Cemil Fuat Hendek: “Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin değeri anlaşılmadı”
Kuruluşunun 75’inci yılı nedeniyle Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) üzerine Osman Çutsay ile birlikte bir kitap hazırlayan Cemil Fuat Hendek, solun da adeta “anomali” saydığı bu sosyalist cumhuriyetin çözülüşünün 35’inci yılında bir bilanço çıkardı. Sorularımızı yanıtlayan Hendek, Yazılama Yayınevi tarafından basılan “Avrupa’nın Kaderini Değiştiren Devlet – Alman Demokratik Cumhuriyeti” ile bir kapıyı aralamaya çalıştığını belirtti.
7 Ekim, bundan 75 yıl önce, Avrupa’nın tam ortasında sosyalizmin doğduğu dil ve coğrafyada sosyalist bir cumhuriyetin kurulduğu gündü. Alman Demokratik Cumhuriyeti neden ve nelere rağmen ilan edilmişti? Çünkü biliyoruz ki, kapitalist-emperyalist dünya zaten karşıydı, ama Sovyetler Birliği de, elbette farklı ve antifaşist bir gerekçeyle, böyle bir sosyalist devlete sıcak bakmıyordu. Buna rağmen kuruldu. Nasıl oldu?
CEMİL FUAT HENDEK – Savaş sonunda Sovyetler için Almanya iki dünya savaşı başlatmış saldırgan bir emperyalist ülkeydi. İkinci Savaş’ta, dolaylı ölümlerle birlikte, 40 milyondan fazla Sovyet yurttaşını katletmiş bir iktidar düşünün. Üstelik, bu iktidarı o güne dek görülmedik şekilde destekleyen, sokakta birbirini Hitler selamıyla selamlayan bir halk… Sovyetler bu saldırganlık yuvasını yeniden formatlamak istiyordu. Avrupa’nın ortasında, sanayisi yeni bir savaş başlatamayacak kadar sınırlı, tarım ağırlıklı, fakat demokratik ve barışçı bir ülke… Olmadı. Amerikan, İngiliz ve Fransız emperyalistleri kararlıydılar. Stalin’in “Birleşik Almanya” doğrultusundaki tüm önerilerini yalan yanlış nedenlerle reddettiler.
Aslen emperyalistler kesin bir çeşit düş kırıklığı ve belki biraz da panik içindeydiler. Savaş boyunca gizli umutları gerçekleşememiş, Naziler Sovyetler Birliği’ni, sosyalist iktidarı yıkıp, tarih sahnesinden silememişti. Şimdi bu niyeti gerçekleştirecek yeni yollar arama zamanıydı. Nitekim vakit geçirmeksizin, ülkenin üçte birinden ve yaklaşık 18 milyon yurttaştan vazgeçme pahasına bir devleti, Federal Almanya Cumhuriyet’ni oldu bittiye getirdiler. Tarih, 23 Mayıs 1949.
ZORUNLU BİR YANITTI
Bu açıdan, ADC’nin kuruluşu bir çeşit zorunluluktu. Takvim konuşsun: Tarih 7 Ekim 1949’dur. Yani kapitalist Alman devletinin kuruluşundan yaklaşık 4,5 ay sonra.
Emperyalistlerin ısrarla üstünü örttükleri ve kimsenin bilmesini istemedikleri gerçek işte budur: Almanya’yı kendileri böldü! Ardından sosyalizme karşı Demir Perde’yi Churchill’in önerisiyle kendileri çektiler.
ADC’nin kurucu babalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne yaptılar, ne yapamadılar? 1989/90 kırılmasına baktığımızda ve bir karşılaştırma yaptığımızda, siyasi feraseti yüksek bir “kurucu babalar” kuşağı görebiliyoruz. Peki kuruluştan 40 yıl sonra bir “yıkıcı kuşaktan” da söz etmemiz gerekmiyor mu?
CEMİL FUAT HENDEK – ADC’nin kurucularına gelince… Faşizme karşı mücadelede kararlı bir kadroydu. Bazıları Nazi zindanlarından geçmiş, hemen tümü Kızılordu saflarında çarpışarak ülkelerine dönmüş komünistlerdi. Oynanan oyunun farkındaydılar. Nazilerin Slav halklarına karşı giriştikleri soykırımın da şahidiydiler. Emperyalistlerin kurdukları ileri karakolun ne gibi görevler yükleneceğini de tahmin ediyorlardı. İşte o nedenle ADC’nin kurulmasında ısrarcı oldular. Ve o işi başardılar.
