March 16, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Son Büyücü: Isaac Newton

Son Büyücü: Isaac Newton

Royal Society of London, 1942’de, Isaac Newton’un doğumunun üç yüzüncü yılını kutlamak için bir etkinlik planladı. Ancak II. Dünya Savaşı alevlenince 1946’ya kadar kutlamalar yapılmadı. John Maynard Keynes de konferansa davet edilmişti ama ne yazık ki kutlamalardan üç ay önce, 1946 Nisan’ında öldü. Keynes, Newton’un gizli tutulan bazı el yazması materyallerini gören ilk kişi olmuş ve okuduklarından çok etkilenmişti. Kutlamalarda okunmak üzere bir de metin hazırlamıştı. O metinde bilinenden çok farklı bir Newton portresi çiziyordu. 

“Newton’un, onun geleneksel portresinden farklı bir kişilik olduğuna inanıyorum, ama gerçeğinin kurgusundan daha değersiz olduğuna inanmıyorum. Newton, 19. yüzyılın onu tanımladığından daha sıra dışı bir kişilikti. Dâhiler çok özeldir. Buradaki hiç kimse, bugünkü amacımın Cambridge’in en büyük oğlunu başka türlü tanımlayarak küçültmek olduğunu sanmasın. Onu daha çok kendi arkadaşlarının ve çağdaşlarının gördüğü gibi görmeye çalışıyorum…

Newton 18. yüzyıldan beri, modern bilim adamları çağının ilk ve en büyüğü, bir rasyonalist, bize soğuk ve katı mantık çizgisinde düşünmeyi öğreten biri olarak düşünülmeye başlandı…

Onu bu ışıkta görmüyorum. 1696’da, Cambridge’den ayrıldığında topladığı ve kısmen dağılmış olsa da bize ulaşan o kutunun içindekileri inceleyen birinin onu böyle görebileceğini sanmıyorum. Newton, akıl çağının ilk temsilcisi değildi, büyücülerin sonuncusuydu. Babillilerin ve Sümerlerin sonuncusuydu, görünür ve entelektüel dünyaya, 10 bin yıldan daha az bir süre önce entelektüel mirasımızı inşa etmeye başlayanlarla aynı gözlerle bakan son büyük akıldı… Newton, Magi’nin içten ve uygun bir şekilde saygı gösterebileceği son harika çocuktu…

Newton, son derece nevrotikti, ama -kayıtlara göre söylemeliyim- çok uç bir örnekti. En derin içgüdüleri okült, ezoterik, semantikti – dünyadan derin bir çekingenlik, düşüncelerini, inançlarını, keşiflerini tüm çıplaklığıyla dünyanın incelemesine ve eleştirisine maruz bırakmanın felç edici bir korkusuyla… Tüm türü gibi o da kadınlardan tamamen uzaktı. O, arkadaşlarının aşırı baskısı ile yaptıkları dışında hiçbir şey yayınlamadı. Hayatının ikinci evresine kadar, sargılı, kutsanmış bir yalnızdı…

Onun deneyleri, sanırım, bir keşif aracı değil, her zaman zaten bildiklerini doğrulamanın bir yoluydu…

Neden ona sihirbaz diyorum? Çünkü o, tüm evrene ve içindeki her şeye bir bilmece, saf düşüncenin belirli kanıtlara uygulanmasıyla okunabilecek bir sır, bir tür filozofun hazine avına izin vermek için Tanrı’nın dünya hakkında ortaya koyduğu bazı mistik ipuçları olarak baktı. Bu ipuçlarının kısmen göklerin kanıtlarında ve elementlerin yapısında bulunabileceğine inanıyordu. Onun deneysel bir doğa filozofu olduğuna dair yanlış öneriyi veren de budur…

Evreni, tıpkı Leibniz ile iletişim kurduğunda kalkülüsün keşfini bir kriptograma sarması gibi, her şeye gücü yeten Tanrı tarafından belirlenen bir kriptogram olarak görüyordu Saf düşünceyle, zihnin konsantrasyonuyla bilmecenin inisiyeye, -üstada- açıklanacağına inanıyordu…

El yazısına bakılırsa, en eskiler arasında büyük bir bölüm simya ile ilgilidir – dönüşüm, felsefe taşı, yaşam iksiri. Bu kağıtların kapsamı ve karakteri, onları inceleyen hemen hemen herkes tarafından örtbas edildi veya en azından en aza indirildi…”

Keynes, el yazmalarına bakmış ve bir bilim insanından çok bir simyacı, bir büyücü görmüştü. Haklıydı, geriye doğru gittikçe bütün bilim insanları bir büyücüye dönüşür. Filozoflar da bundan azade değildir. Geriye gittikçe her filozofun içinden bir imam, bir papaz çıkar. Yaratıcılık veya ilerleme büyücüde veya papazda değildir, onların kendi inançlarıyla ilgili kuşkularındadır. Simyacı denemek, imam düşünmek zorunda kalınca başlar bilim ve felsefe.

