March 16, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Tetikçilik ve gazetecilik: İmamoğlu’nun son teknoloji silahı Fatih Altaylı

Tetikçilik ve gazetecilik: İmamoğlu’nun son teknoloji silahı Fatih Altaylı

ÇAĞDAŞ GÖKBEL

Yasasız cumhuriyetler çağından geçiyoruz. Nedir, yasasız cumhuriyet? Yasasız cumhuriyet mi olur? Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözülüş emaresi gösterdiği yıllarda, kapitalistler emeğe karşı büyük bir atağa kalktı. Emeğe saldırı, klasik burjuva cumhuriyetlerinin eşitlikçi ya da kamucu eğilimlerine saldırı anlamına geliyordu. Evet, saldırı Türkiye’ye özgü değildi; Avrupa burjuvazisinin işçi sınıfına bıraktığı paya el koymanın zamanı gelmişti. Bu saldırıyı burjuva cumhuriyetlerinin kurallarıyla ya da onların Jakobenizme bakan yüzleriyle başarıya ulaştırmak mümkün değildi. İstedikleri şey, bir nevi krallığa dönüş müydü? Tam olarak öyle değil. Elbette bir kralın olması herkes için rahatlatıcı olabilirdi, ancak kralın olamayacağı yerlerde ‘ebedi diktatörleri’ iş başına getirmek gerekiyordu. “Ebedi diktatörlerin” görevi, neo-liberalizmin şiarını yani de-regülasyonu en iyi şekilde yaşama geçirmekti. Dağılan sadece SSCB değildi. SSCB’nin etkisi altında kurulan ve “barbar halklara” medeni ölçütler getiren, zaman zaman jakobenizme meyleden bağımsızlıkçı burjuva cumhuriyetleri çöküyordu. Askeri alanda NATO’nun görevi, bunu şiddet yoluyla yapmaktı. Türkiye, bu şiddeti 12 Eylül 1980’de acı bir biçimde deneyimledi. Sonrası? Sonrası, çorap söküğü…

Medyanın kamusal sorumluluktan uzaklaşması, bir pornografi fırtınasına ya da vahşi bir savaş alanına dönüşmesi süreci başladı. Medya önemliydi, çünkü burjuvazi medya sistemlerini bir kitle imha silahına dönüştürmüştü. Beyinler bu kitle imha silahından çıkan mesajlarla bombardıman altına alınırken, tıpkı bir uyuşturucu gibi medya etkiyi yitirmemek adına dozu daha da arttırdı. Öpüşmeyle başlayan erotizm, kafa kesme sahnelerine dek yükseldi. Savaş sahasından gelen görüntüler, “sosyal medya” mucizesiyle filtresiz bir şekilde beş yaşındaki çocukların tablet bilgisayarlarında beliriverdi. Heyhat! Ne büyük bir bilgi çağından geçiyoruz! Artık dildonun ne olduğunu bilmeyen çocuk mu var? Çocuklarımızı bu rezil medyadan da korumalıyız. Medyanın tekelleşme süreci, cumhuriyetin ve erdemlerin tüm benliğiyle yok edilmesi sürecidir. Şimdi, sosyal medya dedikleri mucizevi rekabet alanı, böylesi bir tekelleşme sürecinden geçiyor. X denen gayya kuyusunun nasıl bir bok çukuruna dönüştüğünü hep birlikte deneyimliyoruz…

***

İşte Fatih Altaylı böyle bir çağın ürünü. Tam eskidiğini, tam bu düzenin düşüncesiyle modasının geçtiğini düşündüğümüz an, tıpkı bir antik Yunan mitolojisi kahramanı gibi karşımıza dikiliveriyor. Bu ara herkesin dilinde, sosyal medya kocaman bir çöplüğe dönüştü. Lanetlilerimizi kovmadan, çöplükten kurtuluş yok! Adına merkez medya denen, tekelci medyanın figürleri, soluğu sosyal medyanın serin sularında aldığı gibi kitlelerini ve sonsuz vasatlığı buraya taşıyıverdiler. Kapitalizmin kendi benliğinde yarattığı özgürlüğün bir sonu vardı. Yatsan sunuyordu, Altaylı bülbül gibi şakıyordu. Bir süredir inatla görmezden gelmeye çalıştığım bu adamı, artık görmezden gelemeyeceğimin acı bir biçimde farkındayım. Nasıl ki “Doğan” denen çukurun ürettiği figürleri görmezden gelemiyorsak, Ciner’in altın çocuğunu görmezden gelemeyiz. Nevşin’i, Cüneyt’i, Altaylı’yı ve Portakal’ı neden görmezden gelemiyoruz? Çünkü, milyonlarca insanın zihnini acımasız bir biçimde iğfal etmeye devam ediyorlar. Bu isimlerin tamamı, anayasasız bir cumhuriyetin kurulmasına katkıda bulunmuş kritik isimler.

