November 1, 2025

Tekin Yayın Dağıtım San.Tic.Ltd.Şti

Mimar Sinan Mah. Atlas Çıkmazı Sk. No:7 Üsküdar/İstanbul

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Elif Akkaya

Telefon

0216 323 20 20

E-mail

info@tekinyayinevi.com.tr

Website

Tekin Yayınevi

Teknik Sorumlu

Tetris Teknoloji

Almanya’da bir kongre ve bir kitap: Toplumun militarizasyonunda aydın itirazları

Almanya’da bir kongre ve bir kitap: Toplumun militarizasyonunda aydın itirazları

İLHAN AYER

Federal Almanya’da birçok aydın, yazar, savaş karşıtı, barış elçisi, siyaset bilimci, felsefeci, sosyolog, pedagog, gazeteci, psikanalist, Ortadoğu uzmanı, psikolog, iletişim bilimci, tarihçi, matematikçi Alman kamuoyunda, sağ ve sol partili politikacıların yaptıkları savaş çığırtkanlığına karşı, “Federal Almanya ve Avrupa topraklarında savaşı nasıl engelleyebiliriz, neler yapabiliriz, neler yapmak zorundayız?”  gibi sorulara yanıtlar aramak üzere, Yeni Psikoloji Topluluğu’nun düzenlediği bir kongrede bir araya geldiler. Nisan 2025’te de o kongrede sunulan bildiriler “Militarisierung der Gesellschaft” (Toplumun Militaristleştirilmesi) adı altında kitaplaştırıldı.

Konuşmacılar kongreye neden çağrıldılar? Amaçları, savaşın gelişimini anlamak, savaş hazırlıklarının sosyal, politik, psikolojik yan etkilerini, tutarlılıklarını analiz etmek, kamuoyunu aydınlatmaktı. Kongre katılımcıları, yeni bir barış hareketinin, kamuoyunda konuşulan savaş dedikodularının, gelişmeleri durdurup durduramayacağı üzerine zihin egzersizleri yaptılar. Ana akım medyanın savaş konusundaki tavırlarını, yasaklara rağmen tartışmaya açtılar.

Peki, Alman aydınlar, savaş öncesini enine boyuna analiz ederken, neleri sorguladılar? Soğuk Savaş gerçekten bitti mi? Varşova Paktı çoktan tarihe karıştı, buna rağmen NATO neden hâlâ varlığını sürdüyor?

Aydınlar tek ses olarak, düşünce çoğulluğuyla sorular sordular, yanıtlarını aradılar. Militarist tartışmaları yakından izlediler, politikadaki gerçeklikler karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Şaşırılmayacak gibi de değil: SPD’li Savunma Bakanı Boris Pistorius’un söz verdiği, Federal Almanya’nın yeniden Ukrayna’ya 11 milyar avroluk silah gönderecek olması, akıllara durgunluk verecek türden.

Aydın sorumluluğuyla, kongre aracılığıyla sundukları bildirilerde, savaş ve barış olgusunu, militarist ekonomi kaygılarıyla, görüşlerinin ortak yönlerini, farklılıklarını da görmüş olduk. Değişik bilimsel disiplinlerden ve mesleklerden gelen yazarlar, bu eser aracılığıyla okuyucularına değişik perspektifler kazandırmış oldular.

Aydınlar sanki tek bir ağızdan ortak bir kabulde buluşmuşlar: Savaşlar, güç ve kâr çıkarlarının egemen olduğu, sürekli olarak şiddet uygulanan bir dünya sisteminden kaynaklanmaktadır. Savaş planlanıyor, öncüleri ise Avrupa’da oturuyor!

RİVAYET MUHTELİF, AMA…

Kabare sanatçısı Arnulf Rating’e göre sorunlar çok boyutlu. İklim krizleri, seller, kuraklıklar ve sonuçları: 24 milyon Afrikalı, kuraklık nedeniyle açlık tehdidiyle karşı karşıyadır. Sorunun en büyüğü de, bütün bu temel tehditlere karşı paranın silah sanayisine yatırılmasıdır.

