Zülâl Kalkandelen: “Doğan Avcıoğlu Kemalist ilkeleri Marksist açıdan yorumluyordu”
![Zülâl Kalkandelen: “Doğan Avcıoğlu Kemalist ilkeleri Marksist açıdan yorumluyordu”](https://biryenicumhuriyet.com.tr/wp-content/uploads/2024/12/KAPAK_Zulal-Kalkandelen-770x470.jpg)
Cumhuriyet gazetesi yazarı Zülâl Kalkandelen’e göre, Doğan Avcıoğlu, istisnai öneme sahip, aydınlanmacı ve antiemperyalist bir devrimci düşünür. “Doğan Avcıoğlu’nun kompradorları iktidardan indirmek için cumhuriyetçiliği sosyalizm ile buluşturan düşüncelerinin bu açıdan günümüzde de altı çizilmelidir. Nitekim Cumhuriyet dönemine ilişkin ciddi eleştirileri de vardır. Orada çizilen teorik temel, geçerliliğini yitirmiş değildir. Tek başına yeterli değildir ama önemli bir referans kaynağıdır” diyen Kalkandelen, sorularımızı yanıtladı.
– “Türkiye’nin Düzeni” kitabı ve Doğan Avcıoğlu sizce 2024’te neden önemli? Neyin eksikliğini kapatmaya çalışıyor bu kitap veya onun sayesinde bugün nelere dikkat çekmek mümkün oluyor?
ZÜLÂL KALKANDELEN – Doğan Avcıoğlu, 27 Mayıs 1960’tan sonra yayımlanmaya başlanan ve Kemalizm’in tüm ilkelerini Marksist yaklaşımla okuyan Yön dergisi ile sosyalist bir hareketin canlanmasını sağlamıştı. Bu hareket, Cumhuriyet tarihinin en etkili aydın hareketi oldu. Kemalist Devrim, kalkınma yolunda üst kurumları yerleştirme gibi sağlam adımlar atmış ama yarım kalmıştı. Yön hareketi, yarım kalan Kemalist devrimi tamamlama görevini üstlenmişti. Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın belirttiği gibi, temelde az gelişmiş ülkelerdeki kalkınma sorununa bir yön arayışıydı; zaten dergi de ismini buradan almıştı ve Avcıoğlu, başyazarlığını yaptığı o dergideki ilk yazısında, “20. yüzyılın ikinci yarısında az gelişmiş memleketler için tek çıkar yol sosyalizmdir” demişti. Çünkü Türkiye için öngördüğü kalkınma modeli kapitalist yolu izlemeyecekti.
SOSYALİZME ULAŞMAYI HEDEFLİYORDU
Daha sonra çıkardığı Devrim dergisi etrafında sosyalizmi Kemalizm ile buluşturma çabası sürdü. Avcıoğlu’nun sandıktan umudu yoktu ve kısa yoldan kalkınma için ihtilalciydi. O dergideki bir yazısında bunu net olarak şu satırlarla ortaya koymuş: “Bir ulusal kurtuluş devriminin amacı, yalnızca siyasal bağımsızlığı gerçekleştirmek değildir. Tam bağımsızlığa ulaşabilmek için, sömürge düzeninin ülkedeki bütün dayanaklarının tasfiyesi ve sağlam bir sanayi temelinin kurulması zorunludur… Günümüz şartlarında ve özellikle Türkiye’de bir ulusal kurtuluş devrimi, kapitalist çerçevede gerçekleştirilemez. Kapitalizm, dışa bağımlılık, geri bir tarım, gecekondu sanayi ve artan toplumsal huzursuzluk demektir.” (Doğan Avcıoğlu, Ulusal Kurtuluş Devrimi, Devrim, 10.11.1970)
Türkiye’nin Düzeni ise, Avcıoğlu’nun ülkemizin tarihi gelişimine ilişkin özgün ve karşılaştırmalı incelemelerini, bilimsel ve çok sağlam bir temelde açıkladığı bir eserdir. Her şeyden önce kanımca, Kurtuluş Savaşı’nı onun kadar iyi anlatan bir başka yazar yoktur. Avcıoğlu, yazıya aktardığı düşünceleri aracılığıyla politikayı etkilerken, aslında tek bir soruya yanıt arıyordu: “Türkiye’yi nasıl kalkındırabiliriz?” Öncelikle soruna ilişkin ortaya koyduğu teşhisler doğrudur.
