Avrupa’da Türk gazeteci olmak neden kolay değil?
İtalya’da yaşayan ve üreten yazar Birgül Göker Perdisa, Avrupa’da gazeteci olmanın gereklerini ve koşullarını yazar Osman Çutsay ile konuştu.
– Gazeteciliğe nasıl başladınız? Hangi basın kuruluşlarında ve hangi gazetecilerle çalışma imkânınız oldu?
OSMAN ÇUTSAY – Yazı yazmaya, daha doğrusu yayımlamaya, Ankara Siyasal’ın son sınıfında öğrenciyken başladım. Edebiyat eleştirileriyle. Demirtaş Ceyhun’un 15 günlük Edebiyat Cephesi gazetesinde ve aylık siyasi dergi Sosyalist İktidar’da. Daha önce epey karikatür ve grafik çalışmalarım vardı, ama yazıda belli bir düzeyi yakaladığım yıl 1980’dir diyebilirim. Trajik bir tarih. Çünkü gerçekten belli bir düzeyin üzerindeki ilk birkaç yazımdan sonra faşist darbe geldi.
Birçok gazeteci tanıdım, birçoğuyla çalıştım, ama hiçbirini kendime hoca saymam. Yalçın Küçük Hocamızın yapıtlarıdır bana eşlik eden. İkimiz de, 20 yıl arayla, Mülkiyeliyiz, ayrıca siyasi bir yol arkadaşlığımız da var. Türkiye’nin kurtuluşunun sadece sosyalizmle olacağını bağıran bir çizginin çırağıyım yani. Dolayısıyla kendimi Türkiye sosyalist hareketinin 20’nci yüzyıldaki en önemli entelektüel üretim merkezi saydığım Yalçın Küçük Okulundan yetişmiş sayarım. Artık 21’inci yüzyılda olduğumuzu ise geçerken belirtmiş olayım. Gerçi Yalçın Hocamızla zaman içinde ayrı düştüğümüz yerler, zamanlar oldu, özellikle güncel siyaset ve örgütlenme konusunda. Ama ikimizi de birleştiren şey, Türkiye’nin sosyalizm dışında bir yaşama şansı olmayacağı ve Türkiye’nin sadece sosyalizmle bir zenginliğe, bir varoluş şansına sahip olacağı saptamasıdır. Daha doğrusu Türkiye’nin “devrim kelebeğini hiç kaybetmediği” ve “burada her an her şeyin olabileceği” saptamalarıdır.
Şunu da ekleyeyim: Geçenlerde Yeni Gelen dergisinde de yazdığım gibi, benim için Nâzım Hikmet ve Yalçın Küçük, Türkiye’nin ve Türkçenin geçen yüzyıldaki en büyük ve en güzel iki genç şansıdır. Bu ikiliye, onlar düzeyinde değil ama, sürpriz bir entelektüel zenginlik olarak kısmen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da eklemek mümkün. Bu, başlangıçta böyle dursun. Gazetecilik, diyoruz. Gazetecilik, bence, dünyaya müdahale etme bilincinin ve entelektüel birikimin dışavurumlarından sadece biridir. Bir “biçimdir”, araçtır yani. Kendi başına o kadar da önemli değil. Son yıllarda saçma sapan bir “gazetecilik miti”, tuhaf bir “efsane” yaratmaya çalışıyorlar. Tuzu kurular bunlar. Kendilerini boşa düşürmemeye çalışıyorlar. Öyle değil bu iş.
Gazeteciliğin muhalefet anlamına geldiğini de pek sanmam. “Müesses nizamın” yangın duvarıdır aslında. Ama bizim gibi “imalat hataları”, bu bilgi kanallarını emekçi halkın hizmetine sunmak için çırpınınca, ortaya başka bir tablo çıkıyor. Birileri de bundan yararlanıyor. Gazeteciliğin toptancı bir bakışla böyle ölçüsüz övülmesini anlayamıyorum. Elbette yeni ve eşitlikçi bir toplum isteyenler, mesela sosyalistler, gazetecilik üzerinden de toplumu bilgilendirir ve uyarırlar. Ama o sektörü, bu kurtarır mı? Neyse… Bu uzun bir tartışma konusudur.
– Çalıştığınız yerler?..
OSMAN ÇUTSAY – Çalıştığım yerler çok öyle önemli değil. Zaten çalıştığım yerlerde ciddiye alındığımı da sanmam. Mesela Nezih Demirkent’in Dünya gazetesinde 1982’de, daha öğrenciyken, “profesyonel gazeteci” olmuştum. Ama o da uzun sürmedi. Ben çoğunlukla karşılıksız yazdım, araştırdım. Demek ki, ekmek parası için yaptıklarım, yazdıklarım, çevirdiklerim vs. bir yana, tek yazı yazma nedenim var: Sosyalizm ve Türkiye. Sosyalist sistem yıkıldıktan sonra bu ısrar ve inat bende iyice yerleşti. Birçok eski yol arkadaşımın tersine. Maalesef böyle…
Hürriyet, Sabah, Cumhuriyet gibi yerlerden de geçtim. Dedim ya, pek ciddiye alındığımı sanmam, ben de oraları pek ciddiye almadım zaten. Sol kanatta yaptığımız karşılıksız işler, yazılar, araştırmalar çok daha önemlidir. İlhan Selçuk ve Cumhuriyet’ini biraz ayırmalıyım. Çünkü o ölmeden onunla çalışmak istedim, bana çok pahalıya mal olan bir talepti bu. Ama onun son dönemine biraz “değebildim”. O da bana yeter. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi bağımsızlığını örgütleyebilen bir adamdı ve biz sosyalistlerin dostuydu. Türkiyeci ve Türkçeciydi. Milliyetçilikle bir ilgisi yoktur. Ama o da “pabuççu muştası” aramak zorunda kalanlardan biriydi. Yarım akıllı üniformalılardan bir destek yaratmaya çalışıyordu. Ecevit’e de öyle destek verdi, CHP’ye de. “Bizim” yokluğumuzda, ne yapsın? Kitle bağı ve direnci yüksek, mesela komşudaki YKP gücünde bir işçi sınıfı partimiz olabilseydi, ona da yakın kalırdı. Ben, kendimce onun gazeteciliğine yakın durdum işte. Beni tabii pek öyle yakından tanımazdı da, ben onu iyi tanırım. Ama onunla ilgili yazdığım bir yazıya gerçekten sevindiğini biliyorum. Anlamıştım onu. “Öfke” kitabımda var ayrıntısı…
– Almanya maceranız nasıl başladı? Kaç yıldır Almanya’dasınız? “Almanya’da bir Türk” mü, yoksa “Almanya’da bir Türk asıllı Alman” olarak mı görüyorsunuz kendinizi? Hangi kimliğe daha yakınsınız?