Yıkanlarsa o utkan sosyalizmin nimetlerinde yararlanarak yetişmiş bir kuşaktır. Ezici çoğunluğu işçi ailelerden geldiler, sosyalizm sayesinde yüksek mekteplerde okudular, ülkelerinin ve partinin yönetiminde konumlar elde ettiler. Ve onları yetiştiren topluma ihanet ettiler.
Daha doğrusu belki biraz ayırmak gerekiyor: Bir kısmı, belki çoğunluğu ihanet için değil, sosyalizmi daha da iyileştirmek için o yola girdi. Yıkılıştan sonra “Biz bunu istememiştik,” diye yakınanların önemli kısmının samimi olduklarını düşünüyorum. Böylece bize çok, ama çok önemli bir ders bıraktılar: Sosyalizm, kırıntı halinde bile olsa, kapitalizmin değerler sistemine özenerek ilerletilemez. İlerletmek ne kelime, ayakta tutulamaz!
OLANAKSIZLIKLARA RAĞMEN
ADC’nin kuruluşu ve yıkılışını incelediğiniz kitapta (“Avrupa’nın Kaderini Değiştiren Devlet – Alman Demokratik Cumhuriyeti”) bir kapı açtığınızı belirtiyorsunuz. Nasıl bir kapı bu ve nasıl bir ihtiyaca karşılık geliyor? Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
CEMİL FUAT HENDEK – ADC, 40 yıllık tarihi içinde sosyalizm kuruculuğu açısından çok önemli derslerle dolu. O tarafa baktığımızda kendi dönemi, ülkenin coğrafi özellikleri ve tarihsel mirası açısından mucize kabul edilebilecek sonuçları olan birçok olumlu örnek görüyoruz. Fakat aynı zamanda bir dizi eksik ve yanlışların, zayıflıkların, dahası ihanetlerin de bunlarla beraber yürüdüğü bir gerçek. Bunlar da ders alacağımız olumsuzluklar. Bugün de mücadelemizin hedefinde sosyalizmi gördüğümüz bir yolda ilerliyoruz. İşte o yolda, dünyanın en gelişkin on sanayi ülkesi arasında sayılan bir sosyalizm kuruculuğu döneminin, başka komünistlerin de ekleyecekleriyle birlikte daha dikkatle incelenmesine, oradan dersler çıkarılmasına açılan kapı diyelim.
“Biz daha iyisini yapacağız!” iddiasında olan herkes bu tür örnekleri dikkatle incelemeli. Eksileri tamamlamak, yanlışlardan kaçınmak ve iyiyi mükemmelleştirmek için zorunlu bir iş bu.
Avrupa sosyalizmi içinde sizce ADC’nin rolü nasıldı? Varlığı nelere yol açmıştı?
CEMİL FUAT HENDEK – Avrupa açısından Rusya, asiller arasındaki akrabalıklara karşın karanlık, geri ve kaba fakat aynı zamanda büyük yeraltı ve yerüstü zenginliler içeren bir hükümdarlıktı. Aslında pek de “Batı medeniyetiˮ dediklerinin bir öz parçası değildi. Doğu Avrupa ülkeleri keza. Fakat Almanya öyle mi? Avrupa’nın tam ortasında, Kutsal Germen Roma İmparatorluğu’ndan itibaren varlığı Avrupa’da hep hissedilen bir güçtü. Hele sanayi devrimini başardıktan sonra başını kaldırınca… İki kez de Avrupa’yı yıkımın kıyısına sürükledi.
Derken bir şok! O saldırgan, emperyalist Almanya’nın bir parçasında sosyalist ve barışçı bir iktidarın yükselişi. Üstelik, kısa zamanda Avrupa’nın hiçbir kapitalist ülkesinde başarılamayan bir dizi insani ilerlemeye imzasını koyan bir Avrupa ülkesi. İşsizlik tanımayan bir ülke düşünün. Kadınların ekonomik bağımsızlığı ve eşit işe eşit ücret de içinde olmak üzere tam eşitliğinin sağlandığı bir ülke. Burada saymaya devam etmeyeyim. Herkese kitabı okumalarını önereyim. Tek bir cümle daha: Bir dizi kazanım var ki, Avrupa’da hiçbir ülkede bugün bile başarılabilmiş değil. Tabii kapitalizm bu örneklere karşı işçi sınıfına ve emekçi halklara bir dizi tavizler vermek zorunda kaldı. Bu açıdan, ne Avrupa’nın ne de Almanya’nın geri kalanının sosyal mücadeleler tarihi ADC’nin varlığı göz önüne bulundurulmadan doğru anlaşılamaz, değerlendirilemez.