Gazeteci Erdem Atay, bir belediye başkanından daha ziyade diktatörlük görevine ısınan Ekrem İmamoğlu ile ilgili önemli bir iddiada bulundu. İddia, yenilir yutulur gibi değil. Atay, belediye başkanının ki gerçekte tam olarak rolünün ne olduğunu bilmediğimiz İmamoğlu’nun üniversite diplomasının şaibeli olduğunu ve YÖK tarafından denkliğinin kabul edilmediğini, kendi mantık çerçevesinden ve elbette delilleriyle ortaya koydu. Çok can yaktı ve Türkiye burjuvazisinin ciyaklamasını ya da çığlıklarını YouTube’dan duyduk. Erdem Atay, gazeteciliğin tüm gereklerini yerine getirmiş ve kamuya açık bir mecrada sorularını ortaya koymuştu. Ekrem İmamoğlu bu iddialara karşı mahkemeye gidebilirdi, ancak burjuvazi uzunca bir süredir yasalarla haşır neşir olmayı sevmiyor. Yasalar onları yavaşlatıyor ve sömürgenler artık yavaşlamaktan nefret ediyor. Tetikçileri harekete geçirmek, yasaları harekete geçirmekten daha işlevsel. Hem hukukun ne yapacağı belli olmaz. Normal şartlarda Atay’ın mahkemeye verilmesi dahi saçma olurdu. İmamoğlu, çıkacak ve kendine güveniyorsa toplum karşısında kendisini aklayacak. Üzücü olan şey şu, bir gazeteci bunu doğrudan başkanın yüzüne sorabilmeliydi. Maalesef normal burjuva hukukunun işlediği, sosyalizm korkusuyla burjuvaların yasalarla dengede durmaya çalıştığı bir çağda değiliz. Karanlık bir yağma çağındayız, bu yüzden artık yasalarla korunmuyoruz. Yani bir gazetecinin bu tür bir cesareti göstermesi, anayasa ile korunan yaşam hakkının elinden alınmasıyla sonuçlanabilir.

“Büyük başkan” kendisi çıkıp cevap vermek yerine medyadaki tetikçilerini ve sınıf arkadaşlarını harekete geçirmeyi tercih etti. Portakal Fatih ve grev kırıcı Altaylı Fatih çıldırmışçasına atağa kalktı. Çıldırmışçasına diyorum çünkü, yasal bir devlet düzeninde edilmeyecek her türlü sözü etti Altaylı. Önce rakibi olarak gördüklerini itibarsızlaştırmaya ve onları tanımıyormuş gibi yapmaya çalıştı. Klasik taktiklerden biridir, kamuoyu önünde rakibinizi hiç tanımıyormuş rolüne bürünmek. Sanırım bunu yaparken Altaylı, kendisini HaberTürk plazanın içinde sandı. Öfke kustuğu gazetecinin, ortadan kaldırılmasını isteyecek kadar ileri gitti ama orada durmadı. Sanki küçük bir itirafta bulunur gibi artık diploma şartının kaldırılması gerektiğini, taptığı tekellerin sahiplerinin adlarını sayarak gerekçelendirdi. Bu adamlar raydan çıkmış ve maalesef raydan çıkan bu adamları raya oturtabilecek bir anayasal düzene sahip değiliz. İyi bir burjuva olabilmenin eğitimle alakasının olmadığını çok iyi biliyoruz. Okuma ve yazma becerisi olmayan patronlar var. Patron olabilmek için iyi çalmak, iyi manipüle etmek ve zavallı diplomalılar ordusundan kendinize yetenekli adamlar devşirmek yeterli. Anlaşılan yasaların ilga edildiği devlet düzeninde Fatih Altaylı, burjuvaziye sesleniyor ve “cesur olun” diyor. Tüm insanlığı 1789’un gerisine çekme çağrısı yapıyor. Bu yeni feodalizmde acılarımız bile istismar konusu ediliyor; Narin meselesinde, Türkiye medyasının rezil yayıncılığının mimarlarından biridir Altaylı. Onun böylesine cesur olmasına şaşırmamalı. Hepimizin önüne bir bilim dehası olarak sürdüğü halk düşmanı Tamek Celal’in, Fransız jakobenizminden nefret ettiğini biliyoruz. Aristokrasi aşığı ve halk düşmanı Tamek Celal, aslında buz gibi bir cumhuriyet düşmanı. Ayaklar baş olursa ne halt ederler? Fatih Altaylı, diplomanın getirdiği yasal düzene inanmıyor. Onun dünyası vahşi ve onun dünyası erdemsizliklerle çevrili. Artık kilit bir ayrım noktasındayız. Toplum medya sayesinde diplomanın, becerilerin ve zanaatın gücüne inanmıyor. Yoksulları buna inanmadıkları için yargılayamayız. Kim, daha beter bir hayat yaşamak için çaba harcar ki? Namussuzluğun, kural tanımazlığın biteviye erdem olarak pazarlandığı aşağılık bir çağın ürünü Fatih Altaylı.