Arnulf Rating’in savaş ekonomisi için iğneleyici sözleri gerçekten de düşündürücü:  Savaş bir işletme modelidir, bu modelle zengin  daha zengin, fakirler daha da fakir yapılır. Savaş ekonomisi, saf kazanç, kemiksiz “kâr”dır. Ancak Rating, savaş ekonomisinin içine savaş karşıtlarını, çevre dostlarını da koyuyor: “Bizler Ukrayna’daki değerli madenler için Trump kadar istekliyiz, çünkü o madenler elektrikli otomobiller için çevre dostudur.”

Arnulf Rating, kitaptaki yazısında da, toplumsal hafızayı kastederek, Almanların hiçbir zaman Rusya tarafından bir saldırı gelmediğini unutmaya meyilli olduğunu hatırlatıyor. Tarihte ilk saldırının her zaman Almanya tarafından geldiğini, günümüzde Rusya’nın Avrupa’ya ve Federal Almanya’ya saldıracak diye bir bardak suda fırtına koparıldığını kaydeden Rating, Rusya’nın her zaman başdüşman ilan edildiğini, tehlikenin ise esasında Doğu’dan değil, Batı’dan geldiğini kamuoyu ile paylaşıyor.

Rating’e göre Biden’ın en büyük endişesi, Trump’la beraber yeni bir oligarşinin doğacak olmasıdır. Trump, İsrail’e milyarlarca dolar para gönderiyor. Bir emlak uzmanı, eğer politikaya atılırsa neler olur? Gazze şeridinde bir yıkım projesi ilerler, Trump kuleleriyle, şık otellerle çekici sahil bölgeleri oluşturulur. Trump, emlak zaafı olan bir başkandır.

Dünyanın en zengin işadamlarından biri olan Elon Musk, Amerikan başkanlığı seçimlerinde Trump’a değişik kaynaklara göre 130 ile 200 milyon dolar arasında değişen miktarı, seçim için hibe etti. Seçimlerde Trump’ı destekledi. Amerikan başkanlık seçimleri sona erdiğinde, Musk’ın şirketleri borsada çoktan 21 milyar dolarlık kazanç sağlamıştı bile. Musk’ın, Federal Almanya’da, kamuoyunda AfD’yi destekleyen görüşleri de yankı buldu. Elon Musk, Alman politikasını karıştıran ilk milyarder değildir. Yüz yıl öncesinden, Henry Ford’dan hiçbir farkı yoktur!

SAVAŞA HAZIRLANAN ALMANYA

Savaş, savaş ekonomisi, Rusya, Ukrayna, tartışmalarının yanı sıra Alman kamuoyunda zorunlu askerlik tartışmaları da başladı. Federal Almanya’da haftalık yayımlanan Stern dergisinin yaptığı bir ankete göre Almanların yüzde 17’si Federal Almanya için savaşmaya hazır. Yüzde 60 ise savaşmaya karşı. Federal Almanya büyük bir sorunla karşı karşıya. Bir yandan SPD’li Savunma Bakanı Boris Pistorius savaş hazırlığına soyunurken, diğer yanda da Federal Almanya’da hızla yaşlanan bir nüfus var: Şişman gençler, çoğunluğu konforuna düşkün bir halk ise ise cabası!

Barış hareketi aktivisti, eğitimbilimci Laura von Wimmersperg: “Sadece, ana noktalar halinde ve eksik olarak, hepimizin bildiği, yüzlerce kez söylediğimiz, vazgeçmememiz gerekenleri, dinlenene kadar söylemeye devam edeceğimiz noktaları,” 10 maddede sıralayarak zihinleri tazeliyor:

– Toplumda aydınlanmayı amaç edinmek.

– Federal Almanya’da Rusya’nın iç bölgelerine kadar ulaşabilecek orta menzilli füzeler bulundurmamak.

– Putin’i şeytanlaştırmayı bırakmak. Rusya karşıtı propagandayı durdurmak.

– Kendi güvenliğini, başka ülkelerin güvenliğini zedelemeyecek şekilde geliştirmek.

– Silahsızlanma müzakereleri.