Yokluğunun bugün nasıl bir anlamı var?
CEMİL FUAT HENDEK – Yokluğunun anlamını mı sordun? Bir etrafımıza bakalım: Renkli devrimlerle yol verilen yıkımlar, içsavaşlar, askersel istilalar, milyonlarca ölü, on milyonlarca mülteci, açlık ve sefalet… Emperyalizmin merkez ülkelerinde de işçi sınıfının budanan hakları, bütün dünyayı tehdit eden bir Üçüncü Dünya Harbi… Daha ne sayacağım? Şimdi haksızlık etmeyelim ve özellikle en başta gelen ikisini de analım: Sovyetler Birliği ve ADC’nin yokluğuna borçluyuz bu karanlık tabloyu.
TÜRKİYE SOLU ADC’YE BAKMADI!
Bir nokta daha eklemek isterim: ADC sadece Avrupa’nın ortasında o dönemde Avrupa’daki sosyalist ülkelerin ileri karakolu değildi. Varlığıyla komünist hareketin önemli bir destekleyicisiydi. Maocu ve avrokomünist sapmalara karşı çok önemli bir karşı ağırlıktı. Eğer bugün Almanya’da komünistlerin siyasi varlığı görülmez hale geldiyse, bunun bence çok temel bir nedeni var: Yıkılışında ADC’ye sahip çıkmadılar. Kazanımlarını gururla dile getirmediler. “Biz ne yanlış yaptık?” diye sorgularken hep karşıdevrimcilerin iddialarına hak verir hale düştüler. Sonunda olacak olan oldu: Sahneden silindiler.
ADC ile Türkiye solu arasındaki ilişkiler nasıldı? Türkiye ile bağlantılar ne düzeydeydi? En önemlisi: Türkiye solu bu sosyalist devlete nasıl baktı?
CEMİL FUAT HENDEK – Türkiye solunun ADC’ye nasıl baktığını söyleyemem. Çünkü bakmadı! Sovyetler Birliği’ne baktı. Onunla, Ekim Devrimi ve Anadolu’daki antiemperyalist savaş arasında bir çeşit kan bağı var. Fakat ondan sonrasında hangi ülkeler giriyor solun vizyonuna? “Ho ho Ho Şi Minh! Daha fazla Vietnam!” Odak noktasında oradaki sosyalizm değil, bütün dünyada gençlik hareketini saran savaş karşıtlığı var. Derken Macaristan, Polonya… Konu sosyalizmden çok, karşıdevrim. Üstelik hak verenlerin de sayısı az değil. Küba mı? Orada da devrimci demokrasi kendisine yakın iki kişilik keşfetti: Che ve Comandante Castro. Fakat dikkat! Bunların komünistliğinden çok, bir avuç “maceracı“ denebilecek silahlı devrimcinin eylemidir onlar için çekici olan. İyi anımsayalım. Başta sosyalizmden bahis yoktur. Ortada dolaşan fotoğrafların bazılarında arka planda daha küçümen ve çekingen duran Raul’un kim olduğunu merak eden de yoktur. Nitekim, Küba’da sosyalizmin kuruculuğuyla birlikte devrimci demokrasinin ilgisi de solmaya başladı. Hele şimdilerde, asıl tüm dünyaya karşı sosyalizmin onurunu yükselttikleri ve en yoğun dayanışmayı hak ettikleri bir dönemde TKP’den başka kimin gündeminde?
ADC’ye gelince… Hiç gündem olmadı. Tarihsel TKP’nin de… 1973 Atılımı öncesinde ve o sıralarda en yoğun destek aldığı bir ülke olmasına karşın. Sadece Anadolu’nun en ücra köşelerine dek dinlenen radyo istasyonu gibi bir propaganda aygıtını düşünsek yeter. TKP kadrolarının Berlin, Leipzig, Dresden’de yaşamlarını sürdürdüklerini, hizmetlerine bürolar verildiğini… 12 Eylül sonrasında Federal Almanya’ya doluşan solcular da oradaki demokrasiye hayran olurken başlarını döndürüp bakmadılar ADC’ye. Baktılarsa çoğu Duvar’ı gördü. Ülkeyi asıl adıyla değil, emperyalistler gibi “Doğu Almanya” diye andı. Kim ne derse desin: Antikomünizmin etkileri…
Bence Türkiye solu en büyük haksızlığı ADC’ye yapmıştır. Bu tür haksızlıkları telafi etmenin tek ve en güzel yolu, kendi ülkemizde sosyalist bir cumhuriyet kurmayı başarmak olacaktı