Neden bu kadar öfkeliyim? Peki, sizler neden bu kadar öfkesiz ve serin kanlısınız? Fatih Altaylı ve arkadaşları bir çizgiyi geçti ve geçtiği bu çizginin en azından fikir dünyasında bir karşılığının olduğunu bilmek zorundalar. “Rubicon’u geçtim ve yasaları tanımıyorum; var mı bana yan bakan?” derseniz eğer, bunun bedelini göğüslemeye hazır olmalısınız. Erdem Atay’ın şahsının ötesine geçen bir tartışmaya kapı araladı Fatih Altaylı. Zaten her şeyiyle ortadan kaldırılmış olan anayasanın diploma konusunda da delinmesi çağrısında bulundu. Altaylı Fatih’in anlamadığı şey şu: Recep Tayyip Erdoğan’ın diplomasız bir şekilde cumhurbaşkanı olması meselelerin çözüldüğü anlamına gelmiyor. Tüm bu garabetler, devletin resmi kayıtlarına geçirilmiştir. Özellikle Yalçın Küçük, bu konularda çok hassastı ve tüm iddialarını mahkemelere başvurarak kayıt altına geçirdi. Peki, bunu neden yaptı? Sonsuza kadar sürmeyecek olan bu yasasız cumhuriyet çağı bittiğinde ve yasaları yeniden tesis edecek bir cumhuriyet kurulduğunda bu dosyalara ve delillere yeniden başvurması için yaptı. Şimdi, Fatih Altaylı da kendisini, hem de kendi sözleriyle kayda geçirdi. Kafasız patronları, sanki birer zekâ mucizesi gibi halkın önüne sunarak, anayasayı ilga etme çağrısı yapmanın bir bedeli olmayacağını düşünüyor. Böyle bir dünya yok. En azından yeryüzünden tüm cumhuriyetçiler ve sosyalistler silinmeden böylesi bir cennete kavuşamayacaklar. Anayasanın dostları olan bizler, bunun hesabını bu kişiler yaşarken soramazsak bile bu suçlular öldükten sonra kamuya açık adil bir yargılamaya davet edeceğiz halkı ve tüm zorbaları bıraktıkları tüm erdemsizliklerle birlikte halkın mahkemelerinde yargılayacağız. Zorbaların komutanları, tetikçileri, medya soytarıları hepsi ama hepsi yargılanacak.

Fatih Altaylı, gazeteci Erdem Atay’ı aşağılamaya çalışırken bir zırvalığı daha açığa çıkardı. Altaylı’nın yaşadığı dünyanın başarı ölçütleriyle bizim dünyamızın ölçütleri arasındaki farkı ortaya koydu. Tüm dünyayı işte böylesi ahlaki ölçütlerin içine sıkıştırmaya ve hepimize bu deli gömleğini giydirmeye çalışıyorlar. Çalıştığı plazadan kalma alışkanlıklarla en çok izlenen, en çok tüketilen ve en çok kazananın tek ve yegâne başarı olduğunu sanıyor. Bizim dünyamızdaki başarı ölçütü bir Steve Jobs olabilmek değil. Üzgünüm sayın Altaylı, bizim dünyamızdaki başarı ölçütü, patent talep etmeden bir hastalığa çare bulmak, felsefede Jean-Jacques Rousseau’ya yaklaşabilmek, siyasette Maximilien Robespierre kadar erdemli olabilmek! Zalimlere karşı merhamet göstermemek, bizim ahlak dünyamızda ulaşılabilecek en yüksek noktalardan biridir. Paraya ve şöhrete olan bu sapıkça tapınımın sonunu insanlık elbet bir gün görecek. Ekrem İmamoğlu’nu, bu şöhret ve mülk müptelalarının neden çok sevdiğini biliyoruz. Doymak bilmez, erdemsiz açlıklarını tatmin etmeye çalışıyorlar. Oysa büyük ozanların dediği gibi, onların ağızlarından içeri eritilmiş altın dökseniz yine doymazlar. Onları, tutuldukları bu hastalıktan kurtaracak olan iki güç var: Anayasanın ve Halkın Dostları. Adalet ve vicdan tüm dünyada bu erdemli gücü iktidara çağırıyor. Yoksulların bu erdemli çığlığını duyamayanların vay haline!