Newton ilk modern bilim insanı değil, “son büyücü”ydü. Tıpkı çağdaşları gibi bir ayağı Ortaçağ’da bir ayağı modern bilimdeydi. Onun farkı ikisinde de yetkin olmasıydı. İstediğinde istediği kıyafeti giyiyor, Ortaçağ’ı veya modern bilimin hüküm sürdüğü zamanları ziyaret edebiliyordu. Onu kim nasıl görmek istiyorsa öyle görüyordu.

***

Isaac Newton 1642-1727 yılları arasında yaşadı. Hem fizik hem de astronomi alanında çığır açtı. Fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, simyacı, teolog ve filozoftu. 1687’de yayımladığı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) adlı kitabıyla ortaya koyduğu evrensel kütleçekim yasası ve üç hareket yasası bilim tarihindeki kilometre taşlarından biri olmuştu. Klasik fizik, doruğuna Newton ile ulaştı.

Çağının aydınları gibi pek çok şeyle aynı anda ilgileniyordu. Newton’ın Principia’sı, hem astronomiyi hem de fiziği kapsayan bir eserdi. Eseri kendisinden önce Copernicus, Kepler ve Galileo gibi bilim adamlarının fizik ve astronomi alanında yapmış oldukları çalışmaların devamı niteliğindeydi. Bir defasında “devlerin omuzlarında oturduğu için öteleri görebildiğini” söylemişti. Muhtemelen bu söze pek inanmamaktaydı. O kendinden öncekilerin basit bir devamcısı olmadığı gibi kendinden sonrakilerin basit bir öncüsü de değildi çünkü. Bir yanıyla modern dünyanın baş mimarıydı. Işığın ve devinimin kadim felsefi bulmacalarını çözmüştü, yerçekimini keşfetmişti. Bilgiyi, somut ve doğal bir mesele haline getirmiş, nicel ve kesin kılmıştı.

Newton, bu yanına bakıldığında modern bilimin yolunda yalpalamadan, kararlıca yürüyen bir öncüydü. Teleskop ve Galileo’nun etkileyici yazıları sayesinde astronomi, uzmanların dışında çok sayıda insanın özel ilgisi haline dönüşüvermişti. Kopernikçi devrimin Batı düşüncesinde çığır açan dönemi artık başlamıştı. Bu kavga ilerici bir kavgaydı. Kilise, Kopernikçi devrimden çok büyük zarar görmüştü. Bilim ile din çatışması bütün boyutlarıyla ortadaydı. Bilim Galileo ile birlikte bütünüyle dinin dışına adım atmış, kendine yeni bir alan açmıştı.

Ama bütün bu çabalar dağınıktı, “büyük resmi” oluşturmaktan uzak kişisel girişimler olarak görünüyordu. Kepler’in matematik, Galileo’nun gözlem çalışmaları astronomide güneş merkezli evren anlayışını desteklese de hala temel eksiklikleri bulunmaktaydı. Descartes’in mekanik felsefesini, Kepler’in gezegenlerin hareketi yasalarını ve Galileo’nun yer hareketi yasalarını tek bir teoride birleştirmek onun asıl başarısıydı. Böylece sihir gerçekleşmiş, mucize ete kemiğe bürünmüştü.

***

Bu sözcükleri seçmemiz rastgele değil. O, aynı zamanda bir simyacıydı. Simyanın başlıca hedefi metalleri altına dönüştürmeyi başarmaktı. Simyacılar gençliği yeniden kazandıran ve yaşamı sonsuza kadar uzatan gizemli bir iksir üretmeye de çalışıyorlardı. Haliyle İngiltere’de de ölümle cezalandırılabilen tehlikeli bir uğraştı bu.