OSMAN ÇUTSAY – Saptamanız çok güzel. Ben “Almanya’da bir Türk’üm”. Tanpınar’ın ünlü şiirinden hareketle söyleyeyim: Hem içindeyim hem de dışında. Ömrümün galiba yarısından fazlasının geçtiği bu toprakların ve kültürün içerdiği devrimci dinamizmin ve zenginliğin hakkını vermeye çalışıyorum. Yani bu toplumun iç dinamiklerini anlama çabası içinde ve onun üzerinde çalışan bir Türk’üm ben. 70’lerin sonunda bizler kendimizi, 18-20 yaşlarımızda devrimci Türkler olarak “formatladık.” Ben de Türkçe ve sosyalist devrimden başka bayrak tanımam, Türkçem benim ses bayrağımdır, Fazıl Hüsnü’nün dediği gibi. Dolayısıyla Almanya’da ve Almancanın içinde sosyalist bir Türk olarak yaşamaya ve Türkçe yazmaya çalışıyorum. Bir başka ifadeyle, 30 yılı aşkın bir süredir Almanca “alıyorum”, Türkçe veriyorum. Tabii bazı Almanca yazışmalarım, küçük denemelerim hariç..
Türkiyeliyim sözü çok daha güzel. Attilâ İlhan’ın şiirindeki gibi. Ama ben Türkiyeli bir Türk’üm, cumhuriyetin kurucusu binlerce aileden birinden geliyorum. Dedelerim, özellikle annemin babası ve annesi 19 yaşında bir harp okulu öğrencisi ve “muallime” olarak İstanbul’dan gizlice Anadolu’ya kaçmış, kurtuluş savaşına katılmıştı. Baba tarafımın da öyküsü ayrı. Anlatması uzun sürer, ilginç ve yer yer trajik boyutları var. Ben Cumhuriyet Türkiyesi’ni hep bir haklılık ve “Kutsal İsyan” ürünü gördüm. Sosyalizm sayesinde kuruldu, sosyalizmsizlikte parçalanmaya mahkûm. Eğer aydınımız ve işçi sınıfımız müdahale etmezse…
Her neyse, gelelim bu ülkeye, Almanya’ya. Ben buranın aydın ve devrimci tarihiyle bizim tarihimiz ve devrimcilerimiz arasında bazı paralellikler buluyorum. Dedim ya, Türk kimliğimden hiç utanmadım. Tıpkı Alman ve Rus aydınlarının, devrimcilerinin kendi kimliklerinden utanmadıkları gibi… Almanlığın olduğu gibi, Türklüğün de en büyük düşmanı içindeki milliyetçiliktir. Milliyetçiliği ve dinciliği reddedince, daha doğrusu o çizgileri kendinize düşman kabul edince ve sınıf kategorisi üzerinden hayatı düzenleme kararı alınca, ulusal kimliğiniz sizi rahatsız etmez olur. Tam tersine, bir zenginlik olur. Yük olmaz. O kimliği sosyalistleştirmek mümkündür benim dünyamda. Türklerin şu anda en büyük düşmanı milliyetçilik ve dincilik/şeriatçılıktır, tabii bunları alttan alta besleyen emperyal merkezlerin kültür endüstrisine uşaklığı meslek bellemiş liberal demokratizm bayağılıklarını da eklemeden geçmeyeyim: Üç tarz-ı siyaset.
Liberaller, hani şu “kandırılmış sürü”, benim deyimimle “Belge’li Birikim Gericiliği” ve bu acentanın alt acentaları, milliyetçiliği ve dinciliği tamamlıyor.
Almanya’da böyle bir maddi ve zihinsel/duygusal ortamda habercilik yapmaya çalışıyorum.
– Almanya’da gazeteci olarak çalışabiliyor musunuz? Hangi Alman basın kurumlarında çalıştınız veya çalışmaktasınız? Türkiye’den işbirliği içinde olduğunuz basın kuruluşları var mı?
