Saray’a şiddetsiz yürüyüş mü? Halkın bu düzene rıza gösterdiği söylenemez, ama…
									Türkiye’de insanlar iktidarın marifeti bir cenderede, geleceğini mi kurtarmaya çalışıyor, yoksa kaderine küsmüş, öylece bekliyor mu? Artık Yugoslavya değil, Suriye gibi bir sona yürüdüğü ileri sürülen Türkiye’de, kriz derinleşirken, öyle bir sonu engellemek için neler yapılabilir? Bu sorulara yanıt arayanların sayısı artıyor. Örneğin genç kuşak aktivistlerden Muhammed Aybars Akdoğan’a göre, krizin bu boyutları almasına rağmen sahnede etkili bir muhalefetin yer almaması, bir güven sorunundan kaynaklanıyor.
“16 Nisan 2017’de hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri ile anayasanın ve iktidarın meşruluğunu tamamen yitirmesi sonrasında tohumları atılmış olan Kurucu İrade Hareketi, iktidarın genel grev, boykot, sivil itaatsizlik gibi şiddet içermeyen kitlesel ve sürekli eylemlerle iktidardan uzaklaştırılması ve halkımızın kurucu bir meclis eliyle hakça bir düzen kurması için çalışmaktadır” diyen Akdoğan’a göre, genç kuşağın iktidarla olduğu kadar bu gerçekleri görmek istemeyen muhalefetle de mücadele etmesi gerekiyor. Muhammed Aybars Akdoğan, sorularımızı yanıtladı.
– AKP Türkiyesi, artık AKP devletinin elinde sürükleniyor. Büyük bir yoksullaşma var, ama bu arada GSYİH’nın 1 trilyon 300 milyar doları aştığı da biliniyor. Böyle bir acımasız ortamda düzen içi muhaliflerin alternatif bir acil program hazırlamaktan adeta kaçındığını gözlüyoruz. Toplum ise ısrarla sessiz. Bu toplum, sizce, bu cendereye neden rıza gösteriyor?
MUHAMMED AYBARS AKDOĞAN – Gerek iktidar gerekse muhalefet tarafından seçimin tek seçenek olduğunun empoze edildiği AKP-CHP Türkiye’sinde seçim dışında bir alternatif düşünmesine izin verilmeyen ve anketlerle manipüle edilen halk, çareyi seçimden seçime sandığa gitmekte ve AKP ile CHP arasında seçim yapmakta görüyor.
Cendereden kastınız AKP ve düzen içi muhalefet cenderesiyse halkın bu cendereye rıza göstermesinin başlıca sebebi anket manipülasyonu ve medya araçlarının AKP ve CHP’nin elinde olması. Bu iki araçla sisteme rıza üretiliyor.
Tabii halkın büyük bir çoğunluğunun mevcut düzenden zarar gördüğünü düşündüğümüzde AKP’nin sandığa gömülmesi gerekirdi. Fakat “açıklanan” seçim sonuçlarında öyle olmadığını görüyoruz. Açıklanan seçim sonuçlarının gerçeği yansıttığını düşünerek akıl yürüttüğümüzde, bunda çeşitli faktörlerin etkisinden söz edilebilir. Bizce bunlardan bir tanesi muhalefetin iktidar seçmenine güven vermiyor olmasıdır. Öyle ki, kendi seçmenine bile güven vermeyen bir ana muhalefet var. Bugün ana muhalefet partisinin eski liderinin iktidar için çalışmış olduğu ve çalışmaya devam ettiği konuşuluyor. Dün üçüncü kez aday olmasına ses çıkarmazken bugün de erken seçim talebiyle Tayyip Erdoğan’a adaylık işaret eden bir ana muhalefet var.
UYUŞTURUCULAR ÇOK ETKİLİ
Toplumun çeşitli uyuşturucularla uyutulduğu da diğer bir gerçek. Toplum devamlı olarak içine sürüklendiği genel seçim, anayasa değişikliği, çözüm süreci, yerel seçim, CHP Kurultayı döngüleriyle, uyuşturucuyla, diziler, evlilik programları, futbol, bahis, sosyal medya vb. ile uyuşturuluyor.
Bir de geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısı var ki, harekete geçmesi beklenen insanları felç ediyor. Herkes kendisinin veya yakınlarının işinden, özgürlüğünden ve hatta hayatından endişe ediyor. Takdir edersiniz ki, böyle bir rejime karşı harekete geçmek cesaret gerektiriyor. 19 Mart gibi korku zincirlerinin kırıldığı anlarda da halkın bu sisteme rızasının olmadığını açıkça görebiliyoruz aslında.
Şu gerçeği de göz ardı edemeyiz: RTÜK, İletişim Başkanlığı gibi yapılarla halkın gerçeğe ulaşması engelleniyor. İktidar yanlısı medya organlarının muhalif medya organlarına oranı ortada. Büyük bir propaganda aygıtı ile beyni yıkanan bir halk var.
