March 14, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Erkan Yıldız: Edebiyatta da siyaset önceliklidir, çünkü…

Erkan Yıldız: Edebiyatta da siyaset önceliklidir, çünkü…

Avrupa’da liberal bir teknokrat ordusunu “aydın” diye üzerimize salmaları tesadüf değildi. Bu hırsın izdüşümünü Türkçede de yaşıyoruz: Eleştirmen diye kafamıza sokulmaya çalışılan “tanıtmanları” kurumlaştırmayı başarmış bir edebiyat pazarındayız. Fakat on yıllardır içinde debelendiğimiz bu rezalete aklı yatmayan, siyasi angajmanlarından utanmayan, yaratıcılık ve aşkınlığı sağlam bir ortodoksinin alternatifi görmeyen, ısrarla yeniyi ve “hep ileriyi” arayan eleştirmenler de “hiç yok değil”. Türkçenin derinliklerini arıyorlar, sığlığa düşmanlar, aşkın ve yaratıcı bir kolektivite içinde üretimi önemsiyorlar ve Türkiye’nin sosyalist geleceğiyle ilgili umutlarını da gizlemiyorlar. Gerçekten “yeni insanlar” bunlar. Edebiyatımızdaki ölümcül küflenmeyi asıl altüst edecek olanlar…

Erkan Yıldız, son yıllarda daha çok dikkatimizi çeken bu tip eleştirmenlerden biri. Yıldız, Türk edebiyatındaki çürümeye ve dikkatimizi çekmesi gereken yeni filizlenmelere, bu arada kendisinden hiçbir gerekçeyle yüz çevrilemeyecek devrimci klasiklerimize dair sorularımızı yanıtladı.

  • Uzun süredir “soL” haber portalında edebiyatın gerekliliği üzerine yazıyorsunuz. Eleştiri yazıları bunlar ve hep bir mesaj ve kavga içeriyor. Angaje devrimci bir siyasal kimliğiniz var ve sizin dünya görüşünüzün dışında kalanlara da ilgi gösterdiğiniz okunuyor yazılarınızda. Sosyalizm acil ve mümkün, diye düşünen bir devrimci için şu sorunun yanıtını arıyoruz: Edebiyat neden gerekli?

ERKAN YILDIZ – İnsanın hikâye anlatmaya, dinlemeye ve uydurmaya ihtiyacı var. Edebiyat bu ihtiyaca epeyce bir zamandır hem sözlü hem yazılı olarak çok güçlü cevaplar verdi. O cevapların bir kısmı gücünü halâ koruyor. Sözün bir yerinde Nâzım’a gitmemiz, Dostoyevski’yi, Balzac’ı, Yaşar Kemal’i ve daha binlercesini hatırlamamız bu gücün işareti bana kalırsa.

Okur, kurmaca bir metni eline aldığında orada okuyacağı hikâyenin gerçek olmadığını, eser boyunca yaratılan atmosferin yazarın düş gücünün ürünü olduğunu bilir. Buna rağmen yazara, yarattığı atmosfere, anlattığı hikâyeye inanır. Bu sebeple aradan mesela yüz yıl geçmesine, bambaşka coğrafyalar söz konusu olmasına rağmen Gregor Melehov’un durumuna hayıflanırken, mühendis Menni ile yeni bir dünyanın hikâyesine dahil olabiliriz. Raskolnikov’un sararmış benzi ve elinde baltasıyla zaman zaman karşımıza çıkmasının, Don Kişot’un saldırdığı yel değirmenleriyle karşılaşmamızın ya da Oblomov’u anlamaya çalışmamızın, İnce Memed’le birlikte Abdi Ağa’nın karşısına dikilmemizin sebebi de budur. Sadece okurun ufkunu genişleten değil okurun ufkuyla da genişleyen bir evrene sahiptir edebiyat. Bu, insan için muazzam ve aynı zamanda oldukça keyifli, maceralı bir olanak. İçinde yaşadığımız düzen insani olan her şeye nasıl saldırıyorsa buna da saldırıyor.