OSMAN ÇUTSAY – Şöyle ücretli ve belli bir konfor sağlayan gazeteciliğim hiç olmadı, ama hep bir araştırmacı-gazeteci olarak yaşadım. Gazetecilik ve yazarlık dışında bir iş yapmış saymam kendimi. Gerçekten de, getirisi açısından korkunç bir yanlışlıktır yaşadığım. Normal karşılanmalıdır. Ben dünyaya yazmak için gelenlerdenim, yazmak için yaşayanlardanım. Başka bir şey yapamam. Türkiye’den bazı yayın gruplarıyla ilişkim oldu, bazılarında ekmek parası için bir şeyler yaptım, ama galiba sosyalizmi veya komünizmi alın hayatımdan, geriye bir şey, bir anlam kalmaz. Bu da bir konfor sağlamaz. Fakat ayakta ve hayatta kalabildik işte.
Almanya’da hâlâ gazeteci olarak yaşamaya çalışıyorum. Alman basın kurumlarında -birkaç küçük mesaim dışında- pek çalışmadım, bir ara epey bağlantılarım oldu işbirliği vs. için, ama hiçbir yakınlık görmedik. Benim gibilere o Alman kurumlarında da yerleşik Türk kurumlarında da yer yoktur. Bunu iyi biliriz. Sızlanacak değiliz, seçimimiz bu yönde oldu.
Türkiye’den işbirliği içinde olabileceğim bir yayın kuruluşu da olmadı. Biraz Hürriyet, Sabah deneyimlerim var. Epey uzun yıllar Cumhuriyet için çalıştım. Bir hayal kırıklığıdır, ama onu bilerek oradaydım. Bizler böyleyiz.
Sorunuza yanıt: Evet gazeteci olarak çalışabiliyorum, ama Almancada bir söz var “brotlose Kunst” diye: Önemli, ama icracısına maddi bir getirisi olmayan meşgale, diyelim. Karşılıksız kalıyor yaptıklarımız. Öyle çalışıyoruz. Bunlar şikâyet değil, resmin tarifi sadece, yanlış anlaşılmasın.
– Alman gazetecilerin, Almanya’daki Türk gazetecilere bakışı nasıl? Küçümserler mi? Yetkin mi görürler?
OSMAN ÇUTSAY – Yukarıdan ve zavallıya bakar gibi, acıyarak baktıkları doğrudur. “Buna hakları yok” diyebilirsiniz, ama böyle formatlanmışlar, böyle bakarlar. Milliyetçi Türkler Kürtlere ve Araplara vs. nasıl bakıyor ki? Onlar da öyle. Ancak asıl kepazelik Türkçeyi içinde taşıyan bizim “Batılı” süsü veren “Batı tekelistanının” Türkiye’ye çökmüş uşakları. Ben milliyetçi, dinci sürüyü rakip bile görmem. Türkiye aydınının asıl rakipleri, Türkiye ve ondaki sosyalizm mücadelesinin asıl düşmanları, işte bu sol gösteren “demokrat” sürüdür. Türkiye’ye bir anomali olarak bakarlar hep birlikte. Türkiye kökenli insanlar böyleyse, bir Alman gazeteci veya yazar, sıradan biri, neden aşağılayarak bakmasın ki bunlara? Hak ediyorlar…
Şu Deniz Yücel’e bir bakın: Solcu bir aileden yetişmiş, solcu olarak ülkenin sağcı gazetelerinden birinde, die Welt’te, “solculuk” yaptığını sanıyor. Ana akım medya sözde. Bir tür Ruşen Çakır-Murat Yetkin tilkiliğidir yaptığı. Onlardan daha yetenekli olduğunu, Almancasında tatlı bir özgünlük olduğunu, tek tük zekâ pırıltıları içerdiğini söylemem gerekir. Hakkını yemeyelim. (Ruşen Çakır ve Murat Yetkin’de ise bırakın düşünceyi, dil bile yok, özgün bilgi ise hiç yok; kâzip şöhretler..) Neyse, işte, Deniz Yücel aslında daha önce liberal-yeşil bir antikomünist bataklık olarak 40 yılı geride bırakmış TAZ’da (“tageszeitung”) ne ise, işine burada da öyle devam ediyor: Seviyesiz ergen sinirliliklerini solculuk diye satmaya çalışan bir adam. Sosyalizm düşmanı militan uşaklar sürüsünden biri sonuçta. Berlin’e fazla güvendi ve hukuk dışı önlemlerle biraz hırpalandı tabii, ama sonunda hapishaneden çekip aldı o Berlin. Erdoğan’ın baskısı altındayken elbette sahip çıkacaktık, faşistlere bırakacak değiliz, ama çok yanlış yerde ve çok yanlış bir tipolojidir. AKP rejimi ise korkunç bir bataklıktır, herhalde eklemeye gerek yok.
Bu “tür”, bilerek bilmeyerek, bizim büyük rüyamızın en büyük düşmanları arasındadır. Can Dündarlar, Celal Başlangıçlar, Ahmet Nesinler, Erk Acarerler falan, hele hele şu Köln’deki Artı TV denilen cahiller karargâhı tam bir rezalet. Silkelesek arkasından Ekim Alptekinlerin falan dökülmeyeceğinin garantisini kimse veremez. Neyse… Bunlara Alman kültür endüstrisi memurlarının aşağılayarak bakmasını, hiç yanlış bulmuyorum. Bunlara aşağılayarak bakmaları, haklarıdır. Bunlar uşak çünkü. Batı demokrasisi senin için doruksa, o doruktan sana aşağılayarak bakarlar. Efendiler uşağa başka nasıl bakar?
– Biraz dağılmadı mı konu?