Türkiye’nin Düzeni’ndeki çözümlemeye göre, iktidar alınacak, kurulu düzen dağıtılacak, halk kazanılacak ve yeni bir düzen kurulacaktı. Doğan Avcıoğlu’nun öngördüğü düzen, sosyalizme ulaşmayı hedefliyordu. Türkiye’nin kalkınmasına ilişkin çeşitli yollar önerip Batı demokrasilerini kendilerine örnek olarak alan pek çok yazar ve düşünürün tersine, o, kalkınmanın ancak kapitalizmi aşarak sağlanabileceğini söylüyordu. Bu yapılırken de kendilerine “liberal sol” nitelemesini yakıştıranların aksine, var olan bir şablonu Türkiye’ye uygulamaya çalışıp kavramları çarpıtmıyor, emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bu toprakların gerçeklerinden ortaya çıkan Kemalist ilkeleri Marksist açıdan yorumluyordu. Avcıoğlu’nun önemi, çözümlemelerinde bu birleşmeyi tutarlı bir şekilde kurabilmiş olmasındadır.
– Türkiye’nin Düzeni ve Avcıoğlu, AKP’nin toplumu tümüyle fethetmesine engel olan bir tür “halk Kemalizmi”ne teorik stepne olabilir mi? Bu teorik temeli geçmişte aramak mantıklı mı? Yoksa burada sosyalizmle Türkiye aydınlanması (veya laik-toplumcu düzen) arasındaki geçişliliğe/devamlılığa bir örnek mi buluyoruz?
ZÜLÂL KALKANDELEN – 13 Aralık’ta Cumhuriyet gazetesindeki köşemde “55 yıl önceki bir karikatürden bugüne ders!” başlıklı yazım yayımlandı. Babamdan bana kalan “Türkiye’nin Düzeni” adlı kitabın 1971 baskısını elime aldığımda içinden iki gazete kupürü düştü. İkisinde de Ali Ulvi’nin karikatürleri vardı. 25 Ekim 1969 tarihli Cumhuriyet’in kapak sayfasında yayımlanan bir tanesi günümüze o kadar uyuyordu ki, ondan yola çıkarak bir makale yazdım.
![](https://biryenicumhuriyet.com.tr/wp-content/uploads/2024/12/zulal_METIN-ICINE-ali-ulvi-karikaturu-1024x516.jpg)
Ali Ulvi, Atatürk’ü Büyük Taarruz sırasında fotoğrafçı Etem Tem’in çektiği efsaneleşen Kocatepe fotoğrafındaki görüntüsüyle çizip altına “Parlamento dışı muhalefet” yazmış. Solda ise başında fötr şapkası ile kocaman bir komprador var; o da “Parlamento dışı iktidar”! Bu, zamanı aşan bir karikatür, çünkü 1940’lardan bu yana Türkiye’yi tek başına anlatabilir! Ali Ulvi günümüzde yaşıyor olsaydı, belki ufak bir değişiklik yapmayı düşünebilirdi de dedim. Bugün de Atatürk parlamento dışı bir muhalefettir; kurduğu parti CHP, parlamentoda yer alsa da nicedir onun ilkelerinden uzaklaşmış bir partidir. Cumhuriyet döneminin tüm kamusal birimini yabancılara peşkeş çeken kompradorlar ise bugün de parlamento dışında iktidar ama aynı zamanda parlamento içinde de iktidar!
