Gecikmiş bir 1071 yazısı: Aile devletleri kimi kurtardı?

ORHAN GÖKDEMİR
Selçukluların büyüğü-küçüğü, ardından gelen Osmanlılar, birer aile devletidir. Biri Selçuk Bey’in diğeri Osman Bey’in adını taşır. Bu beyler bir devlet kurmayı başarıp hanedana dönüşmüşlerdir. Hanedan, hükümdar ya da devlet büyüğü gibi bir kişiye dayanan soy, böyle bir soydan olan büyük aile demektir. Önünde sonunda bir ailenin iktidarıdır. Diğer ailelerle ilişkisi ancak bir hükmetme ilişkisi olabilir. Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarının hiçbir yerinde “Türk” yoktur. Onlar için Türk devletlerini ve kontrol ettikleri şehirleri yağmalayan göçebe barbarlardan ibarettir. O yüzden Selçuklular ve Osmanlılar Türkleri kovalarken Hıristiyan köylüleri himaye etmişlerdir.
Haliyle biz, yürürlükteki düzenin yoksulları, Selçuklu ve Osmanlı soyundan değil, o soyun iktidarına ve inancına direnen göçebelerin soyundanız. Nefretimiz karşılıklı, savaşımız uzun ve amansız. Geleneğimize saygılıyız, direniyoruz.
Onların da gelenekleri var. Bu gelenek, yoksullara, imansızlara ve çapulculara duydukları derin nefrettir. Kızılbaş, Babai, çapulcu, solcu, komünist o nefretin nesneleridir. Tabii “Türk” de bunların arasındadır. Selçukluları ve Osmanlıları birleştiren gelenek “Türk”ten duydukları nefrettir.
BABAN DAHİ OLSA TÜRKÜ ÖLDÜR
Örnekleri çok. 16. yüzyıl şahsiyeti Gelibolulu Mustafa Ali “Mevâidu’n-Nefâis” adlı eserinde “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar halkı elbette kır adamlarıdır. Bunlar aralarında güzel ve sevimli olanı az görünen, çeşitli biçimde çirkin kimselerdir” diyerek Türkleri aşağılar. 17. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Müneccimbaşı Ahmet Dede onun izinden gider, “Sahâifu’l-Ahbâr” adlı eserinde Türk’le çingene en alt tabakadandır. “Etrâk-ı bî-idrâk”, akılsız-aptal Türk, tabiri ise 16. yüzyılın hocalarından Şeyhülislam Sadettin Efendi’den miras kalmıştır. “Tacü’t-Tevârih” adlı eserinde Türk ve Türkmenler için “Hilebaz, akılsız, aptal, kafasız, hırsız kılıklı, edepsiz, eşkıya, kudurmuş, aşağılık türedi, sırtlan, anlayışsız kaltaban, Nâpak” gibi geniş bir hakaret yelpazesi kullanmıştır. Türklerden nefreti tarifsizdir.
Türkofob Saadettin 1536’da İstanbul’da doğdu. Büyük babası, Şah İsmail’e katılmış ama Çaldıran zaferinden sonra Yavuz Sultan Selim tarafından Tebriz’den İstanbul’a getirilmişti. Babası Yavuz Sultan Selim’in çok sevdiği nedimi Hasan Can Çelebi’ydi. Demek ki onun da Türkler karşısındaki pozisyonu Osmanlı-Safevi çatışması tarafından belirlenmiştir. Nefret ettiği Türkler Şah’a meyleden göçebe Türkmenlerdir.
“Türk’ü zannetme ki ola âdem
Türk ile durma, oturma bir dem
Şeker olsa eline Türk ola sem
Ser-i etrâkı kesip hiç yeme gam
Uktuli’t-Türke velev kâne ebâke!
“Baban dahi olsa Türk’ü öldür” demektedir burada şair. 1499’da yazılan bu “şiirin” yazarı “Kadimî” mahlaslı devşirme Hafız Hamdi Çelebi’dir. Baksan Türk şairi sayılmaktadır. Onun nefreti derindir. Yabanidir Türk, “eşeğe binmiş eşek”tir.
“Türk’ün dilberidir gayetli inat
Şehir dili bilmez lisanı kubat
Kelamında eder Türklüğün ispat
Hayvan gibi gözün diker samana!”
Bu da 19. yüzyıldan Tokat’lı Aşık Nuri şiiridir. Türkleri gözü samanda hayvanlara benzetmektedir.
Hoca Sadettin Efendi’nin “akılsız Türk” lafının önü arkası da önemlidir. Şöyle söylemektedir Sadettin;
“Başına tac aldı çıkdı ol pelid
İtdi bî-idrak Etrak’i mürid.”
Özetle, “O pis adam başına taç takarak ortaya çıktı. Kendine akılsız Türkleri mürit yaptı” demektedir. Buradaki başına taç takan pis adam, Safevi tarikatı şeyhi -Türk hükümdarı Şah İsmail’dir. Akılsız Türkler ise Şah İsmail’e katılmak isteyen Anadolu Türkmenleri, Kızılbaşlarıdır.