OSMAN ÇUTSAY – İpin ucunu kaçırdım, sanabilirsiniz. Öyle görünebilir, ama değil. Bu kadar “tehlikeli” lafı, kendimi ve sınırlarımı, kırmızı çizgilerimi anlatmak için sarf ediyorum. Büyük kavgamız bu alanda yürüyor. Üç beş şeriatçı ve milliyetçi katille baş edebiliriz, plebyen bir örgütlenme yeterlidir. Hitler-Mussolini-light bir rejim saydığım AKP rejimi de yıkılır gider yakında. Ama bu “entel sürü”, dünya sosyalist sistemini yıkabilmiş kapitalizmin gerçek nötron bombalarıdır. Binalara dokunmayan, canlıları öldüren bombalar… Yani düşünceyi… Bunlar tekelci burjuvazinin asıl entelektüel şiddet depolarıydı. Bunların “beyin sıfırlayan şiddetini” göğüsleyebilecek, Türkiyeli ve Türkçeli bir entelektüel şiddet üretim merkezi kuramadıkça, itilip kakılacağız.
Sorunuzu tam yanıtlayayım: Alman kültür endüstrisi ve siyaseti, tıpkı Alman büyük sermayesi gibi, Türkiyelilere, Türklere, Kürtlere de aşağılayarak bakmak zorunda. Bizim solcu geçinen, ama Avrupa’da, AB’de demokrasinin beşiğini gören ve onlardan yardım dilenenlere de aynı duyguyla yaklaşmaya hakları var. Nedenini ileride gerekirse yeniden anlatırım, aslına bakarsanız yıllardır da bunu yazıyorum.
TÜRK GAZETECİLERİNİN DÜZEYİ KORKUNÇ DÜŞÜK
– Siz Almanya’daki Türk meslektaşlarınızın seviyesini nasıl görüyorsunuz?
OSMAN ÇUTSAY – Türk merkez medya gazetelerinden iki veya üç gazeteci çıkar mı? Bunlar “medar-ı maişet motorunu” yürütmeyi gazetecilik sanan insancıklardı. Yönetimler, gazetecilerle değil, dönerci veya marketçi olacak insanlarla doldurdular gazeteleri. Öylesine bir sol düşmanlığı vardı.
Daha açık söyleyeyim, hadi: Avrupa’daki yerleşik Türk medyasından, ki buna sol geçinenler de dahil, benim gözümde gazeteci çıkmamıştır. İstisnalar o kadar istisnai ki, anmayalım şimdi. 3 milyon insan yaşıyor mesela Almanya’da bugün, Türkçeli insan diyelim, en çok bayi satışına sahip gazetenin 2 bini bulduğundan emin değilim. Onu da kahveler veya kütüphaneler alıyordur herhalde. Hak ettiler. Hürriyet, Sabah, Sözcü, diğer sağ basın, insan çıkaramadı. Türk meslektaşlarımızın kaçının ciddiye alınabilir bir dosyanın veya kitabın takipçisi olduğunu gördünüz? Almanca bilenler Türkçe yazamıyor, düşünemiyor, Almancada da o kadar sıradan ve düzeysizler ki, kimsenin ilgisini çekmiyorlar eğer dayak yemiyorlarsa veya kaçıp gelmemişlerse… Bu hep böyle gitmeyecek tabii, çizgi bir yerde kırılacak, işaretleri de yok değil…
Türk meslektaşlarımızın düzeyi çok düşük. Kendilerine ezberletilmiş birkaç şey dışında, Türkiye ve dünya ilericiliğindeki adımları tartabilecek, buna katkıda bulunabilecek yanları yok. Hiçbir uzmanlıkları, profesyonellikleri yok. Küçük oyunlarla günü kurtarıyorlar. Fakat artık toplum da yaptıkları haberlerle veya gazetelerle falan ilgilenmiyor. Eskiden hiç olmazsa kafelerde falan bulunurdu Türk gazeteleri artık galiba o da yok… Ya da sadece oralarda var, benim haberim yok…
Ama yine de üç çalışkan ismi anmam gerekir: Frankfurt’tan Gürsel Köksal, Köln’den Yücel Özdemir ve Stuttgart’tan Işın Ertürk. Bunlar gerçekten farklı bakış açılarına sahip gazeteciler, ama her biri kendince işler yaptı, çok çalıştı ve hâlâ da çaba içindeler. Hatırladıkça burnumun direği sızlayan Uğur Hüküm ağabeyimiz vardı. Uzun yıllar Paris’ten habercilik yapmıştı. Siyaseti ve sanatı iyi okuyan, hızlı habercilik de yapabilen özel bir yetenekti. Çok erken aramızdan ayrıldı, 2013’te sonsuzluğa göçtü. Yaşasaydı, onu ilk sıraya yazardım
Peki umut veren başkaları hiç mi yok? Var. Ama onlar çoktan bu âlemin veya sektörün dışına kaçtılar. Haklı değiller. Kalmalı ve hep birlikte projeler üretmeliydiler.Yeni insanlar yetiştirmeliydiler. Olmadı. Yapmadılar. Yeni bir çıkış gerçekleştirmek gerek. Olur mu? Bilemem, biz hep deneriz, yaşadıkça…
– Almanya’da Türk gazeteci olmanın zorlukları ve varsa kolaylıkları nedir?