KEMALİZM DEVLETTE DEĞİL
Sorunuz dolayısıyla tekrar bu karikatürü hatırladım. 22 yıldır siyasal İslamcı AKP, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet Devrimi’nin tüm kazanımlarını, elinde tuttuğu devlet gücüyle toplumdan zorla söküp atmaya çalışıyor. Bu çabasında epeyce de yol aldığı yadsınamaz. Ancak devlet işleyişi ve kurumsal yönetim açısından bunu yapsa da, halk nezdinde tam olarak hâkim olamadı, aynı anda ters bir tepki de yarattı. Kuşkusuz Kemalizm’i dışlayan sahte “Atatürkçülük” maskesini, ilk kuşanan AKP değil; Menderes’ten Demirel’e, Erbakan’dan Özal’a, Çiller’e ve Ecevit’e kadar, her iktidar tam bağımsızlığı, laikliği, devletçiliği, devrimciliği, halkçılığı yok eden politikalarıyla Cumhuriyet Devrimi’ne darbe üstüne darbe vurdu. Kemalizm devlette var olsaydı, tarikatlar yıllarca devletin her kademesine yerleşemezdi, Türkiye NATO’ya girip egemenlik haklarını yabancılarla paylaşmazdı, Cumhuriyet’in yarattığı onca birikim yabancılara “özelleştirme” adı altında peşkeş çekilemezdi.
Esasen Türkiye’de karşıdevrim 1950’de değil, ilk Meclis’teki İkinci Grup ile birlikte başlamıştır. Ben bunun üzerine Mülkiye’de tez yazıp onu da kitap haline getirdim. Atatürk’ten sonra Türkiye’de gerçek bir Kemalist’in hiçbir zaman iktidara gelmediğini söylemek durumundayız. 12 Eylül’de “Atatürkçülük” adına hareket ettiğini söyleyenler ise, aslında Ali Sirmen’in çok yerinde bir teşhisle vurguladığı gibi Kemalist değil, Kenanist’ti! Bu ayrımın altını çizmezsek, hiçbir zaman “halk Kemalizmi” kavramını da yerine oturtamayız, ikinci Cumhuriyetçiler gibi zırvalar dururuz.
Cumhuriyet döneminde aşiret ilişkilerinin dağıtılamaması, köylünün topraklandırılması girişimlerinin engellenmesi ve Köy Enstitüleri’nin kapatılması sonucunda halk aydınlanmasının önüne geçilmiş ve emperyalizm ile el ele veren gericilik karşıdevrimi körüklemiştir.
Kemalizm, temel olarak Atatürk’ün vefatından beri iktidardan bilinçli olarak uzaklaştırıldığı ve Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıkılmadığı için, bugün AKP gibi bir partiye alan açılabilmiştir. Doğan Avcıoğlu’nun kompradorları iktidardan indirmek için cumhuriyetçiliği sosyalizm ile buluşturan düşüncelerinin bu açıdan günümüzde de altı çizilmelidir. Nitekim Cumhuriyet dönemine ilişkin ciddi eleştirileri de vardır. Orada çizilen teorik temel, geçerliliğini yitirmiş değildir. Tek başına yeterli değildir ama önemli bir referans kaynağıdır. Bugün Türkiye’de kurulu düzen tamamen emperyalizm ve gerici işbirlikçisi sermayenin güdümündedir. Onu aşmak için gerçek bir aydınlanma devrimi gerekiyor.
– Radikal cumhuriyetçi bir düşünür olarak Doğan Avcıoğlu’nun basit bir darbeci, bu arada Türkiye soluna son 30 yılda iyice sızan yeni moda bir linçle “Kürt düşmanı” olarak tanımlanması mümkün mü? Dinciliği Türkiye’de iktidar yapan liberalizme karşı ülkemizdeki en etkili panzehirlerden birinin ve belki de birincisinin Avcıoğlu solculuğu (veya onun “radikal kemalizmi”) olduğunu söylemek, abartı mı olur?
ZÜLÂL KALKANDELEN – Avcıoğlu, Türkiye’nin yapısına ilişkin ortaya koyduğu incelemeleri, kurmayı düşündüğü ilerici ve toplumcu sistemle, günümüzde örneği giderek azalan tabu yıkan ve eğilip bükülmez bir düşünürdür, kurulu düzene karşı çıkan yurtsever bir ihtilalcidir. Bunun kötü bir şey olduğuna ilişkin düşünce ise liberal bir safsatadır. Her devrim, kendisinden önce var olan düzeni tamamen yıkar ve yerine yenisini kurar. Bu devrimin doğası gereği böyledir.