Son yıllarda hayatımızı önemli oranda teslim alan dijital bir evren var. Görselliğin, hızın, sesin, sözlü olanın ve geçiciliğin baskın olduğu, tüketici alışkanlıklarının ve algoritmaların belirleyici olduğu bu dünyada yazıya pek yer yok. Bizim anladığımız, bildiğimiz anlamda insana da yer yok. Dolayısıyla büyük hikâyelere, hayal gücüne, yeniden kurmaya, kurmacaya da…

KUŞATILAN VE ÇÜRÜTÜLEN EDEBİYAT

Her ne kadar içinde yaşadığımız düzenin bu saldırısından en ağır hasarlardan birini alsa da, insandan vazgeçmemenin araçlarından, göstergelerinden birisi olarak gerekli edebiyat.

Bunun yanında sadeleştirici bir yönü var edebiyatın. Yaşadığımız dünyada hız büyük bir dayatma olarak karşımıza çıkıyor. Her şeye yetişmek, hemen cevap vermek, fazla takılmamak zorundaymışız gibi. Edebiyat, okur ve yazar için aceleye gelmeyecek bir şey. Durup düşünmenize, meseleleri sağlıklı bir şekilde sindirmenize olanak sağlayan bir yönü var. Ve tekrar söyleyeyim: Tüm bunları keyifli ve heyecanlı bir zaman geçirmenizi sağlayarak yapabilmesi onun ayrı bir mucizesi elbette.

  • Doğrudur, sonuç olarak edebiyat da, dünyaya bakış, onu algılama ve hatta değiştirme pratiğidir. Bu pratik sosyalist siyasete nasıl yansır sizce? Bir ışık olarak mı, yoksa bir gölge olarak mı yansır? Peki, siyaseti ve toplumsal kurtuluşu karartan bir zindan duvarı da olamaz mı edebiyat?

ERKAN YILDIZ – Son sorudan başlayayım. Edebiyatın, sosyalist siyaset ve toplumsal mücadelelere karşı böyle bir gücü hiç olmadı bence. Böyle bir etkisi olduğunu söylemek, sanırım edebiyatı fazla yüceltmek ve abartmak olur. Tersi çok daha mümkün ve örnekleri de mevcut. Tabii uzunca bir süredir düzen siyasetinin galebe çaldığı bir dünya ve ülkede yaşıyoruz. Bunun etkisini her alanda görmek mümkün. Bunun edebiyatımızı kuşatan ve çürüten tarafları da gün gibi ortada. 1980 darbesiyle birlikte her şeyi piyasaya göre düzenlediler. Edebiyat ortamı da bundan fazlasıyla nasibini aldı. Çok yol aldıkları ortada.

Bunun şöyle bir sonucu oldu: Aradan geçen zamanda hem edebiyatın olası toplumsal etkisi zayıfladı hem de ne yazık ki niteliği tartışmalı metinleri kaleme alan, diline, yaşadığı ülkeye ve halka karşı mesafeli bir edebiyat kuşağı yaratıldı. Burada tek sorumlunun sermaye grupları ve yayınevleri olmadığını kimi yazarların bu sürece gönüllü katkı sağladıklarını söylemek gerekir.

Fakat edebiyat ortamı her ne durumda olursa olsun, orada ışığını sızdırmaya çalışan, hayata, topluma bakan, diline âşık, gerçekliğin en güzel şekilde ifadesi için kalem oynatan yazıcılar var. Yolunu arayan pek çok genç yazar var. Net ve keskin genç şairler var. Dün vardı. Bugün var. Ve eminim yarın da olacaklar. Eserleriyle ışık olmaya, toplumun gölgesini eserlerine düşürmeye devam edecekler. Roman için de, öykü için de, şiir için de bu, böyle. Yaratılan tahribat ve tahrifat bunun böyle olmasını engelleyemez. 