OSMAN ÇUTSAY – Ben bir fabrika işçisi veya nakliyeci, kartoğraf, matbaa işçisi, taksi şoförü veya kuaför ile gazeteciyi birbirinden ayırmam. Ben emekçiyim, yaşamın başka dallarında ekmek peşinde koşan insanla benim aramda hiçbir fark yok. O insanlar için hayat ne kadar zorsa, Türk, daha doğrusu Türkçeli gazeteciler için de hayat o kadar zordur burada. Çalışmak, çok çalışmak gerek. Sorun şu ki, Türkçeli “gazeteciler” pek çalışmıyorlar, tembeller, kendilerini geliştirmiyorlar, bahaneleri de çok. Kendi formatlandıkları ilk dili, Türkçeyi aşağıladıkça, yani derinliklerine inanmadıkça Almanca dünyada işlerinin kolaylaşacağını düşünüyorlar galiba.
Bir başka açıdan baktığımızda, Türkiye kökenli gazeteciler iyi direnseler, Türkiye ve Türkçe “kutsal isyan” sonucu doğmuş cumhuriyetçi bir ileri adım olarak, kabul görür. Yani Türkiye’ye ve Türkçeye bir anomali olarak bu kadar kolay bakılmaz. Ama böyle şeyler söylerseniz de size Almanya’daki bütün kapılar kapanır. Zorla açmanız gerekir. Bu da “bizimkilerin” işine gelmiyor. Bir vasatlık içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Kendilerinden geriye hiçbir şey kalmayacağını bilerek…
Hep söylüyorum: Avrupa Almanyası’nda yükselmek için Türkiye ilericiliğiyle, tarihsel sol yataklara, TKP-TİP izleğine, THKP-C ve THKO çıkışlarına, kısacası Türkiye’deki sosyalizm mücadelesiyle bütün bağlarınızı koparmanız yetmez, onlara karşı da nefretle çalışmanız gerekir. 1923’ün bir anomali olduğunu itiraf etmeniz ve onu bütün sonuçlarıyla yok etmeye çalışmanız gerekir. Bugün piyasada parmakla gösterilen ve Türkçe yankılanan isimlere bir bakın, mutlaka ya Türkiye ve Türkçeyi satışa çıkarmışlar veya o satışa itiraz etmemişlerdir. Azgelişmişlerin kanı üzerinde yükselen emperyal merkezlerdeki demokrasileri övmeyi iş belliyorlar. İtiraz etseler anında bitirileceklerini biliyorlar. Neden mi? Bu, bir değil, birçok ciltlik kitap konusudur.
Almanya’ya ne lazım? Almanya’ya Cem Özdemir, Deniz Yücel ve maalesef Sevim Dağdelen gibi Türkçü faşistleri bahane göstererek boyunlarına bir Türkiye/Türkçe nefreti asabilenler lazım. Benim gibilerin hiç şansı yok. Kötü mü? Niye kötü olsun? Bedeldir. Fikir, yaratıcılık, özgürlük dediğimiz şeyler, buradan sonra başlar. Adı geçenler ve binlerce benzerinin ileriye saygın bir isim veya fikir bırakacağını mı sanıyorsunuz? Bırakalım şimdi.
Özet olsun: Türk gazeteci olmanın Avrupa’da bence özel zorlukları yok, fakat iyi ve karar verici mercilere kendi omurgası ve beyniyle, Türkiye’nin başından itibaren bir anomali olmadığını, reel sosyalizmin öcü olarak gösterilemeyeceğini savunarak gelmenin korkunç zorlukları var. İmkânsız hatta. Emperyalist demokrasi böyle bir şey. Ancak, dedim ya, sonuçta yazarlık ile kariyerizm arasında bir fark var. Neyi istediğinize bağlı…
– Almanya’da yeterince güçlü Türkçe yayın yapan basın kuruluşu-kuruluşları var mı? Bunların profesyonel seviyede olduklarını düşünüyor musunuz?
OSMAN ÇUTSAY – Yok. Bugün kendini finanse edebilecek kadar bayi-abone satışı olan herhangi bir ana akım Türkçe gazete yok. 3 milyondan fazla Türkçeli insanın yaşadığı bir Almanya’da, günlük satışı birkaç bini geçebilen Türkçe gazete kalmadı. Türkçenin ciddiye alınabilecek düzeyde hiçbir yayını yok 5-6 milyon Türkiye kökenli insanımızın yaşadığı Batı Avrupa’da. Türk veya Alman gericiliğinin dümen suyunda “ekmağnın peşinde” zavallı bekçiler. Tek tük istisnaları ayrı tutarak söylüyorum: Paralı asker bunlar. Uluslararası ajans haberciliğini aşamayan, zaten onları tercüme ederek iş yaptığını sanan, derinliksiz bir cahiller topluluğu var. Simavi, Doğan, Bilgin ve Ilıcak ailelerini, bu arada bu süre de çeşitli dinci çevreleri zengin eden bir sektör bu. Derinlikleri nasıl olsun? Kendilerine seçtikleri gazeteciler de kendilerine benziyordu. Doğru dürüst bir gazeteci çıkmış değildir “makbul medyadan”.
Siz, yerleşik olduğu Avrupa’yı bilen ve olayları kendi özgün imbiğinden geçirerek Türkçe konuşan 100 milyona yakın insana anlatabilmiş, gerçekten yaratıcı ve dürüst kaç “Türk gazeteci” tanıyorsunuz? Görünenler arasında aramayın, yok çünkü. Buralara kapağı atan Can Dündar, Celal Başlangıç, Ahmet Nesin, Ergun Babahan türü ise, tüm çevreleriyle birlikte, AKP ve İslamofaşist siyasetin baskılarını bahane edip günü kurtarıyorlar. Tehdit altındalar, doğru. Bunları gazeteci veya aydın sayamayız; sıradan teknokratlar. Eh, muhalefette de ekmek var tabii. Ama onlar da beni adamdan saymaz zaten.