Avcıoğlu’nun “Kürt düşmanı” olduğu ise elbette söylenemez. Öyle olsa Yön dergisinde bu konudaki ilk yazıları yazmaz, yeni bir düzen arayışına da girmezdi. Ama içinde yaşadığımız dönemde Kürt milliyetçiliğine yakın değilseniz, anında Kürt düşmanı olarak nitelendiğiniz için, o da öyle damgalanıyor. O söylemlerin belirleyici bir tarafı yok.
DİNCİLİK, EMPERYALİZM VE LİBERAL MİKROP
Dinciliği Türkiye’de iktidar yapan daha önce de belirttiğim gibi emperyalizm ve ona teslim olan gerici işbirlikçilerdir. Avcıoğlu’nun, kurulu düzen değişmeksizin toplumun değişemeyeceğini göremeyenlerin tersine, Türkiye’nin kalkınmasının ancak düzenin yıkılarak bunun başarılabileceğine işaret etmiş olması, çok temel bir noktadır, bence başlangıç noktasıdır. Aksi halde, sermaye için dönen düzende hafif iyileştirmeler yapmaya odaklanırsınız ki bu da Türkiye’nin yaşadıklarını açıklıyor. Sınıf temelli bir paylaşım tartışması başlatmayan ve kapitalist sistem içinde kalarak düzenlemeler yapmayı öneren her teori kapitalist açgözlülük tarafından alt edilmeye mahkûmdur. Çünkü kapitalizm varlığını ancak bu şekilde sömürü temelinde sürdürür.
Türkiye’de şu anda siyasette Kemalizm’in güçlü bir temsil hattı yok, ancak bunun sol içinde yeşertilmesi için Avcıoğlu’nun sınıfsal bakış açısını çözümlemeye dahil eden görüşleri, tutarlı bir başlangıç noktası oluşturabilir. Tam bağımsızlığı savunan, anti-emperyalist, kamucu ve laik olmayan hiçbir teorinin yolu sola çıkmaz. Bu nedenle de liberalizme karşı mücadelede Kemalistler ile sosyalistlerin bir araya gelmesi kaçınılmazdır.
– Türkiye’deki devrimci hareketi vuran, bunu da önce medyayı elinde tutarak yapan liberal mikropların bir merkez karargâhı var: Birikim. Bu karargâhın tüm versiyonlarıyla uzak tutulduğu, gerçekten sosyalist bir öfke ve eylem tutkusu içeren çevrelerde bile Avcıoğlu’nun yeterince anlaşılabildiği söylenemez. Bu anlayış eksikliğinin kaynakları sizce nerede? Liberal ideolojilerde mi?
ZÜLÂL KALKANDELEN – Birikim’in 3 Kasım 2002’deki seçimden sonraki kapağını unutmadık. Üstte “Muhafazakâr demokrat inkılâp” manşeti vardı, onun altında “1946- 1983 ve sonunda 3 Kasım” başlığı atılmıştı. Kapak fotoğrafında ise Abdullah Gül, Erdoğan, Abdülkadir sevinç içinde görülüyordu. Gerçekten de liberalizm mikrobunun üslendiği karargâhlardan biriydi. Ne yazık ki oradan yayılan mikrop epeyce çevre kirliliği yarattı!
Liberalizm öyle bir mikrop ki, son olarak Suriye’de gördüğümüz gibi emperyalizmin bir ülkeyi yerle bir edip iktidara kendileriyle uyumlu bir cihatçıyı getirmelerini “özgürleştirme” olarak yansıtabiliyor! Tüm dünyada emperyalizm bugün kimlikçi, etnikçi ve dinci politikaları öne çıkararak ilerliyor. Artık “ılımlı İslam” projeleri çökünce radikal İslamcıları kendilerine müttefik yapma stratejisi izliyorlar; zira Ortadoğu’nun demokratikleşmesi umurlarında değil. Tek düşündükleri, kendilerine sadakat gösterecek uydu iktidarlar yaratmak ve sömürüye bu yolla devam etmek.