– Fikir özgürlüğünü kısıtlamamak gerekir. Demokrasi, özgür tartışma ortamı demektir.

– Tarih yazımının belgelere, gerçekliğe dayanması gerekir.

– Silahlanma ve tehdit yerine diplomasi.

– Savaş tehlikesi ne Rusya’dan ne de Çin’den gelmektedir.

– Savaşın planlayıcıları ve destekleyicileri Avrupa’da yerleşiktir.

Siyaset bilimci ve psikolog Benjamin Lemke de militarizmi incelerken, yakın tarihten ve Rosa Luxemburg’tan söz açıyor. Rosa Luxemburg, Lemke’ye göre, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden bir süre önce, militarizmin sermaye tarihindeki yerini incelemiştir. Siyasi şiddet olarak anlaşılan militarizm, ekonomik sürecin bir aracıdır. İlk olarak militarizm, tüm tarihsel aşamalarında sermaye birikimine eşlik eder: İlkin, Yeni Dünya’da, Hindistan’da toprakların ele geçirilmesinde, sonrasında modern sömürgelerin fethinde, son olarak, kapitalist ülkelerin, kapitalist olmayan kültürlerin toprakları için rekabette. İkinci olarak, militarizm aynı zamanda, artı değerin gerçekleştirilmesi için ekonomik bir alan, bir birikim alanıdır. Günümüzde de, Volkswagen ve Rheinmetall’in savaş ekonomisine katılışlarını, militarist işbirliğini açıkça ayırt edebiliyoruz. Lemke’ye göre, sınıf mücadelesi ile savaş birbiriyle ilişkilidir. Sınıflardan söz etmeyen, savaştan da söz etmez, bunun tersi de geçerlidir.

EMPERYALİZMLER VE SAVAŞ

Emperyalizm, emperyalist ülkeler arasındaki sürekli savaşlar anlamına gelmiyor. Nüfuz ve kâr alanları için verilen ekonomik mücadele, savaşın habercisidir,  tanksız, füzesiz bir savaştır. Fakat hedeflere barışçıl yolla ulaşılabildiği sürece emperyalistler için savaş yoktur, çünkü savaş sermayenin değerlenmesi için her zaman bir risktir. Bu nedenle emperyalistler, azami kâr hedeflerine rakipsiz ulaştıkları sürece, geçici olarak barışçıl olabilirler.

Gazeteci-felsefeci Werner Rügemer de, militarizm ve ekonomi ilişkisini Birinci Dünya Savaşı öncesine götürüyor. Rügemer’e göre, Avrupa’nın ilk faşist diktatörü Mussolini, İtalya’da grev yapan işçileri kanlı bir şekilde  bastırarak diplomatik bir tanınma almıştı.

İspanya’da, İtalya’da olduğu gibi tarafsızlık yasalarının çiğnenmesiyle, Wall Street ve ABD şirketleri cumhuriyete karşı darbeyi faşist Franco’yu desteklemişlerdi. ABD’liler İspanya’ya kanlı rejim için askeri malzeler, benzin, petrol, silah yardımı yapmıştır. ABD’de, İspanyol Cumhuriyetini destekleyenler cezalandırıldı. Roosevelt hükümeti, Nazi Almanyası ve Vatikan’la birlikte ilk kez, darbenin zaferinden sonra,  İspanyol rejimini diplomatik olarak tanımışlardı. ABD şirketleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında, askeri açıdan tarafsız kalan İspanya üzerinden Nazi Almanyası’na tedarik sağlamıştır.

Mussolini, ABD’den altyapı ve inşaat işleri için krediler temin etti. Wall Street İtalya’da Fiat’ın, Pirelli’nin Montecatini’nin (kimya) hisselerini satın almıştır. Ford, İtalya’da otomobil fabrikası kurmuştur.