Biz çok yoksuluz, kabul, işte böyle adamların elindeki bir Türkçe gazetecilik ile bu insanlara faşist-dinci bir zihniyetle küfreden Ankara’nın kiralık gericileri arasında kaldık… Hiçbir seviyeleri yok.
Burada gazeteci diye geçinen bazı “Türkçeliler” var, dedik: Bunlar Almanya’daki Türkiye kökenli toplumu tanımazlar, tanıyanlar da zaten anlatamazlar. Haber üretebildiklerini görmedim. Siz Avrupa’daki bir Türk gazetecinin elinden/merakından çıkmış büyük bir habere tanık oldunuz mu hiç? Ajanslardan ellerine düşenleri paylaşmayı haber yapmak sayıyorlar. Böyle görmüşler, böyle de giderler. Türk gazeteciliği, maalesef buna sol gazeteler veya portallar da dahildir, Avrupa’da gerçek bir sefaleti yaşıyor. Sonunda bu dilden ve Almanya’da Türkiye kökenli 3 milyonu aşkın insandan vazgeçme noktasına ulaştılar. Durum vahim.
O halde, istisnalara bakmak gerek. O istisnalarla yeni bir kuşak çıkarmaya çalışmak gerek…
– Yeni kuşak Türk toplumu entelektüel bir seviye yakalayabildi mi? Şimdiki Türk toplumunun özelliklerini bize biraz anlatabilir misiniz? İş dünyasında, akademide vs. bir varlık gösterebiliyorlar mı?
OSMAN ÇUTSAY – Türk toplumu öyle bir seviye yakalamayı, bence 1980 ile birlikte bıraktı. Buradaki toplumdan söz ediyorum. 60’lar ve 70’lerde çok hareketliydiler. Solcuydular. Kendilerini ve ülkelerini, dillerini önemsiyorlardı, kendilerini de ülkelerini de aşabileceklerine inanıyorlardı, gerçekten ilericiydiler. Dinciler ve milliyetçilere karşı hep öndeydiler, dolayısıyla Türkiye kökenli topluma damga vurabiliyorlardı. Sonra değiştiler. Yenilgi, değiştirir. Türkiye ilericiliği yenilince, Avrupa’daki toplum da çürümeye başladı.
Fakat ben şimdi tabloyu çok karanlık sergiledim galiba; elbette ışık hiç yok değil. Genç kuşak daha çok bulundukları ülkenin diliyle yazıyor. O ülkenin egemen medya ideolojisine uygun yazıyor. Dedim ya: Yükselmek için Türkiye tarihinin “ilericisizleştirilmesi”, hatta faşist etiketiyle sunulması gerekiyor. Çünkü, Berlin, Paris, Londra, Roma, Brüksel böyle istiyor. Kabarede, sinemada, müzikte, futbolda, hatta “bakteriyolojide” bazı yıldızlar çıkarmamış değil insanlarımız, yani Türkçeli toplum. Ancak Türkçeyi kullanmalarında, geliştirmelerinde bir sorunları var. Bir aydın damarı henüz yakalayamadılar. Oysa 60’lar ve70’lerde böyle bir aydını damarı vardı. Bunu unuttular ve bugünün dinci-milliyetçi Ankara’sının gereksindiği insan tipini yarattılar. Türkçeyi yaratıcı bir kaynak olarak neden masaya koysunlar ki? Fakat bu alanda da kötümser olmamak gerek. Bir örnek PoliTeknik çıkışıdır. Zeynel Korkmaz ve birkaç arkadaşının yıllardır yaptığı yayından (www.politeknik.de) söz ediyorum. Bu tür çıkışların etkisiz kalması mümkün değildir.
Türk toplumunun entelektüel bir seviye yakalaması için hem kendi egemenlerine, geldikleri yerdeki egemen sınıflara yani, hem de geldikleri bu tekelistandaki egemen çevrelere kafa tutması gerek. Yaparlar mı? Ben, doğrusu, 2021 sonbaharı itibarıyla pek umutlu değilim. Ama hazan ve kış sonrası ne olur, hayat neler getirir, onu bilemeyiz. Bir anda dünyanın altüst olabileceğini Türkiye kökenliler 2013’te Gezi İsyanı’nda öğrenmediler mi? Her şey birkaç gün içinde değişebilir.
Akademide, iş dünyasında varlık gösterenlerin Türkiye kökenli toplumun karakteristiğini olumsuz etkileyeceğini açıkça söyleyeyim.
Bizim genç insanlarımız henüz yeterince hırslı ve öfkeli değil. Biraz da bu nedenle Türkçelerini geliştirme ihtiyacı duymuyorlar. Türk toplumunun kıpır kıpır bir yanı var, onu da biliyoruz. Ne zaman harekete geçer, bilemiyoruz.
– Türkiye’den meslektaşlarınızla ilişkileriniz nasıl? Almanya’da sürgün hayatı yaşayan Türkiye’den önemli sayıda gazeteci de var. Onların Almanya’daki genel durumu nedir?
OSMAN ÇUTSAY- Türkiye’den gelen sürgün hayatı yaşayan Türkiye kökenli gazeteciler var. Doğru. Ama bir iş yaptıkları var mı? Yapabilirler mi? Ağlayıp sızlamaktan başka bir iş yaptıklarına tanık olan var mı? Muhaliflikten anladıkları birtakım yerlere dayanarak bayrak göstermek. Hiçbir yaratıcılıkları yok. Hayatları tercümeyle geçmiş. Realitede gördüklerini haber diye anlatmaya çalışmışlar. Ajans haberciliğini gazetecilik sanıyorlar. Kendilerini de çok önemsiyorlar ve korunmaları gerektiğini bağırıp duruyorlar. Haklılar, burada böyle AKP hastası bir sürü adam var. Olmadık şeylere tevessül edebilirler.