Çoğunluğun seçimlere bel bağladığını düşünecek ve yerel seçim sonuçlarına bakacak olursak da halkın bu cendereye rıza gösterdiğini söylemek çok doğru olmaz aslında. 16 Nisan 2017 referandumu ve sonrasındaki seçim sonuçlarını değerlendirdiğimizde halkın rızasının olmadığını görebiliriz. Devletin bütün imkânlarının AKP için kullanıldığı, adil olmayan propaganda şartlarının var olduğu, her türlü baskı ve hilenin yapıldığı seçim sonuçları ortada.
Sonuç olarak, halkın bu düzene rızasının olduğunu söyleyemeyiz. Bugün halkın rızası olmasa da iktidarda kalma iradesini ortaya koyan zorba bir iktidarla ve bu düzene rıza üretmek için meydan meydan dolaşan bir ana muhalefetle karşı karşıya olsak da, 19 Mart’ta korku zincirlerini kırarak sokaklarda “Miting değil, eylem isteriz!” diye bağıran bir halk var.
SADECE İKTİDARLA DEĞİL, MUHALEFETLE DE MÜCADELE
– Açlık sınırının altında yaşamaya çalışan büyük bir halk kesimi var. Büyük ama hareketsiz bir topluluk bu. Bu hareketsizliği nasıl tanımlamalı? Bir duyarsızlık mı bu ve ne zaman biter?
MUHAMMED AYBARS AKDOĞAN – Duyarsızlık diyemeyiz fakat insanlar harekete geçtiklerinde yanlarında kimseyi bulamayacaklarından korkuyorlar. Saray yürüyüşünden CHP yönetimini ve milletvekillerini, birçok siyasi örgütü, sendika ve dernek başkanını, basın kuruluşunu, aydını haberdar etmiş veya edecek olsak da yürüyüşü planlarken bizim de düşündüğümüz bir ihtimal yalnız kalmak. Hem de ana muhalefet partisi milletvekili Cemal Enginyurt’un televizyonlarda “1 milyon kişiyle saraya yürümeliyiz,” diye bağırdığı, liderininse “Eğer ki çok kafamızı bozarsanız dağılmamak üzere toplanırız,” sözlerini sarf ettiği bir ortamda. Bunda en büyük etken, ilkelerinden birisi devrimcilik olan partinin liderinin yukarıdaki sözlerine rağmen halk devrimini sivil darbe olarak tanımlıyor olması ve biz, yukarıdaki sözlerine rağmen yanımızda olmayacaklarını düşünüyoruz. Farkında olsa da olmasa da sadece iktidarla değil, muhalefetle de mücadele etmek durumunda olduğu bir durumda halk aslında.
Halkın duyarsızlığı sorusuna dönecek olursam, 19 Mart Halk Hareketi’ne baktığımızda halkı duyarsız olarak tanımlamanın doğru olmadığını görebiliriz. Ülkenin her yerinde sokaklardaydı insanlar ve “Ekrem İmamoğlu için değil, haklarımız için buradayız,” diyorlardı. Bu bir duyarlılık göstergesidir.
Ancak insanlar duyarlı olsa da kendilerini çaresiz hissediyorlar. Onları savunan bir hukuk sistemi, güven veren, doğru liderlik sergileyen siyasi oluşumlar yok. CHP’nin bir halk hareketini sönümlendirerek parti mitinglerine dönüştürdüğünü, üstelik bunu “Miting değil, eylem yapıyoruz,” söylemiyle yaptığını hep birlikte gördük, görüyoruz.
Hareketsizlik, ancak halkla doğru liderlik birleştiğinde biter ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’nde ve 19 Mart sonrasında gördüğümüz gibi doğru liderlikle buluşmayan hiçbir hareket halk için bir fayda doğurmaz. Biz, bu ikisini buluşturmak niyetiyle hareket ediyoruz.
– Şöyle bir soruya geldik, dayandık o halde: Sokağın hareketlenmesi tek çare mi? Sokaklar hareketlendiğinde bir program ihtiyacı da ortaya çıkmayacak mıdır? Sokak kendi başına bir program anlamına gelmiyor, malum. Ama Saray’a yürüyüş elbette düşünülebilir… Ne diyorsunuz?
MUHAMMED AYBARS AKDOĞAN – 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 16’ıncı maddesi “Hakların güvence altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur,” der.
16 Nisan 2017 tarihinde OHAL şartları altında ve mühürsüz oyların geçerli sayıldığı hileli bir halk oylamasıyla anayasal düzen ortadan kaldırıldı ve kuvvetler birliğine dayalı bir düzen kuruldu Türkiye’de. Bugün Türkiye’de hakların güvence altında olduğunu hangi dürüst insan iddia edebilir?