SİYASET ÖNCELİKLİDİR, AMA…

  • Sanat/edebiyat mı, yoksa siyaset mi? Hangisini öncelikli görüyorsunuz? Yoksa bunları birbirinden ayıramayacağınızı mı düşünüyorsunuz? Bir farklı ifadeyle: Sanat mı siyaseti içeriyor/belirliyor, yoksa siyaset mi sanatı içeriyor ve belirliyor? Belki bir öncelik sıralaması yapmak istemezsiniz, ama eşitler arasında birinci (“primus inter pares”) ilkesi burada da geçerli. Siz de yazılarınızda siyasetle edebiyatı iç içe geçmiş olarak algılıyor ve yorumluyorsunuz. Bunları ayırmak neden mümkün değil o zaman?

ERKAN YILDIZ – Benim durduğum yerden söyleyecek olursam elbette siyaset öncelikli. Sadece sanat/edebiyat söz konusu olduğunda değil üstelik. Karşısına her ne koyarsanız koyun önce siyaset. Bu kahrolası düzenden kurtulabilmenin yegâne aracı bu çünkü.

Bunun, sözde mahkûm edildiği dünyaya bakmayın siz. Edebiyatta ve sanatta sosyalizmin etkisini kırmak ve geriletmek için uydurulmuş bir ayrım bu. “Edebiyat/sanat ayrı siyaset ayrı” diyenler dibine kadar siyasetin içinde. Bunların toplumcu herhangi bir eseri burun kıvırmadan beğenmeleri söz konusu bile değil. Toplumcu eserler söz konusu olduğunda beğeni ifadeleri de şudur genellikle: “Hımm… Bildiri gibi, olmamış.” Burada büyük bir küçümseme, toplumcu bakış açısını çağdışı bulma var. “Bildiri gibi” edebi metinlerin yazarları sağ ve liberal dünya görüşüne sahip olanlardır genellikle. Bakın Orhan Pamuk’un “Kar” romanı bunun şahikasıdır. Ahmet Altan’ın “Kılıç Yarası Gibi” romanı böyledir.  Ama bu eserler hakkında böyle değerlendirmeleri duymaz, okumazsınız. Oysa kendi liberal tarih okumalarının, siyaset okumalarının kötü birer edebi çıktısıdır bu metinler.

KİMLİK, ÖZGÜRLÜK VS…

1980 sonrası birey, kimlik, özgürlük diye diye okurun kafasına boca ettikleri karakterlere bakın. Sinik, zayıf kişilikli, içine doğru bağırıp duran, tek derdi kendisi olan, hayatta hiçbir karşılığı olmayan acayip tipleri cilalayıp durdular. Günümüzde bunun evrildiği yer kendisini köye, kasabaya vuran, insandan, toplumdan kaçan bir edebiyat oldu. “Bildiri gibi” edebiyat arayanların da buralara bakması çok daha doğru olur kanımca.

Tarikat yurtlarında, Kuran kurslarında yüzlerce çocuğun istismara uğradığı, yobazların topluma savaş açtığı bir ülkede yaşıyoruz. Her yıl binlerce işçi iş cinayetlerinde katlediliyor. Halk yoksulluğun, sömürünün, uyuşturucunun ve dinin kuşatması altında biçimsiz bir kütleye dönüşmüş. Tüm bu tabloda bizim edebiyatımız kendini dağa taşa vurmayı, beyaz yakalı bunalımlarını bozkıra taşımayı tercih ediyor. Bu, hayattan, insandan vazgeçmektir işte.

  • Akıntıya karşı kürek çeken kimse yok mu peki?