ABD’li dev şirketler, Etiyopya savaşında, ABD hükümetiyle karşı karşıya geldiler. Şöyle ki: ABD Başkanı Roosevelt yönetiminde kongrede tarafsızlık yasaları kabu edilmişti. Buna rağmen, ABD’li şirketler, petrol holdingleri, 1935-1941 yılları arasında Etiyopya’da devam eden savaşa kimyasal gaz, yangın bombaları, silah, otomobil sevkiyatı yapmışlardır. Kültür bakanı ve biyografi yazarı Margherita Sarfatti, haftalar süren bir ABD  turuna  çıktı ve ABD Başkanı Roosevelt tarafından Beyaz Saray’da kabul edildi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra şirketleri yükselişe geçen Henry Ford, Avrupa’da yatırımlar yaptı. 1919 yılında Ford İrlanda, Danimarka, İspanya, Fransa kurulurken, 1922 yılında Ford İtalya, 1924 yılında Ford Hollanda ve İsveç, 1925 yılında Almanya’daki ilk, 1930 1930’da da ikinci yatırım yapıldı.

1923 yılından beri uluslarası alanda önde gelen antisemit ve sendika düşmanı Henry Ford, sendika düşmanı Adolf Hitler’e doğum günü için yıllık 50.000 dolar göndermiştir. Ford’un şirketleri, dolaylı yollardan da olsa, Nazi Almanyası ile dirsek temasına girmiştir.

Hollywood şirketi “20 th Century Fox”, 1930’lu yıllarda, çoktan Nazilerle işbirliği içinde, reklam filmleri üretiyordu. Reklam filmleri için “Önder” (Der Führer), “Hitler’in Almanya İçin Savaşı” gibi başlıklar kullanılıyordu. Hollywood filmleri en iyi propaganda araçlarıydı, çünkü propaganda filmleri oldukları hiç fark edilmiyordu. Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, rejisörlerini ve Leni Riefenstahl’i öğrenim için Hollywood’a gönderdi. Nazi Almanyası, Hollywood filmlerinin en iyi alıcısı oldu.

HOLLYWOOD VE NAZİ ALMANYASI

ABD şirketleri, Hitler’e ABD Başkanı Roosevelt’ten daha da yakındı. Hitler’in 1935 yılında itibaren silahlanmasıyla birlikte, Ford, GM, Chrysler  Batı Avrupa ve Almanya’daki üretim merkezlerinde Alman ordusu (Wehrmacht) için askeri araçlar ürettiler. Ford, 1944 yılında en büyük üretimi yapan firma oldu. Pralt and Withray ve Boing roketler ve savaş uçakları için üretimler (Antrieb) yapmıştı. ITT, savaş uçağı üreticisi Fock-Wulf’un hissedarı olmuştu.

Rügemer, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında ABD ve Almanya arasında militarist ticari ilişkileri anlatırken, 1990’lı yıllardan itibaren ABD finans dünyasının F. Almanya ve Avrupa ülkelerine yaptığı müdahaleleri de bir aydın göreviyle okuyucularına aktarmıştır. Özellikle Rheinmetall’in Ukrayna’daki militarist iş kabiliyetleri Rügemer’in gözünden kaçmamıştır. Werner Rügemer’in bütün bu olan bitenlerden, savaşmamak için  bir dünya dengesinin kurulması gerekliliğini, aşağıdaki tümcelerinden anlıyoruz:

“Yeni İpek Yolu, ABD’nin uyguladığı politikadan farklı olarak, küresel askeri üsler ve ABD liderliğindeki Dünya Bankası gibi kurumlar olmadan da işleyebilmektedir. Bu, Çin’in de organizatörleri arasında yer aldığı çok kutuplu dünya düzeninin kıtasal formatlarını desteklemektedir – BRICS, SCO (Asya), FOCAC (Afrika), CE LAC (Latin Amerika ve Karayipler), EEF (Doğu Asya) ve bunlara çeşitli şekillerde katılan yüzden fazla ülke. Sadece devletler değil, ilgili sivil toplum örgütleri, girişimler ve medya da, şimdiye kadar olduğundan çok daha fazla ve daha yoğun bir şekilde uluslararasılaşmalı ve güçlenmelidir.”

Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde İletişim Bilimleri’nde Profesör  Michael Meyen, 2008 yılından beri Federal Almanya’da medya sektöründe yapılan yasal düzenlemelere, hükümetler, yasaları kendilerine yonttukları için, eleştirel bir gözle bakıyor. Meyen, medya ile ilgili olarak, en son söylenecek sözleri başa alıyor: “Dördüncü güç, objektiflik, bağımsızlık gibi lafları unutun!” Meyen, sorularına devam ediyor: “Gazeteciler, bizden para alırken, bize vaat ettikleri şeyler olan, doğru habercilik ve fikir çeşitliliğini neden sunmuyorlar?”

Editörler ne kadar özgür? Ana akım medya gerçekte nedir? Gazeteciler, hegemonyanın sözcüleri midirler? Enflasyon, savaş, sürekli panik hali: Habercilik öyle hale geldi ki,  kimse, yayımlanan-yayımlanmayan haberlerde hükümetin parmağı olduğunu düşünemez oldu! Meyen, hareket noktasını açıkça belirtiyor: “Her hükümet gibi, Alman hükümeti de, kamuoyunda kendilerinin ve gerçeklik üzerine söylenenleri yönetmek ve kontrol etmek istiyor.” Güç, gerçekliği kendi yorumuyla, kamuoyuna kabul ettirebilenindir. Horst Pöttker’e göre kamuoyu oluşturmak “toplumsal görev” dir. Anlaşmanın alanı kamusal alandır. Prensip olarak, hiçbir sosyal grup, birey, nesne,  konu, hiçbir sorun kamusal alandan dışlanamaz. Stegemann’ın katkılarıyla: “Karmaşık, farklılaşmış toplumlarda kamuoyu, “herkesi ilgilendiren konuların müzakere edilebileceği , son ortak yerdir.” Burada, “kararlar alınmaz”, ancak kamuoyunda hazırlık ve görünürlük olmadan kabul ve “kolektif geçerlilik” olanaklı değildir.

AYNI MADALYONUN İKİ YÜZÜ

Michael Meyen’e göre, propaganda ve sansür aynı madalyonun iki yüzüdür. “Kim, kendi bakış açısını karşı tarafa kabul ettirmek istiyorsa, rekabet etmek ve olabildiğince karşı tarafı etkisiz bırakmak zorundadır.” Sansür, ekonomik çıkarları, siyasi gücü ve kültürel hegemonyayı dayatmak için kullanılan bir iktidar aracıdır.

Federal Almanya’nın en önemli medya kuruluşları, uzun zamandır holding büyüklüğüne ulaşmış, Sheldon Wolin’in “ters totalitarizm” olarak tanımladığı “şirketler ve devlet arasındaki koalisyon”un bir parçası haline gelmiştir. Federal Almanya’nın basın-yayın organları, tekeller ve birkaç büyük aile şirketinin elindedir. ARD ve ZDF,

yıllık yaklaşık 9 milyar avroluk gelirleriyle dünyanın en büyük medya kuruluşları arasındadırlar. Bu kuruluşlar, şirketler gibi hareket etmek zorundadır, her açıdan da siyaset ve devletle yakından bağlantılıdırlar.

Etnoloji, İslam Bilimleri, siyaset, tarih öğrenimi gören, uzun yıllardan beri Alman basınında Ortadoğu üzerine yazılar yazan gazeteci Karin Leukefeld İsrail-Filistin savaşının daha dün başlamadığını, en az 100 yıldır bu savaşın sürdüğünü vurguluyor. Hiç kimse savaşı durduramıyor. İlginç olan, bugünün savaş çığırtkanları, 1980’li yılların barış hareketini savunanlardan, gazetecilerden çıkıyor. Bu savaşseverler, sadece Rusya’ya karşı değil, savaş ve savaş çığırtkanlıklarına karşı sokaklara dökülenlere karşı da kışkırtıcılık yapıyorlar.

