Yeşiller ve teğmenler: Krizde fay hatları nasıl kırılır?
OSMAN ÇUTSAY
“Araya ara girdi”, ama yine de paralellikler kurabiliriz. Sonuçta ortada bir kriz var ve onun değişik coğrafyalardaki izdüşümlerine bakıyoruz: Federal Almanya’daki Yeşiller Partisi gençliği ile Türkiye’de teğmenlerin ağustos ayı sonundaki “kılıçlı ve sloganlı eylemi” arasında nasıl bir bağ var acaba?
İlk bakışta yok. Ama biz yine de bazı paralellikler arayıp bulabiliriz.
Bir süre önce Alman hükümetinin ortağı Yeşiller Partisi’nde gençlik örgütü ortalığı karıştırıverdi. Katharina Stolla ile Svenja Appuhn, gençlik örgütünün eşbaşkanlarıydı ve istifa ettiler. Bunlar kendilerini solcu bir partide sanıyorlarmış. Biraz geç uyandıkları anlaşılıyor. Svenja Appuhn, geçen yıl yaptığı bir açıklamada, “Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz ve bu toplumda karşıt çıkarlar var,” demiş, böylece partiye egemen Robert Habeck-Annalena Baerbock çizgisinin cinlerini tepesine sıçratmıştı. Öyle deniyor. Malum, Habeck ekonomi bakanlığı, Baerbock da dışişleri bakanlığı oynuyor Berlin’de.
Neyse, Yeşiller’in 10 kişilik gençlik örgütünün yönetim kurulu üç eyalette Yeşiller’in yaşadığı hezimetten sonra toptan istifa etti. Neden istifa ettiklerini de açtıkları bir internet sitesinde duyurdular. (https://zeitfuerwasneues2024.de/) Özetin özeti: Bu partinin diğerlerinden farkı yoktu ve muktedirler ya da zenginlerle didişmeye hiç niyetli değildi. Bu nedenle ilişkilerini kesmişlerdi.
Bu “muhalif grup” veya “hizip” yeni bir sol hareket kurmaya hevesli. Öyle açıklamaları var. Almanya’da kısa süre içinde tekrar güçlü bir sol partinin sahneye çıkması için çaba harcayacaklarmış. Sahra Wagenknecht ve arkadaşlarının (BSW) ayrılmasıyla hızla eriyen Sol Parti’ye geçiş yapacaklarını iddia edenler de eksik değil.
Avusturya’da yıllar önce benzer şeyler yaşanmıştı. Orada da Yeşiller gençliğinin partiden ayrılıp Avusturya Komünist Partisi’ne yanaştığı biliniyor. Eylül ayı sonundaki Avusturya genel seçimlerinde yüzde 2,4 gibi bir oy oranına ulaşan bu KP’nin, tam bir “Gorbaçov Partisi” olduğunu geçerken belirtmiş olalım. Almanya’da eriyen Sol Parti (Die Linke) de bir “Gorbaçov Partisi”ydi zaten.
Bu arada, gerçek bir “yeşil militan” olarak Renate Künast, ki bu yeşil sağcı, dört yıl Federal Almanya Gıda, Tarım ve Tüketici Hakları Bakanı olarak görev de üstlenmişti, genç yeşillerin çıkışını/gidişini şu sözlerle yorumladı: “Kim ki burada sosyalizm propagandası yapar, onun yanlış parti seçtiği kesindir.” Daha ne desin?
DİKİŞLER ATIVERİNCE
Demek ki güven olmuyormuş. Ankara’daki saray çevresi gibi, Berlin’deki Yeşiller’in “üst düzey yöneticileri” de o “yönetilenleri” tamamen denetleyemiyormuş.
Toplumsal ve özellikle de siyasal iklim böyle bir şey. İpe sapa gelmez virajlar alabiliyor. Şarampole de yuvarlanıveriyor. Yani kalıcı bir istikrar beklemek, siyaseti bilmemektir. Hiç beklenmedik an ve alanlarda bir enerji dizginlerinden boşanıverir. Şaşıranlar genelde yönetenlerdir. Gerçekliği okuyamaz hale gelmişlerdir. Yönettikleri kitlenin, halkın yani, hep yönetilir ve hep belirlenir kalacağını düşünürler. Bu konuda sosyalizm tarihimizdeki karşıdevrim sahnelerinde de benzer tablolar yaşadığımızı geçerken belirtmiş olalım: 1989 yılındaki Doğu Avrupa’dan, o büyük kapitalist restorasyon dalgasından biliyoruz.
