Patronun düşürülmesine sevinmeyen bizden değildir

GÖKÇE GİRESUNLU
3 Temmuz 2011’de, Türkiye’nin 15 şehrinde eşzamanlı olarak gerçekleştirilen baskınlarla birçok aktif futbol kulübü yöneticisi ve futbolcusu gözaltına alındı. İddia 2010-11 sezonunda Süper Lig ve 1. Lig’in bazı müsabakalarında şike yapıldığı ve teşvik primi verildiğiydi.
Almanya Bochum Savcılığı “beyaz kadın ticareti” suçunu izlerken bizimkiler telefon dinlemelerine takılmıştı. Bahis işini büyütmüşlerdi, Alman alt liglerine el atmışlar, o arada Doğu Avrupalı bazı hakemlere kadın göndermişlerdi. Savcılık bilgi belgeleri topladı, Türk yetkililere gönderdi. Yetkililer dosyayı bekletti, şike kanunu çıkar çıkmaz harekete geçti. Fethullahçı operasyonu saymamızda bir sakınca yoktur.
Aziz Yıldırım şike davası kapsamında “ekonomik çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek” ve “şike yapmak” iddiasıyla gözaltına alındı, tutuklandı. Yaklaşık 1 yıl Metris Cezaevinde tutuklu kaldı.
Dava, Fethullahçı Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından başlatılmıştı. Daha sonra davaya diğer Fethullahçı Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Mehmet Berk de dahil edildi. Fethullahçıların kontrolündeki bir mahkeme buldular, yaka paça futbola daldılar.
Benim futbolda şike temalı kitabım bu baskınlardan bir ay önce, Haziran’da, yayınlanmıştı. Kitabın içeriğinin büyük bölümü Meclis’in şike komisyonunun saptamalarından oluşuyordu. Dedikleri şey şuydu: Futbol boylu boyunca şikeye batmıştır. Mafya işin içindedir, bavullar dolusu para oradan oraya transfer olmakta, büyük bahisler oynanmakta, tabii arada mafya bazılarını topuğundan vurmak durumunda kalmaktaydı.
“Şike Şike Futbol-Bir Şike Belgeseli” başlığını taşıyan kitapta bu iklim şöyle tarif ediliyordu:
“Şike, hep konuşulan ama hiç ispatlanmayan bir vakıa. Rüşvetin olduğu gibi şikenin de belgesi olmuyor genellikle. Belgesi olmadığından varlığı hissediliyor ama ispatlanamıyor. Hâlbuki şike ‘endüstriyel futbolun’ doğal bir uzantısı. Spora kâr hırsı karıştı mı, sportmenliğin yerini şikenin alması da kaçınılmaz.
Parayla, rüşvetle, tehditle veya hatırla spor müsabakalarının sonucunu belirleme demek şike. Böylece sahadaki yarışın yerini ceplerdeki yarış almış oluyor. Buna karşın yaratılan illüzyon müthiş; seyirci yarışın sahada, kas kuvvetine dayanarak yapıldığını sanıyor. Buna karşın ‘sahada kazanmanın yetmeyeceği’, ‘masada da kazanmak gerektiği’ genel bir kanı. Bu çelişki, ‘kazanmak için her yol mübah’ zihniyetinin de yaygınlığının bir kanıtı…
Son yıllarda söylentiler o kadar yaygınlaştı ki Meclis de bir komisyon kurup araştırmak ihtiyacı duydu. Bulduklarını bir rapor haline getirdi. Sabah akşam şike konuşanlar ise bu raporu görmemeyi tercih etti. Hâlbuki ilk somut veriydi, şikeye batmış sporumuzun belgesiydi.”
Bu davayla ilgili bir not düşmeliyim; Türkiye’de şike o tarihte ceza yasasında tanımlanmış bir suç değildi. Nisan ayı ortalarında meclis toplanıp bununla ilgili bir suç tanımı yaptı. Ağır cezalar getirdi. Yani 15 Nisan’dan sonra yapılan şikeler artık ağır suçtu. Tabii Fethullahçılar bu yasaya dayanarak futbola ve özellikle Fenerbahçe’ye operasyon yapmaya hazırlanıyordu. O yıl Fenerbahçe başa oynuyordu. Galatasaray çok gerilerde kalmıştı. Haliyle 15 Nisan’dan sonra başa oynayanlar yola eski usül devam ettiler, Fethullahçıların ağına düştüler. Mesele bundan ibarettir.