Leukefeld’de göre Filistin üzerine konuşmak, yerleşimci sömürgecilik hakkında konuşmak demektir. Leukefeld, Beyrut’ta bir “Determined to Stay” (Kalmakta Kararlı) başlıklı bir kitap satın aldığını belirterek, kitabın önsözünde yazılan bir tümceyi aktarıyor: “Filistin ve Turtle Island’ı aynı nefeste konuşmalıyız.” Turtle Island Kuzey Amerika’da bir bölge adıdır ve yerli Kızılderililer tarafından kullanılan bir addır. Önsözün yazarı, Kuzey Amerika yerli halkının direniş örgütü Red Nation’un kurucularından biri olan Nick Estes’tir. Estes, 2019 yılında bir heyetle İsrail’e gitmiş ve İsrail ile ABD arasındaki paralellikleri hemen fark etmişti. Filistin topraklarının İsrailliler tarafından ele geçirilirken kullanılan şiddet, saldırganlık ve hızlı hareket etme özellikleri Estes’i şoka uğratmıştır. Bu yasasızlık, ABD tarihiyle benzerdir, İsrail yasaları meşrulaştırır, mahkemeleri de onaylar. Estes, İsrail ve ABD’nin toprak politikalarının benzer mantığa dayandığını belirtir. Estes, Filistinlilerin binlerce yıldır bu topraklarda tarım yaptıklarını, ancak İsrailli yöneticilerin 1000 yıllık zeytin ağaçlarını kökünden söktüklerini, benzer durumun da ABD’de yaşandığını, yerli kültürlerin çiftçilik hayatlarının tahrip edildiğinin altını çizmiştir. Bu nedenlerden dolayı, İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü savaşa karşı uluslarası muhalefenin, tarihlerinde işgal, apartheid, baskı, sürgün, yıkım yaşamış ülkelerden gelmesi şaşırtıcı değil.

Gazeteci Leukefeld’in en büyük itirazı da Alman ana akım medyasına: “Federal Almanya’da neden bu kadar tek taraflı haberler yapılıyor ve konuşuluyor?” Federal Almanya meclisinde ve medyasında bu konuyla ilgili tartışmalar var mı? İsrail bir savunma savaşı yürütmüyor, İsrail ordusu Filistinlilerin topraklarını ele geçirmek için yıkım ve ölüm saçıyor. Leukefeld’in son sorusu da manidar: Gazze’den sonra ne olacak? Sorun, jeopolitik, güç ve kontrol. Sorun, savaş ve silahlarla kazanılabilecek çok büyük paralar. Sorun, Asya ile Avrupa arasındaki ticaret yollarının, Hürmüz, Babülmendep boğazlarının ve Süveyş kanalının kontrol edilme gerekliliğidir. Tabii ki, petrol, doğalgaz ve diğer değerli madenlerin varlığını unutmuyoruz! Doğu Akdeniz ile Basra Körfezi arasındaki bölge, çok kutuplu dünya düzeni mücadelesinde merkezi bir öneme sahiptir. Leukefeld, teröre karşı savaşın,  yeni savaşlar ve militarist aktörler ortaya çıkardığını, Ortadoğu’daki gazetecilik çalışmalarından edindiği tecrübelere göre anlatıyor:

“Lübnan’da teröre karşı savaş, buğday tarlalarını savaş alanına çevirmiştir. Fırat ve Dicle arasındaki topraklar harap edilmiştir. Terörü karşı savaş, milyonlarca insanın geçim kaynaklarını yok etmiş,  onları mülteci yapmıştır. Teröre karşı savaş, hükümetleri, şirketleri, medyayı, yardım kuruluşlarını, kültürü, eğitimi, adaleti manipüle etmiş, yozlaştırmış ve araçsallaştırmıştır.”

