralık 2014’te zikretmiş. Liberallerin geçmişte Erdoğan’a birçok konuda ilham kaynağı olduğunu biliyoruz, kim bilir, belki Erdoğan da bu konuda İnsel’den esinlenmiştir.

İlham perileri daha sonra Erdoğan’dan, Erdoğan’dan da onlardan vazgeçti.

Bahsi geçen belgesel Cumhuriyet’e küfredenlerin, bu topraklardaki Cumhuriyet devrimini bir anomali olarak görenlerin Cumhuriyet gazetesinde yazmak için davet edildiği bir dönemde çekildi. Bu yazı inciler ortalığa saçılsın, gerici metastaz dursun diye bir yeni Cumhuriyet için yazıldı.

İlham perileri Kılıçdaroğlu döneminden beri Cumhuriyet değerlerini çoktan kapı dışarı etmiş ve AKP değerlerinin yeni taşıyıcısı olan CHP yönetiminin kulağına fısıldamaya devam ediyorlar. Keramet ise yalnızca perilerde değil, o pembe kirli kulakları çeken büyük sermayenin elinde.

(Belgesele ulaşmak mümkün: https://www.youtube.com/watch?v=9rV1Kr_fh9I)