İyi de bu muhalifler ne yapabiliyor? Berlin’e, Paris’e, Londra ve Brüksel’e hesap sorabiliyorlar mı? Buradaki memur gazetecilerden herhangi bir farkları var mı? Eski günlerini, hani şu bir ellerinin yağda diğer ellerinin balda olduğu, Türk merkez medyasında solculuk oynadıkları, iyi maaşlar aldıkları günleri yad edip duruyorlar. Bazıları burada da sübvanse ediliyor bazı yollarla. Çirkin, çok çirkin bir sahne…
Bize gelince: Bu insanlara olanaklarımız ölçüsünde sorunlarını çözmekte yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ama Türkiye’den gelip burada millete ders vermeye kalkıyorlar ve ortalık kaynıyor. Gelenlerle buraya daha önce gelip yerleşmiş olanlar arasında cepheleşme kimsenin gözünden kaçmıyor. Bir taraf diğer tarafı Almanca bilmemekle, diğer taraf da yerleşikleri Türkçe fukarası olmakla suçluyor. Birbirlerine benziyorlar ve birbirlerinden içten içe nefret ediyorlar.
– Avrupa’da, özellikle de Almanya’da, Türkçe yayın yapan güçlü bir basın kuruluşuna neden ihtiyaç var? Almanya’da varlık gösteren Türkiye gazeteleri var mı? Cumhuriyet, Sabah, Sözcü, Hürriyet vs… Nedir durumları?
OSMAN ÇUTSAY – Almanya’da satış rakamlarla birkaç binle sınırlı birkaç gazete var. Sabah, Hürriyet, Türkiye, Sözcü bayilerde gözüküyor, ama satış rakamları korkunç. Olması gereken bir gazete, aslında haftalık bir periyodla ve yeniden harmanlanarak buralarda yayımlansa, önemli adımlar atılabilirdi. Cumhuriyet Hafta mesela geliştirilebilirdi. İstemediler. Cumhuriyet yönetiminin de buralardan haberi yoktu. Türkiye’den Avrupa gazetesi yapılır mı?
Bazıları hâlâ yapılır havasındaydı ve Avrupa mahreçli ajans haberlerini gazetenin içine sıkıştırınca Avrupa pazarı için gazete yaptıklarını sanıyorlardı. Burada ayrı bir örgütlenme gerektiğini ve bir aşkınlık içinde hareket edilmesinin şart olduğunu düşünemediler. Onlar da battı. Ama Batı Avrupa’daki Türkçelilerin sayısı 6 milyona yakın. Bu insanlara günlük bir yayınla internet üzerinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca bu pazara farklı periyodlarla burada üretilmiş içerikle çıkıp, aydın olmayı önemseyen evlere ve ofislere girebilirsiniz. Bunu düşünemiyorlar, düşünenleri de hayalcilikle suçluyorlar. “Sözcü bile 300-500 satıyor, Cumhuriyet onu da yapamaz” diyenler var. Hepsi saçmalık. Böyle düşünenler içerik diye bir şeyin nihai önemini fark edemeyenler. Avrupa’da evlere Türkçe yayınlar girmeli, ama girmiyor işte. Yok çünkü.
Cumhuriyet gibi bir yaklaşımın, hadi İlhan Selçuk Cumhuriyet’inin diyelim, önü açıktı. Ama olmadı.
Biz dağıtım ağı üzerinden gayriresmi rakamları tahmin edebiliyoruz. Şu andaki gazeteler içinde Sözcü bunların içinde en çok satılanı. Ama o da küçük rakamlarla hayatta kalmaya çalışıyor. Okurlarının neredeyse yüzde 95’ini kaybetmiş bir sektörle karşı karşıyayız. Müşterilerini kaybetmiş demek daha doğru.. En büyük gazete (“amiral gemisi”) 2000 yılında her gün 60-70 bin satabiliyordu. Şimdi 2 bini bulup bulmadığını bilen yok. Daha fazla dağıtılıyor olabilir, ama bayi satışı en önemli göstergedir. Kimse gidip bayilerden Türkçe gazete satın almıyor. İstanbul merkezli gazeteler öleli çok oldu. Öldüler, ama haberleri yok. Artık Avrupa’da bayilerde günlük basılı Türkçe gazete olacağını sanmıyorum. Zaten dijital teknolojide buna gerek de yok. Ama diğer periyodlarla başka projelerin piyasada olması, Türkçenin yaşaması için gerekli. Onu da düşünen yok. Türklerin, Türkiye kökenli insanların okumaya uzak ve hatta düşman olduğunu savunacak kadar gözü dönmüş, kısa yoldan “yırtmak” dışında bir dünyası olmayan sıradan insanların elindeki bir medyayla nereye varacaktınız ki?
– Online gazete mi, basılı gazete mi? Nereye doğru evriliyoruz?