ZİHİN SİLME MEKANİZMALARI

Antisömürgeci kurtuluş ve barış hareketi aktivisti, politikacı Doris Pumphrey, iki kutuplu dünyadan, tek kutuplu dünyaya geçildiği yıllarda, Federal Alman kapitalist odakların, hiç vakit kaybetmeden Alman Demokratik Cumhuriyeti’ne (ADC) karşı yalan ve karalama kampanyalarına başvurduğunu; bu propagandalarla da, uzun vadede, “sosyalist  alternatif” düşüncesinin zihinlerden silinmek istendiğinin altını çiziyor. O zamanki PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) yönetimini, Federal Almanya’nın geçmişi ve karakteriyle hesaplaşmak yerine, onursuz özürler dilemiş, DAC ile arasında mesafe koymuştu. O yıllarda, Federal Almanya’da pek çok barış aktivisti, umutlarını PDS’e bağlamıştı. Ancak parti yönetimi, sol partilerin tanınma özelliklerinden olan antiemperyalizm ve antimilitarizmden giderek uzaklaşıyordu. Sonunda Gregor Gysi, ABD büyükelçisine, partisinin NATO’dan ayrılma talebini engelleyeceğini, bunun yerine NATO’nun feshi için hayali bir talepte bulunacağını öne sürdü. Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ve bir barış devleti olan ADC’nin yokluğu, Federal Almanya’da solun ve barış hareketinin zayıflamasına yol açtı. Sol koordinatlar, sağ-sol kavramları karışmaya başladı.

NATO öncülüğünde uluslararası hukuk çiğnenerek Yugoslavya’ya yapılan saldırılardan sonra, sözde “teröre karşı mücadele” bahanesiyle Afganistan, “insani müdahale” şiarıyla Irak, Libya ve Suriye’ye karşı rejim değişikliği operasyonları yapılarak Orta Doğu yeniden dizayn edilmeye çalışıldı. Pumphrey bu savaşlarla bize en acı olanı da hatırlatıyor: 1996 yılında, bir CBS muhabirinin, ABD’nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Madeleine Albright’a, Irak’a uygulanan yaptırımlar sonucundan yarım milyondan fazla çocuğun ölmesinin buna değip değmediği sorulduğunda, Albright “Evet, bu bedel, buna değer,” diye yanıt vermişti.

Ukrayna savaşına gelindiğinde, Federal Almanya’da, siyaset ve medya aktörleri tarafından bir “anti-Putin” dalgası ülkeyi sardı. Öyle ki, Federal Meclis’in özel oturumunda, birçok kişinin ölümünden sorumlu Nazi işbirlikçisi  Stepan Bandera hayranı, Ukrayna’nın Federal Almanya Büyükelçisi Andrij Melnyk onur konuğu olarak kabul edildi. İstisnalar hariç, meclisteki tüm siyasi gruplar ayağa kalktı ve onu uzun süre ayakta alkışlayarak selamladılar.

Pumphrey’e göre, Federal Almanya Ukrayna savaşını, kendi savaşı olarak propaganda etti, Putin zayıf olarak görüldü, şeytanlaştırıldı,  Kiev’in  düşeceği yalanı söylendi. Ancak her şey ters tepti. Ukrayna savaşına verilen destek, Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, Federal Almanya’da ekonomik  çöküntüye yol açtı. Ama nafile, Federal Almanya kararını vermiştir: Alman kamuoyu, Putin, Ukrayna’dan sonra Federal Almanya’ya saldıracak söylemleriyle uyutulmaktadır. Federal Almanya, en geç 2030 yılına kadar savaş kredileri ile milyonlarca avroluk silahlanma ve toplumun militaristleştirilmesiyle savaşa hazır hale gelmelidir.

SAVAŞA KARŞI BARIŞ HAREKETİ, FAKAT NASIL?

Savaş karşıtı aktivist, matematikçi ve psikolog Walter Schumacher, savaşların niçin ve hangi çıkarlar için, kimler tarafından çıkarıldığının izini sürüyor. Eleştirel psikologların görevi, kendi halklarını savaşa hazır hale getirmek ve düşmanı şeytanlaştırmak isteyenlerin, psikolojik hilelerini açığa çıkarmasıdır. Yeni bir barış hareketi, mevcut savaşın gelişimini durdurabilir mi? Savaşa karşı, barış için, iyi bir stratejiyi nasıl organize edebiliriz?