ERKAN YILDIZ – Olmaz olur mu? Elbette pek çok isim var. Aklıma gelen birkaçını hemen paylaşayım: Ahmet Büke’nin “Deli İbram Divanı”, Gökçer Tahincioğlu’nun “Mühür”, Volkan Algan’ın “Birbirimizden Yansır Suretimiz”, Batuhan Aşıktoprak’ın “Alesta” romanları, Berna Durmaz’ın “Metal Hayatlar”, Semra Bülgin’in “Kara Kaplı” isimli öykü kitapları ilk aklıma gelenler. Gökçer Tahincioğlu’nun “Mühür” romanı bunca yıl içinde gericiliği, tarikat illetini işleyen belki de yayımlanmış tek roman. İsmail Güney Yılmaz ve Neslihan Altun’un şiirlerini de buraya not edelim.

  • Siyasetin önceliği saptaması, bir eleştirmen olarak sizin edebiyatla ilişkinizi nasıl etkiledi?

ERKAN YILDIZ – Öncelikle şunu söylemek isterim. Bizim edebiyat ortamımızın eleştirmene ihtiyacı yok. Bakmayın siz herkesin hep bir ağızdan “eleştiri yok” mızıldanmasına. Yayınevlerimiz “iş birliği” içinde olacakları birer “paydaş”a dönüşecek içerik üreticileri arıyor. Hemen her gün yeni onlarca roman, öykü kitabı basılıyor. Bunlar hakkında çıkan değerlendirmeleri okuduğunuzda hepsinin “çok katmanlı” metinler olduğunu, bir kısmının “gerçek bir başyapıt” olduğunu filan görüyorsunuz. İşte bu gerçek bir “iş birliği”ni işaret ediyor.

ATAÇ, CÖNTÜRK VE “EDEBİYAT DOSTLARI”

Bizim, Nurullah Ataç’la başlayan, Hüseyin Cöntürk’le ağırlık koyan ve Edebiyat Dostları ile güçlü bir omurga ve nitelikli bir kavgacılığa evrilen eleştirmeciliğimizin geldiği bu nokta, edebiyatımızın geldiği nokta ile gayet uyumlu.

Neyse… Sorunuza dönecek olursam: Sadece yol, yordam öğreten bir okul olduğu için değil sahip olduğu zengin atmosfer nedeniyle de en büyük belirleyici Parti oldu diyebilirim. Her türlü merakımızı yanıtlayacak, yeni merakları tetikleyecek, teşvik edecek bir organizma Parti. Yoksa Rizeli bir pasta ustasıyla, okuması yazması olmayan emekçi bir kadının oğlunun nasıl haberi olacaktı iyi müzikten, Potemkin Zırhlısı’ndan, İlya Ehrenburg’dan, Saman Sarısı’ndan…

  • İlk sorudan hareketle sormak isterim. Siz kendi dünya görüşünüzün dışındaki kitaplara da ilgi gösteriyorsunuz. İyi, güzel. Fakat takip edebildiğim kadarıyla bu kitaplar banka yayınevleri ve tekel sayılabilecek yayınevleri tarafından da yayımlanıyor. Sizin bu kitaplara dönük ilginiz bu yayın tekellerine de bir tür meşruiyet kazandırmıyor mu?

ERKAN YILDIZ – Biraz şeye benzedi bu soru: “Nasıl komünistsiniz, ayağınızda adidas ayakkabı var? :)) Ben de şöyle sorayım: Nâzım Hikmet okumaktan vazgeçebilir miyiz? Yaşar Kemal? Orhan Kemal? Leyla Erbil? Klasik metinler? Bir de çok güçlü olanaklara sahip bu yayınevleri hem çeviri edebiyatın nabzını elinde tutuyor hem de Türk edebiyatının yeni kalemlerinin pek çoğu buraya akıyor.

Sözünü ettiğiniz tekellerle kavgamız ve onlara karşı büyük bir düşmanlığımız var. Bu çok açık. Böyle diye buradaki eserlere sırtımızı dönemeyiz. Zihnimizi besleyecek, çoğaltacak her şeye kapılarımızı sonuna kadar açarken kavgamızı vermeye devam edebiliriz.

(GÖRSEL: Ömer Yaprakkıran)