Bugün anayasal hukuk devletini ortadan kaldırarak halkın egemenliğini gasp etmiş bir iktidar var. Bu şartlar altında biz, halkın direnme hakkını kullanmasından başka bir çare görmüyoruz.
“CHP, SİNE-İ MİLLETE DÖNMELİDİR!”
Halk hareketinin programa ihtiyacı olup olmayacağına gelince; halkın direnme hakkını kullanmasına ve devrime liderlik edecek demokratik bir yapı bu ihtiyacı karşılayacaktır. Dürüstlüğü, çalmamayı, açgözlü olmamayı, başkalarına zarar vermemeyi, gerçeğin yanında olmayı kural edinmiş kişilerden oluşacak böyle bir yapının doğal olarak varacağı yer, tam bağımsız ve adaletli bir düzen olacaktır. Bu kişilere bir “bir araya gelme çağrısı” olsun bu da.
Dikkat ederseniz ideolojik bir çizgi çizmedim. İdeolojik çizgiler çizip yukarıda saydığım kurallara sahip olmayan kişiler nedeniyle bu durumdayız çünkü.
– Ortada Dr. Fatih Yaşlı’nın aylardır anlatmaya çalıştığı bir sorun var: Türkiye sandığın ve anayasanın ortada durduğu, ama işlevsizleştiği ve AKP devletinin göstermelik bir aparatı halini aldığı zamanlardan geçiyor. “Postmodern bir Abdülhamid devri” de diyebiliriz. Bir uyuşturucu aslında bu. Sandık, parlamento vs. inandırıcılığını yitirir mi? Sizin gözlemleriniz nedir?
MUHAMMED AYBARS AKDOĞAN – Sandık ve parlamento inandırıcılığını zaten yitirmiş durumda fakat ana muhalefet partisi, düzen içinde üstlenmiş olduğu halkı seçimlere hazırlama görevini layıkıyla yerine getirmeye devam ediyor. Bu konuda Özgür Özel, çok iyi bir performans göstererek, sahip olduğu örgütsel gücün ve medya gücünün de etkisiyle kitleleri peşinden sürüklüyor maalesef.
Fatih Hoca’nın söylediklerini biz 16 Nisan 2017 tarihinden bu yana söylüyoruz. Aslında anayasanın ortada durduğunu söylemek de çok doğru değil. Doğru tespit, 16 Nisan 2017 tarihinde anayasal düzenin hukuk dışı bir darbeyle ortadan kaldırılmış olduğudur. 16 Nisan 2017’de yürürlüğe sokulan anayasa hükümleri hukuken yok hükmündedir. Bununla ilgili yaptığımız ve kamuoyuyla paylaştığımız ayrıntılı hukuki çalışmayı 2024 yılının aralık ayında sine-i millete dönmesi talebiyle Özgür Özel’e de gönderdik.
CHP sine-i millete dönmelidir, çünkü bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkilerini meşru bir anayasadan almamaktadır. Hukuki meşruiyetten yoksun olan TBMM, halkın haklarını çiğneyen bir yapıya dönüşerek ahlaki meşruiyetini de yitirmiştir. TBMM’nin tek işlevi ülkede demokrasi ve hukuk varmış algısı yaratmaktır.
– Saray’a belli taleplerle yürüyen milyonlarca insan… Böyle bir Türkiye mümkün mü? Bu, artık tek yol mu?
MUHAMMED AYBARS AKDOĞAN – Ernesto Che Guevara’nın “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!” cümlesini hatırlattı bu soru. Hayır, mümkün değil. Ve biz imkânsızı istiyoruz. Çünkü ülkemizin içinde bulunduğu ve yukarıda tespit ettiğimiz gerçekler tek yolun bu olduğunu gösteriyor.
__________
MUHAMMED AYBARS AKDOĞAN KİMDİR?
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Muhammed Aybars Akdoğan, kendi sözleriyle, “avukatlık yaptığı süre boyunca karşılaştığı hukuksuzlukların siyaset kurumundan kaynaklandığını görerek avukatlık mesleğini 2016 yılında bıraktı” ve siyasete yöneldi.
Ana muhalefet partisi CHP’nin mühürsüz oyların geçerli sayıldığı 16 Nisan 2017 tarihli halkoylaması sonrasındaki tutumu nedeniyle değişimin CHP yönetiminden başlaması gerektiğini görerek bu yönde çalışmalara başladı. Akdoğan, cumhuriyetin yıkılmış olduğu ve kurucu bir irade ile hakça bir düzenin kurulmasının gerekli olduğu mevcut şartlar altında “Kurucu İrade Hareketi”ni (https://www.kurucuirade.org/) kurma gereği duyduğunun altını çiziyor.
SORULAR: OSMAN ÇUTSAY