Schumacher’in yanıtı hazır: Federal Almanya’yı askeri açıdan tarafsız bir devlet haline getirmek için bir kampanya düzenlemek. Bu ulaşılabilir bir hedeftir ve bölünmüş  barış hareketine bir yön verebilir. Savaşlarda tarafımızı nasıl seçeceğiz? Barış hareketi, zayıf ülkelere karşı verilen emperyalist savaşlarda, zayıfın yanında ve suçlunun karşısında durmalıdır. Savaş failleri açıkça dile getirilmelidir. Schumacher, failler söz konusu olduğunda, son yıllardaki bütün savaşlarda, Batı’yı ve NATO’yu savunma ittifakları olarak değil, saldırgan birlikler olarak gördüğünü ifade ediyor. NATO faildir. Aynı zamanda, barış hareketinin bir parçası olarak Federal Almanya’da, NATO’ya üye olan bir ülke olarak aslanın ininde yaşıyoruz. Bu noktada, biz de savaş faili bir ulusa aitiz. Bunları belirten Schumacher, çözüm önerisinde, “NATO dışarı!” sloganının, barış hareketi için pek uygun olmadığını düşünüyor. Bunun yerine önerisi “Tarafsız Federal Almanya”. Federal Almanya’nın tarafsızlığı, büyük ölçüde Avusturya modeline uygun olmalıdır. Federal Almanya hiçbir askeri ittifaka katılmamalıdır. Sadece kendi ülke sınırlarının savunması için bir ordusu olmalıdır. Alman ordusu, Birleşmiş Milletler’in harekâtlarına destek verebilir. Tarafsızlık, Federal Almanya’yı askeri olarak NATO’dan uzaklaştıracaktır. Schumacher umut yolunda gayet optimist: “Federal Almanya’nın tarafsız kalması, büyük güç olma hayallerinin önüne de geçebilir!”

Federal Almanya’da, kültür endüstrisinin örümcek ağlarından, partilerin hegemonyasından, politikacıların çift dilliliklerinden, propagandalardan, manipülasyonlardan bir an için bize nefes aldıran bu özgün çalışma; savaş olgusunu, arka planı ile birlikte, bağlantılı olduğu kavramlar ve fenomenlerle düşünerek, olanağın bilgisi dahilinde analiz eden aydınlar, tartışmaları başka bir alana, eleştirel ortama çekerek mayınları temizlemeye çalışmışlar. Galata kulesinin içindeyken, Galata kulesini göremezsiniz! Gerçekleri görebilmek için zihinlerde hiçbir sınırın olmaması gerekiyor.

Savaş hazırlığı yapan hükümetleri düşünün, bu hazırlıklara karşı neler yapılabilir, yangın duvarları nasıl oluşturulabilir, dalgakıranlar nasıl yaratılabilir?

Savaş koşulları üzerine düşünmek, savaş koşullarını ortadan kaldırmak, savaş suçlularını ifşa etmek, savaşa neden olan koşulların iyileştirilmesini üzerine tartışmalar yapmak, sloganlar bulmak, bütün bunları eyleme dökmek, barış hareketinin vazgeçilmezleri olmak zorundadır.

İlginç olan, savaşların nedenleri ve sonuçları üzerine düşünürken, Suriye ve Ukrayna’daki savaşların sonucu olan göçmen kitlesinin Federal Almanya’ya gelerek AfD’yi neredeyse iktidar yapması, oysa AfD, Suriye ve Ukrayna’daki savaşların nedenleri üzerinden politika yapsa, bambaşka bir sonuca uluşacaklar. Aradaki fark büyük!

Amaç, kapitalist düzeni güvence altına almak, en gerideki stratejik çıkarlar ise,  daha kaç dünya savaşı yaşayacağız, kaç defa daha 70’er milyon insan ölecek? Ne doğa bizim sonuna kadar tüketebileceğimiz bir mekân ne de hayvanlar bizim fabrikalarımızdır!

Ne yazık ki dünyamızda kötülüğün içeriği sürekli değişirken, kötülüğün kendisi hiç değişmiyor! Filistin’e bakmamız yeter bile!

_____________________

KAYNAK: Klaus-Jürgen Bruder/ Almuth Bruder-Bezzel/ Benjamin Lemke/ Conny Stahmer-Weinandy (Hg.), Militarisierung der Gesellschaft – Von der Glückssüchtigkeit zur Kriegsbereitschaft, Promedia Verlag, Wien, 2025

GÖRSEL: pixabay.com/openclipart-vectors