Biz, günümüz Ankara’sına bakalım. Burada despotik niteliği günbegün daha da ortaya çıkan bir iktidar, devlet kurumlarını, 1930’ların ikinci yarısındaki Almanya gibi gereğince doldurduğunu, buradan bir sıkıntı çıkmayacağını düşünüyor olabilir. Gecikmiş Osmanlı cehaleti mi? Belki. Sıkıntının, 90 milyona yaklaştığı söylenen bir nüfusa sahip Türkiye’nin yoksul halkından gelebileceğini AKP ricali elbette biliyor. Ama bu tepkileri, devlet kadrolarını her türlü şiddet mekanizmasıyla donattığı için, bastırabileceği kanısında. Dinsel şiddetten de emin görünüyorlar. Tıpkı Osmanlı despotları gibi.
İkinci ve anakronik Osmanlı’nın çöküşü farklı olmayacak: Göremiyorlar.
Nitekim son 30 Ağustos gösterisi, galiba o kadar ince eleyip sık dokudukları genç kadroların hiç de sanıldığı gibi “sadık” olmadığını gösterdi. Şaşkınlık sürüyor. Ankara olayın üzerine gidebiliyor mu?
Toplumsal kriz, derinlerde birikir ve en güvenilir devlet kurumlarında bile öngörülemeyen iltihaplar halinde patlayıverir. Muktedirlerin en güvenilir kurumları, özellikle genç kadrolarda hiç fark edilemeyen tepkilerin doğum odasına dönüşür. Devlet mekanizması kesintiye uğrar.
Bu sahneler sadece yoksul veya orta gelişmişlikteki ülkelerde yaşanmaz. Tekelci kapitalizmin demokrasilerinde de (“Batı demokrasisi”) devlet-siyaset yapıları dökülmeye başlar.
Türkiye’nin krizi de göbeğinden bağlı olduğu Almanya’nın krizi de beklenmedik kurumsal kırılmalara gebe demek ki. Tekelci kapitalizmin demokrasileri zorda. Emperyal başkentlerde demokrasi oyunundan vazgeçmeye meraklıların sayısı da artmıyor değil. Yeni tür bir faşizm pişirenler var. Eski formalitelere uymayacak bir faşizm mi? Bu soruya henüz bir yanıt yok.
ÇÜRÜME HER YERDE
İki şey eklenebilir. Bir: Bu kırılmalar, kendi başlarına sola yaramazlar, böyle bir garanti yok. İki: Eşitsiz ve bileşik gelişme yasası gereğince devletlerin (muktedirlerin) bu kırılmalara karşı aynı ilacı devreye sokma şansları da yok. Aynı suda iki kez yıkanamıyorlar yani.
Tekellerin demokrasiyle falan bu çağ yangınını söndürmesi mümkün değil.
Yineleyelim: Ankara krizde de Washington kriz dışı mı? Ya Berlin, Paris, Roma? Bunlar krizsiz mi yaşayıp gidiyorlar. Bunların fay hatlarında kırılmalar olmaz mı?
Çürüme, zengin demokrasilerini de vurmuş bulunuyor. Hatta en gelişkin kadrolarında da bu kırılmalara tanık oluyoruz. Bir örnek, bu yıl “Der lange Weg zum Krieg” (Savaşa Çıkan Uzun Yol) başlıklı bir kitap yayımlayan Günter Verheugen’dir. “Sağ sosyal demokrat” Verheugen, AB’nin en üst düzey yöneticilerindendi. AB Genişleme Komiseri idi. Sonra köşesine çekildi. Hayat arkadaşı Petra Erler’le birlikte kaleme aldığı bu kitapla da AB’nin saldırgan Ukrayna siyasetine sert eleştiriler getirdi, savaşın tırmandırılmasına itiraz etti. Üst üste baskılar yapan kitap iyi satıyor, haftalardır “bestseller” listelerinde, ama medyada kimse Verheugen ve Erler ile konuşmuyor. Bazı muhalif siteler dışında. Medya despotizmi böyle bir şey.
Yani kriz, deneyimli ve yerleşik kadroları bile beklenmedik kırılmaların öznesi haline getirebiliyor. Fay hatlarında sadece genç kadrolarda değil, yıllanmış kadrolarda da itirazlar birden sahneye çıkıveriyor. Denetim dışı hareketlenmeler bunlar.
Gerek toplumun yoksul kesimlerinde gerekse de bazı deneyimli yönetici kadrolarda baş gösteren tepkilerin, henüz sosyalizmle falan bir ilintisi yok. Kabul. Ama bu, sosyalizmin sahnede hiç olmadığı anlamına gelir mi?
Aklımızda tutalım bunları.
(FOTO: Gert Altmann / pixabay.com)