OSMAN ÇUTSAY – Online gazete, dağıtım ve erişim sorununun çözümü demek. Bir de baskı giderlerinden kurtuluyorsun ve sınırlar ötesi bir erişim sağlıyorsun. İş oraya gidiyor. Ancak basılı gazeteler de olacak, uzmanların dediği gibi, tirajları eskisi gibi olmasa da evlere, ofislere basılı yayınlar girecek. Bunlar günlük dışı bir periyodla ve daha farklı bir trafik anlayışıyla hazırlanacak. İnternet bağlantısı olan her cihaza ulaşabilmek ve bunun için hiçbir engele takılmayan haber ve yorumlar, herkesin rüyasıydı. Çoktan gerçek oldu. Basılı yayınlar da niteliklerinde önemli sadeleştirmelere gidecek.
Önemli olan içerik. Sadece içerikle bir şeylere ulaşabilirsiniz. O yoksa, özgün bir içerik ve renkli bir sunum üretemiyorsanız, size ulaşmak isteyen de olmaz. Türkçe basının sorunu da bu, gerek burada gerek Türkiye’de. İçerik üretemiyor insanlarımız. Çünkü okumuyorlar ve -çok daha önemlisi- okuduklarını aşmayı düşünmüyorlar. Sıradan birer ajans çevirmeni gibi zamanın geçmesini bekliyorlar. Habere de öyle bakıyorlar zaten: Bir şeyler olur ve biz de onları tasvir ederiz. Gazetecilik bu değil ki… Ama bundan farklı bir şey yok ortada…
– Basılı gazetelerin güç ve etki kaybettiği doğru… Ama bunu ben daha çok, masa başı hazır haber yapmalarına, çıkar ilişkilerini gözeten haberler yapmalarına, patron gözetmelerine vs. yani daha çok okur nezdinde güven kaybetmiş olmalarına bağlıyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?
OSMAN ÇUTSAY – Türk medyasından söz ediyorsanız haklısınız. Alman medyası çok da farklı değil. Bakın şunu söyleyeyim: Burada 5 bin aboneyle, sadece çevrimiçi aboneyle bile Avrupa’daki Türkçeli toplum içindeki birçok şeyi kökünden değiştirebilirsiniz. Ama kafalarda hep “Satmaz kardeşim” fikrisabiti var. E, tabii satmaz, ilgi uyandırmaz, sen eğer yaratıcı, derin, hareketli ve rengârenk bir yayın üretmiyorsan, bir “entelektüel başvuru kurumu” oluşturamıyorsan… Bu toplumu aşamıyorsun ki… Haberiyle, sunumuyla yepyeni bir heyecan üretmiyor ve bunu toplumsal bir hareketlenmeye çeviremiyorsan, şansın tabii olmaz. O zaman piyasa da Almanya’daki 900 DİTİB camisine ve onların cemaatlerine kalır. Türkiye gazetesi birkaç yüz satıyor mu, sanmıyorum. Ama onun çevresine kalır.
Renkli, derin ve yaratıcı bir heyecan yaratacak gazetelere, yazılı-görsel-işitsel ürünler üzerinde yükselecek haber sitelerine, gerek çevrimiçi gerekse süreli-basılı yayınlara ihtiyaç var. O hedefe uyumlu bir içerik üretilmediği için, içerikte ve sunumda (sayfa düzeni, illüstrasyon vs.) güdük kalındığı için beceremiyorlar. Türkiye’de piyasaya çıkmış haberleri buradaki yayınlara serpiştirmenin sonuç alacağını sanıyorlarsa, daha çok yanılırlar.
– Basının eski gücüne kavuşması için hangi yanlışlardan dönülmesi gerekiyor? Neler yapılmalı?
OSMAN ÇUTSAY – Türkçe basın eski gücüne kavuşamayacak. Zamanında yapması gerekenleri yapmadı. Gerici olduğu için yapamadı diyelim. Ölümü hak etti. Ben bunda üzülecek bir yan göremiyorum. Fakat şunu biliyoruz ki, solcu geçinenler de hiçbir şey yapmadı. Şu anda web sayfası da olan haftalık bir haber dergisi/gazetesi olamaz mıydı? Hayır, olamaz. Olamıyor. Oldurmuyorlar. Bu muhalifler oldurmuyor ama, yerleşik efendiler değil. Korkunç bir resim veriyorlar. Gerekirse anlatırım ileride, başka yerlerde.
Almanya Avrupası’ndaki Türkçe “ana akım” medya kendi zamanını yaşadı ve olay bitti. Ama vitrinde tutulacaklar. Mevcutlardan herhangi bir yaratıcılık beklemiyorum. Zaten iki-üç isimden fazlasını çıkaramadılar on yıllardır. Onlar da hemen sütre gerisine geçtiler. Bu sahnede işe yarar bir şey aramak abesle iştigaldir. Yeni hayatın yeni medyasını yaratmak gerek. Düzelterek söyleyeyim: Hayatı ortakçı bir biçimde planlı, eşitlikçi ve özgürleştirici bir anlayışla yeniden düzenlemek isteyenler çok yeni/aşkın bazı adımlar atmak zorundalar medya alanında. Ben, kendi payıma, bu doğrultudaki her adıma destek vermeye çalışırım. Garantici değiliz, başarısız da olsa bir şeyler yapmaya çalışan genç insanlara destek vermenin bir yolunu buluruz.
“Yeni bir hayatın acemileri”, çok olgun, deneyimli ürünler çıkarmayı göze almalı.
Zor yıllardayız artık. Kaotik zamanlara mahkûm edilmişiz. Her türlü sürprize açık zamanlar bunlar.
Türkçe başlı başına bir muharebe alanı ve bu dilden ekmek yemiş olanlara bırakılamayacak kadar aydın işi. Buna talip olmamız gerekiyor. Türkçe üzerinden yapılacak çok iş var.