Bununla birlikte genellikle görmezden gelindiğine değin güçlü işaretler var. Örneğin Newton’ın evinde içi garip maddelerle dolu bir kazan bulunuyordu. Burada simya deneyleri yaptığı çok açıktı. Newton’dan kalan yazılardaki dört milyon sözcükten bir milyon kadarı simya üzerinedir. Bu sayı fizik ya da matematik üzerine yazdıklarının her birinden daha fazladır.

Newton’u simya çalışmaya iten işin ruhsal boyutuydu. 17. yüzyıl mekanikçi felsefelerin teolojik ve bilimsel problemlerini simya aracılığıyla çözmeyi amaçlıyordu. 1660’lı yılların başlarında Newton teolojik bir problemle karşılaşmış ve simyanın buna bir çözüm getirebileceğini düşünmüştü. 17. yüzyılın mekanikçi filozofları Hıristiyanlık ile atomcu felsefeyi uzlaştırma yönünde çok çaba harcamışlardı. Hatta bazıları daha da ileri giderek, antikçağ atomcularından farklı olarak, atomların arasına bir Hıristiyan Tanrı yerleştirmişlerdi. Atomların düzenlenişi yalnızca tanrısal güçlerle açıklanabilirdi; doğada bir tasarım (planlanmış bir organizasyon) vardı. Tasarım bir “Tasarımcı”nın varlığını gösteriyordu. Bu yaklaşım, 17. yüzyıl atomculuğunun temelini oluşturdu.

Newton hem fiziği hem de teolojiyi ilgilendiren bu soruna lafı dolandırmadan yaklaşıyordu. Mekanik doğa felsefesi, yani hareket halindeki maddenin mekanik eylemi yeterli değildi. Newton’a göre mekanik eylem doğada gördüğümüz çeşitliliği üretemezdi. Çeşitliliği sağlayan neden maddenin içindeki Tanrısal ilkeydi. Newton simya çalışmalarında bu ilkeyi arıyordu.

Çalıştığı alanlar ya doğrudan ya da dolaylı olarak din ile ilgiliydi. Kitab-ı Mukaddes’in doğru yorumu da aradıkları arasındaydı. Eğer doğru yorumlanırsa kutsal metinlerin tarihsel verilerle olan paralelliğini görülebilir ve dolayısıyla Tanrı’nın evrendeki eylemi kanıtlanabilirdi. Newton için simya Tanrı’nın fiziksel evrende sürdürdüğü bir eylem, tarih de Tanrı’nın toplumsal dünyada sürdürdüğü bir eylemdi.

Bununla birlikte Newton’ın dinsel inançları Hıristiyanlığın resmi inançlarından farklıydı. O gizli bir Heretikti. Tüm hayatı boyunca İsa ve Hıristiyanlık hakkındaki gerçek fikirlerini gizlemeyi başarmıştı. Ancak ölüm döşeğindeyken iki şahit huzurunda Kilise’nin yapacağı dini töreni istemediğini açıkladı.

O sonuçta bir 17. yüzyıl karakteriydi. Kendi döneminin insanıydı. Günümüzün birçok düşünüründen farklı olarak, o bilim ve din arasında bir çatışma görmemiş, dünyanın Tanrı olmadan işlemeyeceğine inanmıştı.

***

Newton’dan geriye kalan el yazmalarında simya ve büyüyle alakalı metinler çoğunluğu oluşturuyordu. Keynes, bu el yazmalarını inceleyince modern bir bilim insanı yerine nesli tükenmiş bir “son büyücü” bulması şaşırtıcı değildi.

Diyor ki o notların bir yerinde, “Evren henüz kеşfеdilmеmiş gerçeklerle dolu bir okyanus, ben ise onun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibiyim…” Sonsuz merakı olan ve o merakın peşinde el yordamıyla karanlık dehlizlerde dolaşmayı göze alan bir kuşağın, bir insan tipinin mükemmel bir tanımıdır bu. Aydın anasının karnından aydın olarak doğmamıştır. Bir çaba ve bir duruş gerekir ışığa ulaşmak için.

Newton’un zamanında ışığın özellikleri hakkında çok az şey biliniyordu. Aslında insanlar, gözün ışık mı ürettiğini yoksa ışık mı topladığını bilmiyorlardı. Newton, detaylı bir optik çalışmasına girişti ve kendine bir kobay buldu. Bir noktada, ışığın insan türü üzerindeki etkisine dair bir teori geliştirmek için gözüne iğneyi sapladı.

İğneden korkana aydın diyemiyoruz.

Işık sizsiniz, ışık sizdedir!