KIZILBAŞLARI ÖLDÜR
Demek ki “etrâk-ı bî-idrâk”, genel olarak Türkler değil, Türkmen Kızılbaşlardır. Osmanlı onları kendinden saymamakta, düşman bellemektedir. Çünkü Osmanlı göçebelere karşı yerleşik Müslümanların ve Hıristiyanların devletidir. İçinde Türk yoktur. Osmanlı ordusu göçebe aşiretlerle bağını koparmıştır. Ordusu kozmopolittir. Devşirmelerden, paralı askerlerden, Hıristiyan Rumeli köylülerinden oluşmaktadır. Halbuki Safevi devletinin vurucu gücü göçebe Türkmenlerdi. Dahası Yavuz’un dili Farsça, Şah İsmail dili Türkçeydi.
Osmanlının göçebe Türk nefreti birinci dünya savaşına kadar sürdü. Anadolu’nun yerleşik halkı kendini Müslüman biliyordu ve Türk demeyi hakaret sayıyordu. Müslümanlar yerleşiklerdir, Türk demek Kızılbaş demekti.
Türkler göçebeydiler, yerleşikler ve toprağı işleyen köylüler için tehdittiler. Tarlalara hayvanlarını salıyor, şehirleri yağmalıyorlardı. Müslümanlaşmaya karşı da kırılmaz bir dirençleri vardı.
Bu nedenle Türklük üzerine bur “ulus bilinci” kurulamamıştır. Osmanlılık ise ulusçuluğa çok uzak bir aile devletidir.
Büyük araştırmacımız Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi”nde bu elverişsizliği etraflıca tarif etmektedir. Türkiye’de uluslaşma geç gerçekleşmiştir, haliyle Türkiye Cumhuriyeti, ulusun adını taşıyan ilk ulusal Türk devletidir. Turancılar için ise Türkiye Cumhuriyeti son Türk devletidir. Türklük burada düğümlenmektedir. Tabii bütün uluslar, bütün ulusal devletler yenidir.
OTURAKLAR BİZDEN DEĞİLDİR
Turancıların saydığı Türk-İslam devletlerinin ön plandaki düşmanlarından biri, o devletlerin kurucusu göçebe Türklerdir. Bir tarafta İslam, tarım ve yerleşiklik vardır, öbür tarafından bütün bunlara düşman olan göçebelik. İslam tarımcı, yerleşik halkın dinidir. Yerleşen Türkler aynı zamanda İslam olmaktadır. Yerleşikliğe direnenler İslam’a da direnir haliyle. Göçebe Türkler de 300 yılı aşkın bir süre İslam’a karşı direnmişler, savaşmışlardır. Göçerler “oturak” halkın ve inancının düşmanıdır.
Bir de “sart” var. Başlangıçta tüccar anlamına gelirken sonra yerleşikler için kullanmaya başlanmış. Göçebeler Türkmenlerdir. Osmanlılar Türkmen boylarının göçebelikten çıkıp yerleşik yaşama geçmesini “Türkmenlikten çıkma” diye adlandırmışlar.
Haliyle yerleşikler ve şehirlilerde yaşayanlar da dil ve ırk farklarına aldırmaksızın kendilerini hiçbir zaman Türk, İranlı veya Arap saymamışlar. Yerleşenler önce Müslümandır, sonra yerleştikleri yerin sakinleridir. Yerleşik göçebeyi, göçebe yerleşiği hor görür. Göçebe, yatuk, oturak, tembel, tahta kapu diye yerleşiği küçümser. Yerleşikler ise göçebeleri İslam ve uygarlık düşmanı olarak görür.
Selçuklu ve Osmanlı ordusu kozmopolit ordulardır ve güçlerini yerleşik yaşamdan alırlar. Bu iki devlet kurulur kurulmaz göçebelikle bağlarını koparmışlar ve göçerlere düşman olmuşlardır. Haliyle asıl desteği Türklerden değil, çevredeki diğer devletlerden, Roma’dan, Bizans’tan vs almışlardır. Konya Selçuklu Devleti Hıristiyan köylüleri korurken göçebe Türkmenleri kovalamıştır. Çünkü yağmacı göçebelere dayanarak zengin bir devlet kurmak mümkün değildir. Konya Selçuklularının en parlak dönemi göçebe Türkmenlerin ezilme dönemidir. Zaten arkasından da Türkmen ayaklanmaları patlak verecektir. Bizans göçebelere karşı Osmanlıları desteklemişlerdir. Anadolu Roma’dır, göçebelerin yaşadığı kontrol dışındaki bölgeler Türkiya’dır. Göçebe Türkler devletler kurmuşlar fakat kurdukları o devletler “Türk Devleti” olmamışlardır.
1071 Anadolu’nun kapısını ezilenlere değil, onları ezen ailelere açmıştır. Zaten Anadolu 1071’den çok önce o göçebeler tarafından fethedilmişti. Hanedandan hanedan bir yol var, Ahlat’taki o saraya bakın anlarsınız. Ama ezilenlerden ezilenlere de bir yol var. Açmak için sadece biraz temizlik gerek.