Ama işin içinde Fethullahçıların olması futbolda şikenin olmadığı anlamına gelmiyor. Şikesiz endüstriyel futbol olur mu?
NATO MÜTEAHHİTİ GİTTİ AVAREL GELDİ
Aziz Yıldırım o davada kendinden beklenmeyen bir performans gösterdi, dik durdu, boyun eğmedi. Cezaevinde de düzgün yatmayı başarmıştır. Çözülenlerin, bozulanların olduğunu biliyoruz. Şekip Mosturoğlu’nu hatırlatayım örneğin. O dünyada bunlar olağan hallerdir. Olağan olmayan direnmektir.
Şike davası yıllarında Koç ailesinin “Avarel”i Ali Koç Aziz Yıldırım’ın yardımcısıydı, olup bitenlerden haberdardı. Ama öne çıkmadı, sütre gerisinde zamanının gelmesini bekledi. Sonra ailesinin gücüne dayanarak Aziz Yıldırım’ın koltuğuna oturmayı başardı. Fenerbahçe bir NATO müteahhidinden, bir süper zengin oligarkın eline geçmiş oldu.
Fethullahçılar direnişle karşılaşmayıp kulübü ele geçirmeyi başarsa ne yapacaktı diye sorarsanız, büyük ihtimal böyle bir şey yapacaktı. Büyük sermaye ile bir dertlerinin olmadığını biliyoruz.
FUTBOLDA HEP BİR MİT YENİĞİ VARDIR
FB, bu köklü kulüp, o gün bugündür Türkiye’yi kontrol eden ailenin zimmetinde. Sadece FB değil, Rahmi’nin eli Beşiktaş’ta, İnan Kıraç GS elde tutuyor. Futbol artık bir holding faaliyetidir.
Eskiden de böyleydi. Mafya içindeydi, MİT içindeydi, hayali ihracat şampiyonları kulüplere başkan seçmeyi pek seviyordu. Örneğin Süleyman Seba Beşiktaş’ın başına MİT-Mafya-Hayali İhracatçı marifetiyle geçirilmişti. Malum kendisi de üst düzey MİT yöneticisiydi. Bu işlerde hep bir MİT yeniği vardır.
Bizim Avarel kadar şımarığı hiç olmamıştı yalnız. Gerçekten kendini ülkenin sahibi sanıyor. Korumalarıyla sahaya giriyor, sağa sola ayar veriyor, emirler yağdırıyor.
İki gün önce ateşli Göztepe taraftarıyla oynamaya kalktı aynı oyunu. Önce kafasına su şişesi yağdırdılar, sonra düşürdüler. Düşen bir oligarkı ilk kez gördü ülke.
Tabii aralarında solun da olduğu bir kısım taraftar “FB Başkanına arkadan saldırdılar” diye figan ettiler. Oysa biliyoruz, patronların arkası yoktur, olsa da göremezsiniz, hep bir koruma duvarı engeller görmenizi. Avarel düşerken de arkasında 10’a yakın koruma vardı. Koruyamadılar, düştü. Böylece dokunulmazlığı da iptal edilmiş oldu.
“Fenerbahçe Başkanına saldırdılar” bir boş laftır. FB ailenin mülkiyetine geçirdikleri varlıklarımız arasındadır. Nasıl Koç ailesi Tüpraş değilse, Avarel de FB değildir. Düşürülmüştür ve dokunulmazlığı kaldırılmıştır, önemli olan budur.
Mesele sahaya izinsiz girmesi, şımarıklığı falan değil. Mesele bu ülkede artık ellerini kollarını sallayarak dolaşıp dolaşamayacakları. Halkımızı soydular ve onların kurduğu, fabrikalara, rafinerilere, kulüplere de el koydular. Futbolla meşruiyet sağlıyorlar kendilerine. Meşruiyetlerine son veren her eylem meşrudur, kıymetlidir. Önce alkışlarız, düşüren kim diye sonra bakarız.
Üzüldüğümüz şey ise bu meşruiyetin solda da karşılık bulması. Patronunun düşüşüne pek üzülenler vardı aralarında. Futbol aklı alır, geriye böyle bir posa kalır. Sermayedardan nefret etmeyene, kin duymayana solcu diyemiyoruz. Patronu düşürdüler. Memlekete millete hayırlı olsun. Devamını dileriz!