CUMHURİYET DEVRİMİ VE SOSYALİST BİRİKİM
Böyle bir ortamda Avcıoğlu’nun yeterince anlaşılmadığını söylemek yerine, onun ortaya koyduğu gerçeklerin göz ardı edilerek hem Cumhuriyet Devrimi’ne hem de sosyalist birikime ihanet edildiğini söyleyebilirim. Sosyalist bir öfkeniz varsa, sorunun sınıfsal olduğunu tespit etmiş olmanız ve küresel kapitalizm ile mücadele ederken de liberalizme geçit vermememiz gerekir. Kemalizm’in liberaller, etnikçiler, emperyalizm ve gericiler tarafından dört koldan şeytanlaştırıldığı bir dönemde, Avcıoğlu’nun da unutturulmaya çalışılması ya da karalanması şaşırtıcı değil ancak onun altını çizdiği değerlerleri hâlâ anlamamış bir sosyalist varsa önce kendisini sorgulamalıdır. Üstelik de liberalizm rüzgârında savrulan dönek sosyalistlerin bolca olduğu bir ülkede…
– Türkiye’de 1923’ün tarihsel meşruiyetinin altını çizen ve buradan sol bir cumhuriyet projesine yürüyen Avcıoğlu’nun yarım yüzyıl önce önerdiği çözümlere dönüş önermek, acaba onu doğru anlamak mıdır? Yoksa onun açtığı kapıları genişletmek, bulgu ve saptamalarından hareketle yeni sosyalist bir yol mu inşa etmek gerekiyor?
ZÜLÂL KALKANDELEN – Ben Türkiye için çıkış yolunun Cumhuriyetçiler ile sosyalistlerin bir araya gelerek Cumhuriyet Devrimi’ne ve onun kazanımlarına sahip çıkmaları olduğunu düşünenlerdenim.
Cumhuriyet, yüz yıl önce halkı saltanatın ve hilafetin sömürüsünden kurtardı, “tebaa” statüsünden çıkararak yurttaşlık bilincini geliştirdi. 21. yüzyılda halkın sermayenin ve gericiliğin sömürüsünden kurtuluşunu ise Cumhuriyetçiler ile sosyalistlerin birliği sağlayacak; Aydınlanma Devrimi, laiklik ve emek odaklı politikalar ekseninde yoluna devam edecektir. Tarihin akışına uygun olan ilerleme bu ittifaktır.
Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist mücadelesinden gücünü alan Kemalist Devrim ve emeği ile yaşayanların devlet yönetiminde söz sahibi olacakları sosyalist bir düzeni buluşturma hedefi, Cumhuriyet’in 101. yılında tüm ilerici aydınların ve devrimcilerin omuz vermesi gereken bir hedef. Bu hedefin başarıya ulaşması için, Türkiye’de solu, İdris Küçükömer’den bu yana savunulan 2. Cumhuriyetçi, liberal tezlerden kurtarmak gerekiyor. Çünkü emperyalizmin fonlar aracılığıyla köpürttüğü etnikçi, mezhepçi ve dinci müdahaleler, solu Cumhuriyet Devrimi’nden uzaklaştırmayı önemli ölçüde başardı.
Ancak buna karşı çıkan sosyalist, komünist partiler de var ve onlar kendi içlerinde verdikleri uzun süren bir mücadeleden sonra, bu yanlışı reddederek doğru rotayı buldu. Bu siyasi tarihimizde bir dönüm noktasıdır. Emperyalizme karşı verilen bir mücadelenin sonunda padişahlığı ve halifeliği kaldıran, egemenliği olması gerektiği gibi halka veren, şeriat hukukunu sona erdirip laik hukukun temellerini atan, medreseleri kapatıp laik ve bilimsel eğitimi başlatan, kadını hak ettiği gibi toplumsal hayatta öne çıkaran ve bilimi referans alan bir devrimi dışlayarak varılacak tek yer siyasal İslam’dır ve bu son 22 yılda kesin olarak kanıtlanmıştır. Yol bellidir. O yolda Doğan Avcıoğlu ve tezleri de tekrar gündeme gelecektir kuşkusuz. Cumhuriyet rotasını sosyalizme çevirmelidir.
(Yazı dizimizdeki tüm mülakatlara aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz…)